Olay madde AİHM'in gündeminde!
Abone olTartışmaları tahliyelere neden olan CMK'nın 102'nci maddesinin uygulamasının durdurulması için AİHM'e başvuru yapıldı.
Avukat Sedat Vural, tutukluluk sürelerini sınırlayan
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 102. maddesi ile Yargıtay 9. Ceza
Dairesi'nin örgütlü suçlarda tutukluluk süresini 10 yıl olarak
belirleyen kararının tedbiren durdurulması istemiyle Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'ne başvuruda bulunuldu.
Edinilen bilgiye göre Vural başvuru dilekçesinde, söz konusu uygulamaların "Hukuka, Anayasaya, Yasalara ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri ve Anayasa Mahkemesi ile AİHM'in istikrar kazanmış kararlarına aykırı" olduğunu savundu. Vural, "Uygulama, devlete güven anlayışına da aykırılık teşkil etmektedir" dedi.
"POTANSİYEL MAĞDURUM"
Dilekçesinde mahkemenin daha önce verdiği kararları anımsatan Vural, "Bir kanunun bizzat soyut mevcudiyedi, somut bir uygulama olmadan da, bireyi doğrudan etkilemekte ise bu kanun kişinin haklarını ihlal etmiş olur. Yine alınmış gizli tedbirlerin yahut gizli tedbir almaya izin veren bir mevzuatın, bazı durumlarda, şikayetçi bireye gerçekten ve fiilen uygulandığını ileri sürmeye gerek olmadan mağdur sıfatı kazanılabilir" diye konuştu.
"Sözleşmenin usul hükümleri, sözleşme ve kurumlarının
bireyi korumak için kurulduğu düşünülerek, bireysel başvuru
sistemini etkili kılacak tarzda uygulanmalıdır" diyen
Vural, "Potansiyel Mağdur" olduğunu savundu.
Vural, "Ülkemize özgü otoriter siyasal ve özel yetkili olağanüstü yargısal uygulamalara bağlı tarihsel tutuklama geleneği karşısında; ülkemizin en önemli toplumsal davalarını açan bir hukukçu ve mevcut sisteme muhalif bir sosyalist aydın olarak tutuklanma gerçeği ile her an karşı karşıya kalacağım hiçte olanaksız değildir" dedi.
"DEVLETİN SORUMLULUĞUNDA"
Dilekçesinde, kişilerin AİHS ve AİHM koşullarına göre tutuklamak
gerektiğinin altını çizen Vural, bunun da Devletin sorumluluğunda
olduğunu ifade etti. Vural dilekçesinde AİHM'in tutukluluk
sürelerine ilişkin daha önce verdiği kararı hatırlattı ve
"Kararda 'delillerin durumu ifadesi suça ilişkin
ciddi göstergelerin mevcut olduğu ve devam ettiği şeklinde
anlaşılmaktadır. Genel olarak bunların ilgili etkenler olmasına
rağmen, mevcut davada bunlar şikayet konusu tutukluluğun devamını
haklı çıkarmamaktadır. Ulusal Mahkeme tarafından ileri sürülen 3.
neden olan başvuru sahiplerinin yakalama tarihi de, herhangi bir
toplam tutukluluk süresi tek başına sözleşme kapsamında bir dayanak
olmaksızın haklı çıkarmayacağından dayanaktan yoksundur'
deniliyor" ifadesini kullandı.
"EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRILIK"
Vural dilekçesinde, yasa önünde eşitlik ilkesi gereği olarak "dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilmesi ve bu nedenlerle eşitsizliğe yol açılmasının" Anayasal geçerliliği olmadığını vurguladı. Vural şöyle devam etti:
"Eşitlik ilkesi ortada 'haklı bir neden' bulunmadıkça, hiçbir kişiye, aileye, zümreye ya da sınıfa ayrıcalık tanınmasına mutlak engeldir. Kamu hizmetinde eşit davranış, eşit yararlanma temel niteliktir. 'Haklı bir neden' bulunmadıkça, hiçbir kişiye, aileye, zümreye yada sınıfa ayrıcılık tanınmasına mutlak engeldir. 'Haklı bir nedene' dayanmayan bu yasa ve karar ile sanıkların aynı mahkemelerde (Ağır Ceza) farklı uygulamaya tabi tutulmaları Anayasanın yasa önünde eşitlik ilkesi ile AİHS in 14. maddesindeki ayrımcılık ilkesine açıkça aykırıdır."
"ANAYASA VE HAKİMİN TAKDİR HAKKINA AYKIRILK"
Uygulamanın Anayasa da aykırı olduğunu ifade eden Vural, tutuklamanın Uluslararası Sözleşmeler ve Anayasal hükümlere uygun olarak düzenlenmesi gerektiğine dikkat çekti.
Vural, CMK 102. madde ile Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararının "AİHS 5. maddesi ve Anayasanın 19. maddesine göre, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunsa bile, kişilerin ancak, kaçma, delilleri yok etme ve değiştirilmesini önlemek için tutuklanabilmelerini; kaçma, delilleri yok etme ve değiştirme koşulları aramaksızın, sadece tutuklama sürelerine bağlayarak, Anayasal hükümlere aykırılığı yanında, tutuklamayı cezaya dönüştürmekte ve hakimin takdir yetkisini kaldırmakta" olduğunu savundu.
Vural, uygulamaların AİHS'in kişi güvenliği başlıklı 5, adil yargılanma hakkını düzenleyen başlıklı 6, eşitlik ve ayrımcılık yasağını düzenleyen başlıklı 14. maddelerine de aykırı olduğunu dile getirdi ve telafisi güç zararların doğmasına neden olduğunu öne sürerek, tedbir kararı verilmesini istedi.