O bayrak Hürriyet'e yakışmıyor
Abone olHürriyet Gazetesi'nin eski genel yayın yönetmeni Muammer Kaylak'tan olay sözler. Kaylak, eski gazetesini yerden yere vurdu: "O bayrak artık Hürriyet'e yakışmıyor..
Hürriyet'in eski Genel Yayın Yönetmeni Muammer Kaylan'ın yazısı: Hürriyet Gazetesi 10 Ekim 2004 günkü Pazar ilavesinde, teröristlerin yuvası Kuzey Irak’taki Kandil Dağı ile ilgili bir haber yayınladı. Oh, bir de ne görelim? Binlerce Mehmetçiğin katili olan PKK’nın vatan hainleri değişmişler, ellerindeki Kalaşnikofları ve bombaları arkalarında gizlemişler. Yüzlerindeki PKK maskesini çıkarmışlar ve şenlik içindeler. Ellerine gitar almışlar, sevinç içinde, özgür terörist yaratmaya heveslenmişler. PKK nasıl olmuşsa olmuş, eğitim görmüş, mis kokulu çiçekler içinde boy gösteren gitarlı, dünya güzeli bir kadın hareketine dönüvermiş! Hürriyet Gazetesi’ndeki bu görüntülerin fotograflarına göre, vatanın kalbine bıçak saplayan, üniter devletin düşmanı bölücü örgüt, hamama girip bol sabunla yıkanmış ve pürüpak olmuş! O gazetenin eski bir emektarı olarak bendeniz utandım! Gazetecilik, sorumluluk isteyen bir meslektir. Sorumluluğu tavuklar gibi eşelenip, toprağun altuna gömmek isteyen bir genel yayın yönetmeni, bir muhabir, bir foto muhabiri gazeteci değildir. Büyük hatalar, gazetecilikte affedilemez. Bir gün önce yazdığını, ertesi gün gazetede silgi ile silemezsin. Yazdığın yazıyı değiştirmenin olasılığı yoktur. Kalıt olur, şu veya bu yönde medya tarihine geçer. Çok ciddi, çok onursuz bir hata yaparak, şehit ailelerinin kalplerini sızlatan gazetecinin, kim olursa olsun görevinden yüzü kızararak istifa etmesi gerekir. Hata diyorum, çünkü yazının kasıtlı olduğuna inanmak çok zor. PKK ile barış yalnızca, terör örgütünün kendiliğinden tövbekar olup, Kandil Dağı’ndan aşağı inmesi ile olur. Vay ben Kandil Dağı’nda gitara çalarak şenlik yapıyorum ama, arkamda Kalaşnikof da var, bomba da var: Türk erlerini şehitler mezarlığına göndermeye devam ediyorum. Böyle aldatıcı, kandırıcı, insanı yanlış yollara, yanlış düşüncelere yönelten uydurma gösteri ve yazılarla terör ile uğraş yapılamaz. Terör örgütünü gitara elinde, şenlik içinde gösteren bir gazete de, affedilmez, çok ciddi ve pek de tehlikeli bir hata işlemiştir. Mahut Pazar ilavesinden sonra, 10 Ekim 2004 günündenberi, Hürriyet Gazetesi’nden istifaların birbiri ardından gelmesini bekledim. Ya da bir pişmanlık, bir özür dileme? Ne gezer? Sanki canını kaybeden Mehmetçiğin kemikleri şehitlik mezarında sızlamamış! Kolunu, bacağını kaybeden Mehmetçiğin, babasını kaybederek öksüz kalan çocuğun, kocasını kaybeden dul kadının, oğullarını kaybeden ana ve babaların kalplerindeki yaraların kanaması durmuş, gözyaşları silinmiş. Ulusun varlığına göz diken, ulusu parçalamak isteyen teröristin yirmi yıllık hainliği unutulmuş. Sorumluluğu, bilinçliliği kirli bir parça bez gibi çöp kutusuna atan kalemler ve bu kalemlerin yönetmenleri huzur içinde görevlerine devam etmekteler. Ayıptır, günahtır, insafsızlıktır, vicdansızlıktır. Vatan Şairi Namık Kemal’in eseri, Sedat Simavi’nin kurduğu, bir zamanların vatanseverlik örneği olan bu gazeteye yakışmaz! Fatih Altaylı 12 Ekim 2004 günü, “Hürriyet bu mudur?” başlıklı yazısında mahut Pazar ilavesi için alaylı bir tavırla “Muhteşemdi” sözünü kullanarak “Pes” dedim diye yazdı. “Ellerde gitar görünüyor, ama diğer ellerdeki silahlar kareye girmemiş,” diye ilave ettikten sonra Altaylı, bu “izansızlığa” tepkisini gösterdi. Altaylı, yazısının altında ise şöyle devam etti: “Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra konuyu Ertuğrul Özkök ile konuştuk. Özkök yurtdışından yeni gelmişti ve beni aradı. ‘Seninle ayni fikirde değilim. Sedat Ergin’le