Oyunculuğa adım attıktan kosa süre sonra Yılmaz Erdoğan'la evlenerek herkesi şaşırtan Belçim Bilgin Erdoğan, 2 yıl önce oğlu Rodin'i de alarak Londra'ya yerleşti. Herkesin gözleri önünde bir hayat yaşarken, bir yanda da arka arkaya başarılı yapımlarda rol aldı. Ve şimdi sevenlerinin karşısına bir Hollywood projesiyle çıktı. Ben Kingsley ve Theo James’le başrolleri paylaştığı ‘Komplo’ isimli filmi bu hafta vizyonda. Sık sık Yılmaz Erdoğan'la boşanacakları iddiaları gündeme gelen Belçim Bilgin, "Yılmaz'la aramızda sonsuz ve koşulsuz bir sevgi bağı var" dedi... İşte Belçim Bilgin'in Hürriyet'e verdiği o röportaj... ◊ Belçim artık Hollywood’da mı? - Belçim şu an nerede, hep birlikte göreceğiz! ◊ ‘Komplo’ projesi size nasıl geldi? - Uzun zamandır çalıştığım bir ajansım var Fransa’da. Oradaki menajerlik şirketim aracılığıyla geldi. Uzun süren görüşmelerin sonunda birlikte çalışmaya karar verdik. ◊ Hollywood ile Türkiye şartları arasında nasıl farklar vardı? - Kalitedeki farklılıkları belirleme açısından bütçeler diyebilirim. Ve hayal ettikleri her hikâyeyi istedikleri gibi anlatabilme özgürlüğü... Bu da onların hikâyelerini çok daha evrensel yapıyor. ◊ ‘Komplo’ filmi izleyiciye neyi anlatıyor? - ‘Komplo’ 2000’li yılların Birleşmiş Milletler’inin karıştığı en büyük yolsuzluk skandalını anlatıyor. Film, Michael Soussan’ın biyografisinin bir uyarlaması. Benim karakterim ‘Nashim’, Iraklı bir çevirmen. Güçlü, direnci ve davasına inancı sayesinde kendini koruyup zorluklarla mücadele etme gücü bulan bir kadın. ◊ Filmde Arapça, Fransızca, İngilizce ve Kürtçe konuşuyorsunuz... Bu dillerin hepsine hâkim miydiniz? - Fransızca, Kürtçe ve İngilizce biliyordum. İngilizceyi ilk kez perdede konuştum. Ama Arapçayı bilmiyordum. Onun için çok çalışmam gerekti. ◊ Filmdeki partneriniz tüm dünyadan kadınların hayran olduğu Theo James... - Theo, çok yakışıklı! Üstelik ruhu da çok centilmen. O centilmenlik bulutu içinde güzel bir insan ve bir partner. ◊ Peki bir diğer rol arkadaşınız, Oscar ödüllü Ben Kingsley’e gelirsek... Onu klişelerin dışında nasıl anlatırsınız? - İlk andan setin son gününe kadar bir ustanın sanatını icra edişini izledim. Hiç karakterini yargılamadan sete adım attığı an itibariyle, ‘Pasha’ karakteri olarak her sahnesinde hepimizi şaşırttı. Başından sonuna kadar rolünden çıkmadan, filmin en taşıyıcı karakterlerinden biri olarak bu işi üst seviyeye çıkardı. Sevişme sahneleriyle ilgili sorular genelde kadın oyuncuları muhatap alıyor. Sinema bir illüzyon. Biz de bu illüzyonu sizlere taşıyan araçlarız. Bir hayat dilimini anlatırken içinden sevgiyi, tutkuyu, aşkı çıkarırsanız hikâyeniz yarım kalır. Bu bakımdan senaryonun her sahnesi ne kadar normalse sevişme sahnesi de aynı... YILMAZ'LA ARAMIZDA SONSUZ VE KOŞULSUZ BİR SEVGİ BAĞI VAR ◊ İki senedir bir ayağınız Londra’da. Orada kendinize nasıl bir hayat kurdunuz? - Londra’da oğlum ve dadımızla başrolün Rodin olduğu bir hayatımız var. Tam zamanlı annelik yapmanın yanında workshop’lara katılıyorum. Londra büyük bir metropol ama herkese gerekli saygı ve gerekli kabul edişi gösteren bir şehir. Biz de onun avantajlarını yaşıyoruz. ◊ Bu Londra hikâyesi, bir şeylerden kaçmak için miydi? - Hayır, bir süreliğine uzaklaşıp Rodin’le konsantre zaman geçirme ihtiyacı hissettik. Yılmaz da böyle hissetti. Ona odaklanmak istedik. ◊ Bu mesafeden evliliğiniz nasıl etkileniyor? - Elbette ilişkimizin yeni bir temposu oldu. Ama bağımız bundan etkilenmedi. ◊ Yine de ilişki bu şekilde nasıl yürüyor? - Koşulsuz güven ve sevgiyle... ◊ Peki aşk zamanla şekil değiştiriyor mu? - Bütün aşkların bir doğası ve belli bir süreci var. Baştaki heyecanın yerini başka bir sevgi düzlemi alıyor ve aşkın başka bir biçimi oluşuyor. İlişkinin başka türlü düşünülmesi de zaten doğasına ters. Büyüyoruz, farklı insanlar oluyoruz. Biz de bu değişiklikleri ilişkiye adapte edip iki insanın mutlu olduğu bir ilişki anlayışına