Oktay Ekşi'ye bir hatırlatma
Abone olBasın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi'nin, "Sansürün kaldırılışının yıldönümü" nedeniyle yazdığı yazı, 28 Şubat mağdurlarının tepkisini çekti. Bunlardan biri de Ahmet Kekeç...
Ekşi'nin yazılarına katıla katıla güldüğünü belirten Yeni Şafak
yazarı Ahmet Kekeç, Oktay Ekşi'nin unuttuğu (!) bazı isimleri
hatırlatmış yazısında...
Bu ülkeye Abdülhamid'den başka sansürcü gelmedi
mi?
Biliyorsunuz, her yıl 24 Temmuz'da "sansürün kaldırılışının bilmem
kaçıncı yıldönümü kutlamaları" yapılır. Gazeteler, meslek
kuruluşları, sendikalar sansürü lanetleyen, meslek adamlarının
Abdulhamid sansüründen çok çektiklerini açıklayan bildiriler
yayımlarlar.
Ben de gülerim.
Hasbelkader mesleğin içinde, ama meslekten görülmeyi zül addeden
bir gazeteci olarak gülerim.
Hele, mesleğimizin duayeni, en ünlü başyazar, "Ciddi bir sıkıntımız
var... Üstelik bu sıkıntıyı dile getireceğimiz tarih, İstanbul
gazetecilerinin Sultan Hamid sansürünü reddettikleri günün
yıldönümüne denk düştü" diye yazıyorsa, buna daha çok gülerim.
(Başyazar, tahmin ettiğiniz üzere, gazeteci azarlayan Başbakan'ın
tutumundan yakınıyor. Büsbütün de haksız sayılmaz. Başbakan'ın
şedid tavrını doğrusu ben de çok sevimli bulmuyorum. Fakat, bu
kişisel ve tabii ki anlaşılmaz hırçınlığın "Basın Bayramı" adı
verilen 24 Temmuz kutlamalarıyla ilişkisi nedir, onu
anlayamadım...)
Sansürün kaldırılışı yıldönümü onuruna verilen ödüllere daha sonra
değineceğim, önce şu sansür olayına bir girelim.
Sansürü sadece Sultan Abdulhamid'e özgü bir uygulama olarak gören,
bizim de böyle görmemizi isteyen refikimiz, sansürün aslında devam
ettiği görüşünde. Sansür İstanbullu gazetecilerin isyanı sonucunda
1908'de kaldırılmış ama baskılar "ne yazık ki bugün de artarak"
devam ediyormuş. Haberi edite eden salim arkadaş, biraz kurcalasa,
1908'de kaldırılan şeyin sansür değil, bizatihi parlamento olduğunu
görecek ya, o kadarına cuntacı abileri izin vermiyor.
Sultan Abdulhamid sözkonusu olunca mangalda kül bırakmayan
arkadaşlar, bir "sansür ve yaptırım mekanizması" olarak devreye
sokulan 28 Şubat kararlarına pek itiraz etmiyorlar, nedense.
Etmediler de...
Kaç gazeteci susturuldu?
Kaç gazeteci köşesinden edildi?
Kaç gazeteci hapse atıldı?
Basın Konseyi'nin değerli başkanı, bir yazısında (dört yıl önceki
yazısından sözediyorum), sansürün devam ettiğini belirtiyordu.
1908'den bu yana bilmem kaç yıl geçmiş, ama uygulama "maalesef"
sürüyormuş. Uygulama dediği, RTÜK'ün televizyonlara ilişkin kimi
yaptırımlarıydı.
Başyazar, bu işlerin Menderes'le başladığı inancında.
Doğrudur.
Bugün bile "sorun" olarak görülen "Tahkikat Komisyonu", bir anlamda
sansür kurulu gibi çalışıyordu.
İyi de, "Takrir-i Sükun Kanunu" neydi o zaman? "İstiklal
Mahkemeleri" ne iş yapıyordu?
Ahmet Emin Yalman, Zekeriya Sertel, Arif Oruç, Velid Ebuzziya,
Eşref Edip'in susturulması, Tan gazetesi baskını ne oluyordu?
Fazla uzağa gitmeyi gerek yok.
Ahmet Altan'a getirilen yazı yasağı nedir?
Mehmet Barlas, Nazlı Ilıcak, Koray Düzgören, Cengiz Çandar, Mehmet
Ali Birand, Ahmet Tezcan, Can Ataklı?
Bunları kim susturdu?
Yıldız Sarayı mı?
Bu satırların yazarı 3 yıl (yazıyla üç yıl) eline kalem alamadı. Üç
yıl polisle, basın savcılarıyla cebelleşti.
Bu neydi peki?
28 Şubat iradesinin, gazeteci ve yazarlara yönelik yaptırımlarından
şekvacı olma, tek parti dönemindeki gazeteci kıyımını ve "Takrir-i
Sükûn Kanunu"nu hiç hatırlama, 900 milyarlık tazminat cezasını
"generallerin hukuk zaferi" diye alkışla, sonra da Sultan
Abdülhamid'i ve Cumhuriyet öncesi kimi uygulamaları harmanlayarak
sansür eyyamı yap...
Gördüğünüz gibi "ödüllere" sıra gelmedi. Bakalım, belki yarın da
ona değiniriz.
Yazı: Ahmet Kekeç
Kaynak: