O heykeltraşın başına daha neler gelmiş!
Abone olBaşbakan Recep Tayyep Erdoğan'ın 'ucube' dediği anıtı yapan Mehmet Aksoy'un başına gelenler yeni değil
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 'ucube' dediği İnsanlık
Anıtı heykelinin yaratıcısı Mehmet Aksoy yaşanan tartışmalara
alışık. Ucube benzetmesinden önce başı sık sık heykelleriyle belaya
giren Aksoy bir zaman heykelleri bile tutuklanmış. Nazım Hikmet
Heykeli'ni bile yurtdışına çıkarırken kamufle etmiş. Nasıl mı? İşte
hepsinin yanıtı...
Ülkemizi defalarca yurt dışındaki Bienaller'de temsilen eden, iki
kez Devlet Resim ve Heykel Sergisi Ödülü sahibi olan 71 yaşındaki
heykeltıraş Mehmet Aksoy, Kars'a yaptırdığı "İnsanlık
Anıtı" Başbakan Erdoğan tarafından
"ucube" olarak nitelenince, bir anda Türkiye'nin
gündemine oturdu.
Anıtının yıkılması polemik konusu olan heykeltıraşın başı, daha
önce de yaptırdığı heykeller yüzünden beladan kurtulmadı. 12 Eylül
döneminde Kenan Evren'le, Ankara'da ise Belediye Başkanı Melih
Gökçek'le eserleri yüzünden karşı karşıya geldi.
Ünlü heykeltıraşla çalışmalarını yaptığı Polonezköy'deki "böcek ev"inde geçmişte heykel sanatı uğruna yaşadıklarını Vatan gazetesinden Tuğrul Tunalıgil'e verdiği röportajda anlattı.
Kars'ta yıktırılacak olan "İnsanlık Anıtı" heykeliniz çok tartışıldı. Daha önce de heykelleriniz yüzünden başınız belaya girdi mi?
Türkiye'de heykel düşmanlığı ve heykelin dinle karıştırılması yüzünden başıma çok işler geldi. 1975'te Akademi'de hoca olduğum günlerde maser yaptığım Berlin'den Türkiye'ye dönüyordum. Heykellerimi konteynıra koydum. Gümrükte açılan konteynırdan Nazım Hikmet Heykeli, bir köylü başı ve bir rölyef çıktı. Memur önce köylüyü görüp "Bu Lenin mi?" diye sordu. Ben de "Hayır, bu köylü başı" dedim. "Bak, şakakları geniş, elmacık kemikleri çıkık" dedi. Gülerek yanıtladım, "Biz Orta Asya'dan geldik. Bizde böyle bir adam normaldir. Belki de Lenin'de Tatar soyu vardır" dedim. Bu kez de "Bu Nazım Hikmet mi?" dedi. Ben de "Evet" dedim. Adam "Hadi kardeşim, şubeye gidip bir çay içelim" diyerek beni karakola götürdü. Başlarındaki şef heykelleri görünce, "Tutuklayın bu heykelleri, indirin hepsini aşağı" dedi. Şefin koluna girdim ve "Bunları indiremezsiniz" dedim. Eğilip kulağına dedim ki, "Şefim şu an ilk defa heykel tutuklayan bir polis şefi oluyorsunuz. Yarın gazetelerde 'Mehmet Aksoy'un heykelleri tutuklanmış!' diye sizin adınız çıkacak. Bu heykellerin bir suçu varsa, mahkemeye verilir. Ama onları tutuklayamazsınız" dedim. Beni içeriye aldılar. 2 saat bekledikten sonra ben ve heykellerim serbest kaldık...
"HEYKELİMİ ENGELLEMEK İÇİN BELEDİYE ELEKTRİKLERİ BİLE
KESTİ"
Halkın sahip çıktığı heykelleriniz de oldu
mu?
1975 yılında Antalya'da meydanın ortasında "işçi ve çocuğu
heykeli" yapıyorduk. Halk bana model durdu. Kahveci
çırağını o çocuğun portresi olarak yaptım. Halk da heykelime çok
sempati duydu. Halk benimseyince adı "Kara Ali'nin
Oğlu" konuldu. Hatta heykeli yaparken herkes gelip bana
heykelin anlamını soruyordu. Aynı anda ressamlar da duvarlara
resimler yapıyorlardı. Bir baktık bir gece bütün resimlerin üzerine
boya atılmış, benim heykelimi aşağıya indirip kırmışlar. Heykelim 3
parçaya ayrılmış. O anda çocuğum öldürülmüş gibi oldu. O hırsla "Bu
heykeli demirden yapacağım ve artık kimse kıramayacak" dedim.
Heykeli yeniden yapmak için gece gündüz çalıştım. Bu kez de o
zamanki AP Belediyesi elektrikleri kesti. Her yerde elektrik
yanıyor, biz belediyenin önünde çalışıyoruz, elektrik yok! Günde 15
saat çalışarak heykeli bitirdim. Sonunda betonun üzerinde uyuya
kalmışım. Şu anda heykel Antalya Parkı'nda denize karşı çok güzel
bir yerde... 12 Eylül'ün hışmından halk sahip çıktığı için
kurtuldu.
KENAN EVREN, HEYKELLERİNE NE DEDİ?
HABERİN DEVAMI İÇİN DİĞER SAYFAYA GEÇİNİZ...
