Öcalan başrol mü yoksa taşeron mu?

Selçuk Baymaz selcukbaymaz@internethaber.com

Kabul edilsin ya da edilmesin Kürt Sorunu ciddi bir dönüşüm yaşıyor.

90’larda adı bile anılmaya çekinilen Abdullah Öcalan, bugün en yüksek tirajlı gazetelerin ve köşe yazarların adını zikretmeden geçemedikleri bir aktör haline dönüşmüş durumda.

Yani değişen çok şey var.

2000'lerin hemen başında yaşanan Irak savaşı, Kürtler için neredeyse tüm dengelerin değişmesine neden oldu.

Dolayısıyla Türkiye, Ortadoğu’da değişen bu konjonktür içerisinde yeni bir yol haritası oluşturmaya çalışıyor.

Ve AK Parti bu nedenle yaşanan sürece adapte olabilmek adına eski devlet zihniyetini bir kenara koyup, Kürtlerin eşit vatandaşlık denklemi üzerinden birçok iyileştirici adımlar attı.

Kendi içindeki sorunu çözmeyi denerken de, bir yandan Suriye Kürtlerinin devletleşmesini önlemek, öte yandan Irak’ta iyiden iyiye devletleşen Kürdistan Federe Bölgesi’nin kendi kontrolü altında gelişip büyümesi için çaba sarfediyor.

Son günlerde ayyuka çıkan “Öcalan’la görüşülüyor” velvelesi ise, aslında yeni bir sürecin habercisidir diyebiliriz.

Ama "yeni bir süreç" söylemiyle kastetmek istediğim; bu görüşmelerin “önceden planlanmış, belli bir yol kat edilmiş” bir filmin yeni fragmanı olduğudur.

Sakın “müzakereler bir daha başladı, bu sefer olacak” reklamına kanmayın.

Çünkü eğer devlet “gizli görüşmeleri” verdiği demeçlerle ve gazetecilerin kulislerden bilgi kırıntısı almasına izin vererek medyaya taşıyorsa, öyle hemen karar vermeyeceksiniz. Durup üç kere düşüneceksiniz.

Sebebi ise, dünden bugüne Kürt sorunu her zaman kamuoyunun gözleri önünde değil, perdeler gerisinde yaşanan hesapların mücadelesi olmasıdır.

Öyle kolay kolay açıktan ve şeffaf bir biçimde hiçbir adım atılmaz.

Bundan dolayı toplum, bir “Küşteri Meydanında” geçen Karagöz ve Hacivat oyununu izler gibi gölgeleri takip eder. Oyunda ona sunulana, gösterilene razı olur.

Oysa gerçeklikler, hep perdenin ardındadır.

Mesela Kürt Sorununa Türkiye yakın siyasi tarihi açısından bakarsanız, onun aynı zamanda “faili belli olmayan olaylar ve gizler” tarihçesi olduğunu görürsünüz.

En yakın dönemde yaşanan Uludere faciasından tutun da, “kim, neden, nasıl, niçin ve nerde” yapıldığı belli olmayan yüzlerce olay sayarsınız.

Hep perde arkasına gizlenmiş "tasvirler" söz konusudur.

Kimin eli kimin cebinde belli değildir.

Aktörü boldur.

Dahası Beberuhi’si, Arap Bacı’sı,  Pişekâr’ı bir gün birbirlerine dost, diğer gün ise düşmandır.

Bu nedenle bir anne hassasiyetiyle “aman gürültü yapmayın, çocuklar rahat ders çalışsınlar” denilen müzakere süreci, aslında açlık grevi öncesi ve sonrasında kat edilen yolun bize sunulan küçük bir parçasıdır.

Bu yüzden süreci yorumlarken temkinli olmakta fayda var.

Öcalan’ın Kürtlerin değişmez başrolü mü yoksa devletin bir taşeronu mu olduğunu,

Bu gölge oyununu dikkatle izlerken anlamaya çalışacağız.

Kim bilir belki “kim Karagöz kim Hacivat?” ortaya çıkar.

AK Parti Salvoları

Kabul edelim ki

Cesaretle davranıyor.

Reel siyaset yapıyor.

Eğer Numan Kurtulmuş, sosyal demokrat çizgiye yakın bir partinin genel başkanı olsa ve başkanlığı sırasında bolca CHP’ye atıp tutsa idi, CHP yönetimi kendi kadrolarını güçlendirmek adına onu kazanabilir miydi?

Hiç zannetmiyorum.

Ama AK Parti bunu başarmasını biliyor.

Süleyman Soylu’yu da ekliyor envanterine, Numan Kurtulmuş’u da.

Machiavelist  davranıyor.

Siyaset neyi yapmasını gerektiriyorsa onu yapıyor.

Küsmüyor. Darılmıyor.

Küsse bile gereken koşullara göre yeniden barışmasını bliyor.

İşte bu nedenle makarna ve kömür yüzünden değil,

Uyguladığı siyaset biçimi nedeniyle oy oranı, 3 genel seçimdir düşmüyor.