Obama Erdoğan'ı neden tebrik etmedi? Zaman'dan bomba iddia!
Abone olABD Devlet Başkanı Obama'nın, 'yolsuzluk iddialarını örtbas için hukuk sistemini bloke ve maniple ettiği' gerekçesiyle 30 Mart sonrası Başbakan Erdoğan'a tebrik telefonu açmadığı öne sürüldü
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 30 Mart seçimlerinden
galibiyetle çıkması sonrası, ABD Devlet Başkanı Barack Obama'dan
tebrik telefonu gelmedi.
Zaman si yazarı Ali H. Aslan, Obama'nın Erdoğan'ı aramamasına
gerekçe olarak, "Demokrasiyi sadece sandığa indirgeyen,
yolsuzluk iddialarını örtbas için hukuk sistemini bloke ve maniple
eden, medyayı baskı ve kontrol altına alan, seçim hilesi dahil her
yola başvuran bir zihniyetin demokratik Batı camiasında yeri
yoktur" ifadelerini kullandı.
Daha önce defaatle telefon görüşmesi gerçekleştiren Obama ve
Erdoğan'ın Gezi ve 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları
sonrası görüşme trafiğinin neredeyse bittiğini belirten Aslan,
"Sandığa ilk kez bu denli şaibe karıştı" iddiaları sonrası
"ABD dahil hiçbir ileri demokrasi ülkesinin lideri
Erdoğan’a tebrik telefonu açmadığını" söyledi.
Ali H. Aslan Zaman gazetesinde "Obama Erdoğan’ı neden
tebrik etmedi?" başlığıyla yayımlanan yazısında şöyle
dedi:
NEDEN OBAMA VE BATI LİDERLERİ TEBRİK
ETMEDİ?
Normalde halkın iradesini arkasına alan bir hükümetin uluslararası
camiada daha saygın hale gelmesi beklenir. Ne var ki, 30 Mart
seçimindeki başarısı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve partisi için
bu sonucu doğurmadı. Aksine, demokratik dünyada kaygılar ve
huzursuzluk arttı. Bir zamanlar yüz yüze ve telefonla konuşma
rekorları kırdığı ABD Başkanı Barack Obama dahil hiçbir ileri
demokrasi ülkesinin lideri Erdoğan’a tebrik telefonu açmadı. Neden
mi?
SANDIKTA ŞAİBE İDDİASI GENİŞ YANKI
BULDU
Demokrasiyi sadece sandığa indirgeyen, yolsuzluk iddialarını örtbas
için hukuk sistemini bloke ve maniple eden, medyayı baskı ve
kontrol altına alan, seçim hilesi dahil her yola başvuran bir
zihniyetin demokratik Batı camiasında yeri yoktur. Washington’da bu
şartlarda yapılan bir seçimin yeterince özgür ve adil olmadığı
kanaati yaygın. Özellikle ayyuka çıkan seçim yolsuzluğu iddiaları
ciddi rahatsızlık uyandırdı. ‘Sandığa ilk kez bu denli şaibe
karıştı’ sözleri, kapalı açık birçok mahfilde ifade ediliyor.
BEYAZ SARAY ERDOĞAN'LA HAŞIR NEŞİR
OLMAKTAN KAÇINIR
Erdoğan hükümeti, Türkiye’nin stratejik önemine ve halk desteğine
güvenerek ABD ile eski samimiyet seviyesini tekrar
yakalayabileceğini sanıyorsa yanılıyor. Doğrudur, Amerikan
yönetimleri genelde pragmatik ve realist bir çizgi izlerler.
Özellikle Obama yönetiminin bu yaklaşımda zirvelerde dolaştığı
söylenebilir. Ancak demokratik değerlere saygı ve bağlılık, Türk ve
Amerikan devletleri ve toplumları arasındaki ilişki çarklarının
daha rahat dönmesini sağlar. Özellikle Batı medyası ve
aydınlarından yoğun eleştiriler geliyorken, Beyaz Saray ve Amerikan
Kongresi, Erdoğan hükümetiyle fazla haşır neşir görüntüsü vermekten
kaçınır.
HÜKÜMETİN EN BÜYÜK HATALARINDAN
BİRİ...
Hükümetin en büyük hatalarından biri, Amerikan siyaset ve fikir
yapıcıları üzerinde son derece etkili olan Wall Street Journal, New
York Times ve Washington Post gibi yayın organlarını küçümsemek ve
karşısına almak oldu. Farklı ideolojik eğilimleri temsil eden bu
yayın kuruluşlarının tamamı şu anda Başbakan Erdoğan’ı eleştirel
yayın çizgisi izliyor. Özellikle New York Times’ın Erdoğan’ın
balkon konuşmasındaki ‘inlerine gireceğiz’ türü tehditlerini sertçe
eleştiren başmakalesi dikkat çekiciydi. Washington’daki önde gelen
Türkiye uzmanlarından Alan Makovsky’nin ifade ettiği gibi,
Amerikalılar Erdoğan’ın tutumunu ‘sözlü şiddet’ olarak
nitelendirdi. Başbakan’ın, siyasi ve toplumsal muhaliflerine
yönelik intikamcı söylem ve eylemleriyle demokrasi dışına çıktığı
kanaati hakim. Kısacası Erdoğan, Amerikan medyası ve aydınları
gözünde dünyadaki otoriter liderler liginin temsilcilerinden biri
olarak konumunu daha da pekiştirdi.