konuştuk. O da senin zıddını düşünüyor. Sedat bu yazının PKK’yı bitirdiği görüşünde,’ dedi.” Açıkcası Hürriyet’in genel yayın yönetmeni, PKK’yi bu Pazar ilavesiyle perişan ettik diyor! Inanırsanız, bu yanlış düşünüş tavrını, latilokum gibi lapadak yutarsanız! Bir inat, bir direnme: Hata yapmadık ki, neye düzeltelim? Hayret doğrusu! Hürriyet Gazetesi’nin logosunda Türk bayrağı var. Bu bayraklı logoyu çizen Tahsin Öztin arkadaşımdı. Tahsin Öztin’e, bizlerden eski ve daha tecrübeli olduğu için Tahsin Hoca derdik. Eğer Tahsin Hoca 10 Ekim 2004 Pazar günü hayatta olsaydı ve Hürriyet’in o günkü ilavesini görseydi, bu ilaveyi hazırlayanlara ve basanlara bir kaç söz söylerdi. Bu sözleri burada tekrarlamak benim için yakışıklı olmaz! Bu logo’nun ise artik Hürriyet Gazetesi’ne yakışıp yakışmadığı, bir tartışma konusu olabilir ve olmalıdır da. Sorumluluğun, tavuklar gibi eşelenip toprağın altına nasıl gömülmek istendiğinden bahsettik. Ibreti alem için konuyu biraz daha açalım: Hürriyet’in sorumlu (sorumsuz?) yönetmenleri, herhalde okuyucunun okuduğunu anlamadığına inanıyorlar ki, Hürriyet grubu gazetelerde çıkan haberleri bile kontrol altına almak istiyorlar: Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’in ev sahipliğini yaptığı Cumhuriyet Resepsiyonu’nda onurlu bir komutanın gitarlı, çiçekli terörist hakkında söylediği sözleri önce yayınla, sonra uyan ve haberden çıkarttır! Nedir bu tutum? Ayıbını örtmeye mi çalışıyorsun? Okuyucu aptal ve enayi midir? Gitarlı, çiçekli PKK teröristlerinin fotografları, hangi gazetenin Pazar ilavesinde yayınlanmıştır, okuyucu bilmez mi? Daha önce de yazdım: Bu gazete değişti. Hürriyet artık benim bildiğim gazete değildir! Bu gazete, Erol Simavi’nin darbeci Orhan Erkanlı ile işbirliği yapmasıyle yolunu şaşırdı. Sonra, gazetecilik dışında büyük ticari işler yürüten Aydın Doğan tarafından satın alınarak, holdinglerin pazarlama organı oldu. Türkiye’nin değerleri de, holding çıkarlarının altında ezilmeye başladı. Holding filan, Sabiha Gökçen Ermeni asıllı imiş falan, TSK fişleme yapıyormuş feşmekan derken, bir de baktı ki…Aynı gazete nasıl, hangi düşünce ile, hangi cesaretle, 1984 yılındanberi anayurdumuzda sürüp giden kanlı bir savaşa… Otuz beş binden fazla cana… Binlerce ailenin mahvüharap olmasına…Ve devletin bütçesinden milyarlarca doların akıp gitmesine sebep olan PKK/KADEK terör örgütünü, Kandil Dağı’ndaki gençlik kampı diye tanıtıyor! Hürriyet almış eline davul ve zurnayı, duyduk duymadık demeyin, PKK Kandil Dağı’nda uslandı diye propaganda yapıyor! Ve hem de kimin propagandası! Aşkolsun sana Hürriyet Gazetesi, nihayet yaptın yapacağını! Şimdi Hürriyet yönetmenlerine hep birlikte soralım: Bu örgütün teröristleri, terörden vazgeçip Kandil Dağı’ndan aşağı inmişler ve tövbekar mı olmuşlar? Yazınızı okuyunca, terörden vaz mi geçtiler? Yoksa, Kalaşnikov ve bomba ile Mehmetçiğe saldırmaya, onu şehit etme planlarına devam mı ediyorlar? Şehit edilen erlerimizle, onların aileleriyle ilgili haberlerin sonu mu geldi? Bu soruların cevapları, oğlum sana söylüyorum, gelinim sen anla doğrultusunda, Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’in 29 Ekim Resepsiyonu’nda verildi. Resepsiyon’da gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kara Kuvvetleri Komutani Orgeneral Yasar Büyükanıt şöyle konuştu: “Bizden başka bir ülkede cezaevinden yönetilen terör örgütü var mı? Adam (Abdullah Öcalan) 21 Ekim’de avukatlarıyla görüşüyor. 23 Ekim’de bir yazarımız, gazetesinde manşetten ne dediğini duyuruyor. Terörle böyle mücadele edebilir misiniz?” Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Fevzi Türkeri de şu ilgi çekici sözleri söyledi: “Öcalan, örgütü Imralı’da, Şam’da olduğundan daha rahat idare ediyor.” Nasıl Şam’dan daha rahat idare etmesin? Devlet tarafından Öcalan’ın avukatlarına Imralı’ya gidip gelmeleri için özel şehir hatları gemisi bile tahsis edilmiş! Herhalde Öcalan için yapılanlar yeterli değil. En iyisi Imralı Cezaevinde, onun için yardımcılarıyle, sekreterleriyle, bilgisayarlarla, büyük ekranlı televizyonlarla donatılmış bir çalışma salonu açalım da, örgütünü daha verimli bir şekilde yönetme olasılığına kavuşsun. Cezaevi yemeği de herhalde hoşuna gitmiyor. Imralı’da neden Öcalan ile sekreterlerine yemek pişiren beş yıldızlı bir lokanta açmıyoruz? Ve hatta iyice enayileşip adama ayda yüz bin dolarlık bir maaş bile bağlayalım ki, paradan yana da zora düşmesin. Neden bu pek saygın terör örgütü liderine, bir de altından kahramanlık madalyası vermiyoruz? Hürriyet dahil bütün gazetelerimiz, Abdullah Öcalan’ın altın madalyası ile çekilen renkli fotografını birinci sayfadan dört dörtlük tam sayfa yayınlarlarsa, pek de gösterişli, alımlı çalımlı olmaz mı? Belki de terörist Kandil Daği’ndan iner, iki büklüm gelir ve ben de altın madalya isterim deyiverir! O zaman bu teröriste, sadece altın madalya vermek yerinde olmaz. Som altından bir de gitara verelim ki, cümbüşün tadı çıksın! Hürriyet Gazetesi çok değişti dedik. Gerçekten Hürriyet 1960’lı yıllarda, Türk gazeteciliğinin zirvesine ulaşmış bir gazeteydi. Hürriyet ile gurur duyardık. O günlerde, Nurcu Fethullah Gülen gibi bir tarikatçıyı, ya da Said-i Nursi’yi öven bir yazarın saçmalamaları, Hürriyet Gazetesi’nde yer almaz ve böyle bir yazara da Hürriyet’te iş verilmezdi. Yine o günlerde, devlet dairelerinde ticari iş takip eden gazeteci, gazeteden anında kovulurdu. Böyle bir gazeteci de görmemiştik. Türkiye’li değildik, Türktük. Kıbrıs konusunda ver kurtulcu değildik. Yazılarında, “Ben vatan hainiyim!” diye açıkca övünen bir köşe yazarı aramızda barınamazdı. TSK’yi töhmet altına sokmak aklımıza gelmez ve fişleme gibi işleri de manşetten istismar etmezdik. Üstelik, Kemal Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen bizim için Ermeni değil, kendisine çok derin sevgi ve saygı duyduğumuz bir Türktü. Haberde üstünlüğümüz vardı. Geçimimiz yalnızca gazetecilikten geliyordu. İş adamı, şirket sahibi, Ankara’daki devlet dairelerinde ticari işler takipçisi değildik. Gazete’nin tirajı ise, kırk yıl önce bugünkü tirajının bir misliydi. O günlerdeki Türkiye nüfusu 35 milyondu, bugün 70 milyonu geçti. Hürriyet”in yönetmenleri, acep neden kendilerine şu önemli soruları sormazlar? Tiraj hangi sorunlar yüzünden bu kadar düşük? Ülkenin nüfusu bir misli arttı, tirajımız neden artmıyor? Ne gibi yanlışlıklar yapmaktayız? Bu yanlışlıkları nasıl düzeltiriz? Neden haberde üstünlüğümüzü kaybettik? Hangi köşe yazarları, tutumları ve yazılarıyla gazete’nin kuyusunu kazıyor? Neden bazı yazarlar, ver kurtulcular, vatan hainleri gibi yakışıksız isimlerle tanınıyor? Bunlar iftira mıdır, yoksa bu yazarlar gerçekten görüş ve yazılarıyle bu tür tanımlamaları hak mı etmişlerdir? Hürriyet’in yönetmenleri bu sorulara doğru cevapları verebilirlerse, belki girdikleri çıkmaz sokaktan geri dönmesini öğrenebilirler. Yoksa bu gazete gün geçtikce kendi kimliğine, kendi varlığına zarar vermeye devam edecek. Keskin sirkenin küpüne zarar vermesi gibi… Yine soruyorum: Ne oldu bu gazeteye? Ve Hürriyet neden, nasıl değiştiğini, ne hallere düstüğünü bir türlü anlamak istemiyor. Yolunu şaşıran medya’da liderlik taslayan bu gazete, üstüste hata yapmaya, pot kırmaya, düşman kazanmaya devam ediyor. Hürriyet bu değildi, Hürriyet böyle degildi. Derin üzüntüler getiren ve getirmeye devam edecek yanlış, her türlü izandan yoksun bir gidiş bu. Cok yazık.