"EVREN BU HEYKEL KOMÜNİST İŞİ ATATÜRK'ÜN KALPAĞINDAN BELLİ
DEDİ"
12 Eylül demişken bir de Kenan Evren'le bir maceranız
oldu sanırım...
1979 yılında TBMM'nin alt geçidine konulması için bir Atatürk
heykeli yarışması açıldı. Ankara'ya bir kamyonet dolusu heykelle
gittim. Akademiden hocaların olduğu jüri dışında, oy hakkı olmayan
"Onur Jürisi"nde Kenan Evren ve Meclis Başkanı
Karakaş vardı. Sonuçlar ertesi gün açıklanacaktı. Ben heyecanımdan
duramadığım için sonucu beklemeden İstanbul'a geldim. Heyecanımı
yatıştırmak için balığa çıktım. Sonra bir çocuk bana seslendi,
"Polis seni arıyor" dedi. 1979 yılındayız. 12
Eylül'e 5 kala polis beni arayınca, önce "Ben ne yaptım
ki?" diye korktum. Polis bana doğru geldi ve bir anda
elime yapışıp öpmeye kalktı. "Hocam, Ankara'dan haber
geldi, birinci oldunuz." O heyecanla elimdeki balık
torbasını yere bırakıp polisi Türk filmlerindeki gibi havaya
kaldırıp döndürdüm. Ama akşam TV'de haberleri açınca, okulda heykel
bölüm başkanı Hüseyin Gezer'in birinci olduğunu öğrendim. Jüri
başkanı "Tebrik ederiz, aslında sanatsal birincimiz sensin" dedi.
Ben de "Bu zaten sanat yarışması değil miydi?"
dedim. Günler sonra bir jüri üyesi gerçeği açıkladı:
"Biz senin heykeli oy birliği ile seçtik. Ama bir
arkadaşımız heykeli Evren Paşa'ya anlatırken heyecanlandı. 'Bakın
paşam, Nazım Hikmet'in şiirindeki gibi Atatürk sarışın bir kurda
benziyor' dedi. Kenan Evren de, 'Anladım zaten, bu komünist işi.
Atatürk bile zaten kalpaklı' dedi ve birinciyi
değiştirtti." Şimdi o heykelimin maketi hâlâ evimde
duruyor.
"NAZIM'IN HEYKELİNİ YURT DIŞINA KAÇIRIRKEN ÜZERİNİ ALÇIYLA KAPADIM"
Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek'le nasıl karşı karşıya
geldiniz?
"Periler Ülkesi" adlı bir heykelim vardı. 5 yıl
Dolmabahçe Sarayı'ndaki havuzun içinde sergilendi. Herkes gelip
onunla fotoğraf çektiriyordu, hatta oradaki bir kuğu da o heykele
âşık oldu. O heykeli oradan kaldırınca, o kuğu da öldü. Sonra da
heykeli Ankara'dan satın alıp Altınpark'taki havuzun içine
koydular. Melih Gökçek seçildiğinde, bir 19 Mayıs günü yaptığı ilk
iş o heykeli müstehcen bulduğu için kaldırtmak oldu. "Her
tarafı gözüküyor, tükürürüm bu sanatın içine" dedi. Ben de
mahkemeye verdim. 11 yıl sonra mahkeme kararıyla tekrar heykeli
yerine koydurduk. Şimdi heykel yerinde duruyor. Ama heykele
yerlerde sürüklenerek götürülmüş, ciddi bir zarar verilmiş. Ben de
hiç ellemedim. Biraz ibret olsun diye öyle görünsün istedim.
Heykel sanatıyla uğraşırken başka nasıl zorluklara göğüs
gerdiniz?
Nazım Hikmet'in büstünü 12 Eylül'den sonra Türkiye'den dışarıya
çıkarmak istedim. O sırada Berlin'de bir müzede sergi açacaktım.
Ben de heykellerimi buradan oraya aldırıyordum. Ama Nazım Hikmet'in
büstü olduğu anlaşılırsa, onu yurt dışına çıkarmak imkânsızdı. Ben
de bari "Heykelin üzerini bir alçıyla kapatın"
dedim. Arkadaşlarım heykeli alçıladılar. Heykel Berlin'e bir geldi
ama tanımak mümkün değildi. Alçıyı kırıp heykeli çıkardık.
Çıkarırken de iyi alçı sürmedikleri için burun kısmına bir darbe
gelince, heykelin burnu "tak" diye düştü. Şimdi o
heykelin burnu hâlâ kırıktır. O maceranın izini taşır... Nazım'ın
da çektiklerine bir bakın, heykeli bile polislerden kaçıyor.
Böylece heykeli de Nazım'ın hayatıyla bir özdeşleşme yaşadı.
"HEYKELİMİ KIRARIM AMA DAHA İYİSİNİ YAPMAK İÇİN"
"Ben kendi yaptığım heykeli kırdım. Bir kere hırstan kırdım, çünkü taşımaktan yoruldum. Bir de beğenmediğim zaman da kırarım tabii ki... Ama onu daha iyisini yapmak istediğim için yapıyorum. Fakat büyük anıtlarda ve şehre konulacak kamusal alanlardaki heykellerde bu riske giremezsiniz. Ben Kars'taki anıtın 10 adet maketini yaptım. Kars'taki 'İnsanlık Anıtı' hemen 'cart' diye yaptığımız bir heykel değil. Üzerinde çok ciddi çalıştık. Defalarca denedik, yerinde incelemeler ve canlandırmalar yaptık."