ABD'NİN ANKARA'YLA KURDUĞU DENKLEMİ
YENİ ADI: İŞLEMSEL İLİŞKİ
ABD’nin eski Ankara büyükelçilerinden James Jeffrey, Washington
Enstitüsü’ndeki bir toplantıda, demokrasideki son gerilemeler
muvacehesinde Türkiye’nin bölgesinde artık ‘hiçbir şeyin modeli’
olmadığını belirtirken, Washington’un bundan böyle Ankara’yla
angajman formülünün adını şöyle koydu: İşlemsel ilişki
(transactional relationship). Yönetim çevrelerinde de yaygın olan
bu reelpolitik görüşe göre, her şeye rağmen ABD, bölgedeki
çıkarlarını korumak için Türkiye üzerinden yaptığı siyasi ve askeri
işlemlerine devam etmek zorunda. Yani ABD’nin Ankara’yla ilişkisi,
bir başka stratejik ülke olan, ancak insan hakları konusunda
gerilerde bulunan Suudi Arabistan’a benzeyebilir. Kısacası
Obama’nın ortaya atmış olduğu ‘model ortaklık’ vizyonu, demokratik
değerler bileşeni büyük ölçüde zayıfladığından sürdürülebilir
olmaktan çıkmış bulunuyor. Kuşkusuz Türkiye’nin dünyada marka
değerini düşüren bu gelişmeler, orta ve uzun vadede ekonomiye ve
dış politikaya olumsuz yansıyacaktır.
Askerî alımlar ve teknoloji transferi konusunda önemli rol oynayan
Amerikan Kongresi’nde de Türkiye’yi zor günlerin beklediğinin
işaretleri şimdiden görülüyor. Seçim öncesinde Temsilciler
Meclisi’nin ilgili komitesine Twitter yasağı yüzünden hükümeti
eleştiren bir karar tasarısı sunuldu. Ayrıca 34 milletvekili,
Başkan Obama’ya ortak imzalı bir mektup yazarak 17 Aralık rüşvet ve
yolsuzluk soruşturması sonrasında yaşanan antidemokratik
gelişmelere ilişkin derin kaygılarını iletti. Seçimin hemen
ardından Senato Dış İlişkiler Komitesi’ne de yeni bir ‘Ermeni
soykırımı’ tasarısı sunuldu. Mevcut şartlarda Kongre’deki Türkiye
Dostluk Grubu’na yeni katılım sağlama güçleşebilir. Hatta üye
kayıpları dahi yaşanabilir. Hasılı Türkiye’de demokrasinin
gerilemesi, Kongre’de bağışıklık sisteminin de zayıflamasına ve
karşıt lobilerin elinin güçlenmesine vesile oluyor.
ABD VE AB, ANKARA'NIN UZLAŞMACI
EYLEMLERİNDEN KUŞKULU
Demokrasideki çatlaklardan Tür-kiye’nin sadece ABD değil, tüm
uluslararası arenada zarar göreceğini tabii ki Ankara da çok iyi
biliyor. Ancak hükümet, bu sorunu demokrasiyi güçlendirerek kökten
çözmek varken; Kıbrıs ve İsrail gibi konularda Batı’nın ağzına bir
parmak bal çalarak ve taviz sinyalleri vererek üzerindeki baskıları
hafifletme yoluna gidiyor. Bipartisan Policy Center’ın ‘Sıfır
Probleme Dönüş mü?’ başlıklı son raporundaki şu tespit, hükümetin
niyetlerinin Washington’da çok iyi anlaşıldığını ortaya koyuyor:
“Önünde 18 aylık uzun bir seçim süreci varken ve uluslararası
saygınlığı yerle bir olmuşken, AKP hem bazı dış politika zaferleri
elde etmek hem de artan oranda yabancılaştırdığı Batılı
müttefiklerine içeride artan otoriterliğe rağmen hâlâ önemli bir
ortak olabileceğini göstermek için, ‘komşu çevresinin dışında sıfır
problem’e daha yakın bir siyaset kurguluyor gibi”. Rapora imza atan
uzmanlar, Ankara’nın ABD ve Avrupa Birliği’nin özellikle ilgi
duyduğu konulardaki ‘daha uzlaşmacı söylemi’ni eyleme
dökebileceğinden ise kuşkulu.
Sözün özü, Erdoğan hükümetinin çatışmacı iç politikası Türkiye’yi
demokratik dünyada yalnızlaştıracağa ve ulusal çıkarları
zedeleyeceğe benziyor. Allah, sonumuzu hayretsin.