dönüştürdük. Bizim Yılmaz’la aramızda sonsuz ve koşulsuz bir sevgi bağı var. Bu ilişkinin en güzel ve değerli kısmı da bu. ◊ Sık sık görüşüyorsunuz değil mi? - Aynı evdeyiz Hakan! İstanbul’da, Köyceğiz’de, Londra’da... ◊ Yurtdışına uzanan bir kariyer, iyi bir evlilik ve çocuk... Siz şanslı doğanlardan mısınız? - Kimsenin şanslı ya da şanssız olduğunu düşünmüyorum. Herkes şansını ve şanssızlığını kendisi yaratıyor. Hepimiz neler neler yaşıyoruz... Bazen çok mutlu oluyor, bazen yerin dibinde hissediyoruz. Hayatta var olma sebebimiz karşıtlıklar. Her yerde çatışma var. Çatışmalardan da hayat doğuyor. Güzel bir şeyin içinde mutlaka zor bir şey de oluyor. Dolayısıyla bu paket, herkes ve her yaşam biçimi için aynı. Göz önünde olan insanlar için belki daha da zor çünkü bunları toplum önünde yaşıyoruz. ◊ Erken yaşta şöhret olup her şeyi insanların gözü önünde yaşadınız. Bunlar size nasıl yansıdı? - Küçük yaşta hayat arkadaşlığını taşımak ve dediğin portrenin içinde olmak beni olgunlaştırdı. Bazen 23 yaşındaki genç kızlarla tanışıp sohbet ettiğimde, “Aa ben onların yaşındayken evlenmiştim” diye geçiriyorum içimden... Herkesin hikâyesi biricik. Ben hikâyemi her şeyiyle seviyorum. ◊ Türkiye’de yaptığınız işlerde; eşinizin Yılmaz Erdoğan olması sebebiyle övgüler kadar önyargı cümleleri de duydunuz. Yurtdışında durum nasıl? - Tam tersi. Bunlarla biz ilgileniyor, o önyargıları kafamızda yaratıp bir şeyleri büyütüyor, bu sırada hem kendimizi, hem hikâyeleri hem de insanları onun içine hapsediyoruz. Dünyanın diğer yerlerindeyse insanlar önyargıların değil, kendi yaptığı işin, üretimin peşinde! ◊ Bu proje sizin açınızdan aslında herkese bir cevap niteliğinde mi? - Benim hiç kimseye cevap vermek gibi bir düşüncem yok. Eleştiriler elbette olacaktır ama bunun yanı sıra beni çok motive eden eleştiriler de alıyorum. Tonuna, kaynağına göre o eleştiriyi ciddiye alıp almayacağımı belirliyorum. Kimi eleştiriler oluyor ki kendimi pozitif anlamda geliştirmeme de yardımcı oluyor. ◊ Filminizin türü politik-gerilim. Politikayla aranız nasıl? - Politikayla aram yok (gülüyor). ◊ Apolitik misiniz? - Elbette ki hayır. Zaten bence günümüzde kimse tam anlamıyla apolitik bir yerde duramaz. ◊ Neden? - Politikanın insan hakları, eğitim, ekonomi, sağlık gibi hayati meseleleri de kapsadığı düşünülürse; hayat buna izin vermiyor. Dünyada çok fazla şey yaşanıyor, olaylara karşı elbette ki bir görüşün ve duruşun olmalı. Öte yandan sanatçının tavrının her şeye eşit mesafede duran, sağduyusunu kaybetmeyen, yeşeren ve yeşerten bir enerjide olması gerektiğini düşünüyorum. ◊ Peki sizin dünya görüşünüz nedir? - İnsanların birlik fikrini gerçekten idrak ederek; sevgiyle, anlayışla, sağduyuyla, birlikte üreterek yeni bir gelecek yaratabileceğine dair sonsuz bir inancım var. ◊ Filmdeki karakter dünyayı güzel bir yer haline getirmek için yola çıkıyor. Bu biraz ütopik bir şey mi? - Hayır, bir şeyleri değiştireceğimize inancım sonsuz. Ama buna önce kendimizden başlamamız lazım. Aynayı önce kendimize tutup kendimizdeki değişimleri istediğimiz düzeye getirmezsek hiçbir şey değişmeye başlamayacak. ◊ Bir süredir Londra’da yaşıyorsunuz. Oradan buralar nasıl görünüyor? - Londra’dayım ama sabah Rodin okula gittikten sonra ilk işim haberlere bakmak. Bu yüzden duruma pek dışarıdan bakamıyorum ama bazı şeylerin değiştiği kaçınılmaz bir gerçek. ◊ Neler değişti? - Bütün yaşanan karışıklığın insanlardaki tepkimesinin; umutsuzluk, agresyon ve tahammülsüzlük şeklinde olduğunu gözlemliyorum. Bu süreçte tek dileğim; akıl sağlığımızı ve sağduyumuzu kaybetmeden umut etmekten vazgeçmemek. ◊ Rodin’in geleceği açısından dünyanın gidişatı sizi endişelendiriyor mu? - Evet... Dünya karmakarışık. Onların neslinin büyüyüp bir şeyleri değiştirmesine bütün dünyanın ihtiyacı var. ◊ Nasıl bir annesiniz? - Tatlı, eğlenceli, çılgın, arkadaş olmaya çabalayan ve birlikte anılar biriktirmeyi önemseyen bir anneyim.