Suriye’nin kuzeybatısında şimdi kan gölüne dönen topraklarda bundan bin yıl kadar önce terk edilen 700 kadar tarihi köy ve kasaba bulunuyor. “Ölü şehirler” olarak adlandırılan bu yapılar şimdi mültecilerin evi oldu. Yaşayan dirilerin fenalıkların kaçan sivil halk, Ölü Şehirde 'ölülerle' birlikte yaşıyor. Bir çok aile mezarlıkta olan mağaralara sığınmış durumda. Levant olarak adlandırılan ve Doğu Akdeniz’den Sina Yarımadasına kadar olan Akdeniz kıyı şeridini kapsayan bölge dünyada medeniyetin en eski merkezlerinden biri. Neredeyse bir tam yüzyıldır barış yüzü görmeyen bu topraklar insanlık tarihinin en nadide eserlerine ev sahipliği yapıyor. Bunlardan biri de “Ölü Şehirler”. Ölü şehirler aslında değişik dönemlerde inşa edilen ve 8 ila 10’uncu yüzyıllar arasında terk edilen kasaba, köy, manastır ve hanlardan oluşan 700 kadar yerleşkeler zinciri. Idlib ve Halep arasında yoğunlaşan bu yerleşkeler İlk Çağ’daki yaşam ve kırsal düzene ışık tutarken bin yıldır tek bir insanın bile yaşamamasına rağmen oldukça iyi korunmuş çok sayıda yapı dikkat çekiyor. Halen Hıristiyanlar için hac noktalarından biri olan Aziz Simon Kilisesi bunlardan biri. İslamiyetin yayılmasının ardından 8. yüzyılda yaşanan istilalar nedeniyle terk edilen bu yerleşkeler o günden bu yana insansız. Terk ettiği bu yapılar bin yılın ardından ilk kez insanlara ev sahipliği yapıyor. Ülkede yaşanan iç savaş nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan binlerce kişi, İdlib ve Halep arasındaki bölgede bu tarihi yapılara yerleşmiş durumda. Bölgeyi ziyaret eden NPR radyosu ekibine konuşan bir mezarlıkta yaşayan Ebu Halid’in sözleri bölgede yaşanan durumu özetliyor: -“Bugünlerde yaşayan insanlardan ölülerden çok daha korkutucu.” Ebu Halid’in ailesi Ölü Şehirlerden birindeki mağara mezarlardan birinde yaşıyor. Halid ve ailesi Esad ordusunun Kafrnbouda köyünü bombalamasının ardından önce yakınlardaki bir kasabaya, oranın da bombalanması üzerine İdlib’e, oranın da bombalanması üzerine antik şehrin mağara mezarlığına sığınmış. Halid’le birlikte yaklaşık 40 aile daha mağara mezarlarda yaşıyor. Halid, ocak kurmak için yer açarken bir iskelet bulmuş. İskeleti biraz öteye gömen Halid mutfağını o mezarın üstüne kurmuş. Yerel kaynaklara göre çadır kentlerde yer bulamayan ve şehirlerde bir hayatı idama ettirecek durumda olmayan en az 2 bin mülteci antik şehirlere yerleşmiş durumda. Son derece zor şartlarda yaşayan mültecilere uluslararası yardımlar da ulaşmıyor. Bu şehirlere gelen yeni yaşam, insanlar sorunları da beraberinde getiriyor. Bin yılı aşkın bir süreden bu yana korunan tarihi yapılar bombardıman, yağma gibi nedenlerle büyük tehdit altında. Özellikle Esad rejimine karşı ayaklanmanın başladığı süreçlerde Ölü Şehirlerin bir kısmı Esad ordusunun topçu ateşine hedef olmuş ve büyük zarar görmüştü. Sık sık muhalif savaşçılara da ev sahipliği yapan bu şehirlerin tarihi duvarları sloganlar ve isimlerle dolmuş durumda. Daha da kötüsü bazı muhalif gruplar organize bir şekilde tarihi eser kaçakçılığı yaparak savaşlarını finanse (!) etmeye çalışıyor. Ölü Şehirlerin doğusunda yer alan ünlü Palmyra tarihi şehrine yoğun çatışmalar nedeniyle uzun bir süredir ulaşılamıyor. Yerel kaynaklar buradaki tüm mozaiklerin çalındığını ve Türkiye ve Lübnan sınırı üzerinden kaçırılarak pazarlandığını iddia ediyor. Durnham Üniversitesinden Emma Cunliffe’ye göre Ölü Şehirler dünya tarihinde bugüne kadar en iyi korunan tarihi yerleşkelerden biri. Cunliffe savaşın bu insanlık mirasını yok etmesi tehlikesine dikkat çekerek şehirlere yerleşen mültecilerin buradaki tarihi eserleri satıp yaşamlarını idame ettirdikleri yönünde duyumlar aldıklarını belirtti. Cunliffe’nin verdiği bilgilere göre bölgede bulunan bir Bronz Çağı tabutu 400 bin dolara alıcı buldu. Tarihçilerin en büyük endişesi de bu. Yapımı yüzyılları alan ve birkaç yılda boşalıp ölü şehir haline gelen bu yerleşkelerin savaş ve yağma yüzünden tamamen yok olmasından korkuluyor.