İlk kez 1829 yılında, İstanbul'daki İngiliz elçisi bir İngiliz
gemisinde kendi geleneklerine göre düzenledikleri yılbaşı
balosuna Osmanlı bürokratlarını da davet etmiş.
Bizimkiler yatsı namazını kılıp gitmişler.
Şaşırmışlar olan bitene ama eğlenmişler de doğrusu.
"Cumhuriyet döneminin ilk resmi yılbaşı gecesi
kutlaması” ise 31 Aralık 1925'te gerçekleştirilmiş ve
1 Ocak 1926 günü,
resmen “yılbaşı” olarak kabul
edilmiş.
Ki bu kutlama biçimi, çok büyük çoğunluğu köylü olan bir toplum
için özellikle kentlilere armağan edilen bir eğlence kültürü
olmuş.
Yeni burjuvazi katılmış, devlet erkânı boy göstermiş.
Yenilmiş, içilmiş.
***
Böyle bakıldığı zaman, Türkiye Cumhuriyeti için yılbaşı
kutlamaları, neredeyse cumhuriyetle yaşıttır.
Ve tıpkı şapka devrimi, harf inkılabı gibi yılbaşı kutlamaları
için alınan bu karar ve yenilikler de; “Batılılaşma,
modernleşme, çağdaşlaşma, özünden kopma, değerlerini yitirme, batı
taklitçiliği” gibi kavramlar üzerinden yapılan
tartışmaların hala en sıcak konularından biridir.
Fakat ülkenin çağdaşlaşma macerasına genel çerçeveden
bakabilirseniz, toplumumuzun büyük bir kesiminin kutladığı
geleneksel yılbaşı akşamlarının harika bir Türkiye gerçeği olduğunu
görürsünüz.
“Laik mi değil mi? Çağcıl mı ilkel
mi? İranlaşan mı yoksa Avrupalılaşan mı?
” tartışmaları arasına sıkışan, debelenen, batı ve
doğu arasında iki arada bir derede kalan Türkiye’nin en güzel resmi
olduğunu fark edersiniz.
***
İlk önce devlet, 1936 senesinden çıkarılan resmi kanunla 1 ocak
gününü resmi tatil yaparak “Siz şimdi yılbaşı akşamı
eğlenirsiniz, geç yatarsınız...” mesajını topluma
verdi. Yani kısaca bu kanunla, yeni
yılı “kutlayabilirsiniz” dendi.
Sonra ki yıllarda da TRT bu kültürü evlerimize dayatmaya
başladı.
Eh biz de kabullendik.
Ama devrimin çoğu çağdaşlaşma enstrümanında yaşandığı gibi, bu
yeniliği de fazla içselleştirmedik.
Onu önce kendi filtrelerimizden geçirdik, sonra da
toplumsallaştırdık.
“Noel'i yada gavur adetini değil, yeni yılı kutluyoruz.
Öbür türlüsü ayıp, günah olur” bahanelerini
kullandık.
Tıpkı Cummhurbaşkan’ının “Türk tipi başkanlık
sistemi” gibi, kendi yılbaşı kültürümüzü
yarattık.
Ülkenin çoğunda öyle hindi pişirilen
sofralar hazırlanmadı.
Evlerimizin oturma odalarında TV karşısında Orhan Gencebay’ı
izledik, ailecek sofraya oturduk, meyve yedik, sohbetler ettik.
Belki biraz tombala oynadık. Yeni yıl dilekleri içeren
kartpostallar gönderdik.
Devrimlerle batı medeniyetine ayak uydurmaya çalıştık. Fakat
tıpkı coğrafya kitaplarının Türkiye için söylediği
“Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bir
köprüdür” ifadesinde olduğu gibi, yılbaşı
uygulamalarımızla da batı tipi kültürü doğuya
bağladık. Anadolululaştırdık
onları.
Hatta belki biraz daha uğraşsak, "Noel
baba"yı "Hacı baba" haline bile
getirebilirdik.
***
Yani yeni yıl kutlaması,
“ Osmanlı’nın bağnazlığına tutsak olmak ve
Avrupa’nın kötü emellerine yenik
düşmek” endişeleri arasına sıkışan, bu iki
korkunun arasında gelişen, gidip-gelen bir eğlence kültürü
oldu.
Ve dahası, çağdaşlaşma süreci boyunca “ne tam
batılı ne de tam doğulu” olabilen Türkiye’nin de
güzel bir göstergesi oldu.
Kutladık,
kutlamaya da devam ediyoruz.
Öyleyse ben de bu akşam yeni yıla hayaller kurarak girecek olan
herkese güzel bir sene diliyorum.
Umutlarınız yanınızdan hiç ayrılmasın.
Mutlu 2015’ler!