Ölümden sonra hayat var.
Ama en çok da ölenlerden sonra…
Birkaç gün boyunca Soma’yı tartışacağız. Sosyal medyada
iletiler, bol RT’ler, hazinli mesajlar, “Böyle ülke olmaz
olsun” tezahüratları, “Kaza da bela da mevladan
gelir” tesellileri…
Ve sonra susacağız. Ta ki bir sonra ki sefere… Bir sonra ki
teselliye, bir sonra ki bedduaya ve ah’a kadar.
Değişen bir şey olmayacak. Çünkü dedim ya; ölümlerden sonra
hayat devam ediyor.
Ama yanlış anlamayın. Bu evrensel, genel-geçer bir kural değil,
bizim coğrafyamıza has bir özellik. Tıpkı Akdeniz’in bitki
örtüsünün maki, jeopolitik konumumuzun Avrupa ile Asya’yı birbirine
bağlayan bir köprü olması gibi.
Çünkü,
tek dişi kalmış canavarların ülkelerinde, büyük kaza ve
afetlerden sonra sorumlulular istifa eder. Ölenlerden sonra hayat
bir durur.
Neden durur?
Çünkü bu ülkelerde, yaşananlardan bir ders çıkarılır. Göreve
gelen yetkililer, yapılacak her hangi bir ihmalin kendilerine bedel
ödeteceğini bilir. Siyasal bir risk olduğunun farkındadırlar.
Toplum, ikinci bir ihmale izin vermeyecek kadar dinçtir.
Bu yüzden oralarda hayat, ölümden sonra öyle alışılageldiği
düzeniyle gitmez. Böyle bir tehlikenin farkında olunduğu için,
sorumluluk makamında oturanlar önlemleri bu riski göz önünde
bulundurarak alırlar.
Biz de ise risk alınmaz, hesap verilmez, gün kurtarılır, hüzünlü
bakışlarla ölümlerin arkasından yas tutulur. Ki efkar nasıl olsa
ata sporumuz… Demagojiyi pek severiz.
İstatistik verileri artar, üniversitelerin zırtı pırt bir
köşesindeki herhangi bir araştırmanın yardımcı metaryali olur,
sonra hayat yine güllük ve gülistanlık…
İşin doğrusu Arno Gruen’in “Normalliğin
deliliği” kitabının tam da
içindeyiz. "Hepimiz, bize içteki kaosun acısından
kaçmayı zorla kabul ettiren uygarlığımızca
şekillendirildik." der Gruen…
İşte tam buradayız. Kendi yıkıcılığımızın, iktidar hırsımızın,
menfaatlerimizin, yaşama tutunmaya çalışırken yarattığımız
erozyonun ortasındayız. Kötü tarafı ise bunun farkında olmamamız.
Normallik… Yani; Deliliğin normalliği…
Bu yüzden yaşanan ihmaller karşısında “acı
ayinleri” yapmayı, “ah hükümet vah
hükümet” demeyi, “hayat devam
ediyor” sözlerini kullanmayı; gerçekçi çözümlerden
daha makul buluyoruz.
Hiç bir sorumlu zarar görmüyor, hiç kimse hesap
vermiyor…
Tıpkı Uludere’de,
Faili meçhullerde,
Maraş’ta Sivas’ta ve bilimum onlarca vakada yaşandığı gibi…
Ağlamayı, çözüm üretmekten daha çok seviyoruz.
“Ölümden sonra hayat var” düşüncesine
inanıyoruz ama ölümlerden sonra bir hayat olduğunun pek de
idrakinde değiliz.
E bunun sonucunda hepimize düşen de hepi
topu “hayırlısı” demek oluyor…
Ülkece en güzel, en masum savunmamız olan;
Hayırlısı…