Niye gıdıklanırız biliyor musunuz?
Abone olNeden esneriz ya da niçin gıdıklanırız? Peki ya banyodan sonra elimizin neden buruştuğunu biliyor muydunuz?
Uyurken beynimizde neler oluyor?
Uyanık ve hareketsiz durumdaki bir insanın beyni, saniyede 10 kez salınım yapan 'alfa' dalgaları yayar. Hareketli bir insanın beyni ise, salınımı iki kez fazla olan 'beta' dalgaları yayar.
Uyku sırasında ise beyin, salınımları çok daha az olan iki tür
dalgayı, 'teta' ve 'delta' dalgalarını yayar. 'Teta' dalgalarının
salınımı saniyede 3.5 ila 7 arasında olup, 'delta' dalgalarınınki
saniyede 3.5'tan azdır. İnsanın uykusu derinleştikçe, beyin
dalgaları da yavaşlar. İnsanda en derin ve uyandırılmasının en zor
olduğu uyku zamanında, beyin artık 'delta' dalgaları yaymaya
başlamıştır.
İnsanlar her gece uykudayken 3-5 kez REM uykusu denilen bir safha
yaşarlar. Gözlerin öne ve arkaya hızla titrediği, hatta kollar,
bacaklar ve yüz kaslarında seğirmelerin yaşandığı, REM uykusu
sırasında beyin dalgaları uyanık bir insanınki kadar hızlanır.
Rüyalar bu evrede görülür. Normal uykudaki bir REM veya rüya bölümü
5 ila 30 dakika sürer.
Neden esneriz?
[PAGE]Aslında esnemenin ve fizyolojisinin ardında yatan gerçek hala
tam olarak bilinememektedir. Önceleri insanın yorgun olduğu
zamanlarda kandaki oksijen miktarını artırmak için vücudun yaptığı
bir solunum sistemi refleksi olarak düşünülen esnemenin, sonradan
solunum olayına kısa bir destek verdiği, ancak onun önemli bir
fonksiyonu olmadığı tespit edilmiştir.
Sadece insanlar değil, birçok canlı türü de esner. Ancak yapılan
araştırmalarda, hayvanların daha çok dikkat gerektiren bir olayı
karşılama sırasında esnedikleri, insanların ise, tersine dış
uyarılarda azalma olduğunda esnedikleri saptanmıştır.
Esneme de gülme gibi bulaşıcıdır. Esneyen kişinin yüz hatlarında
meydana gelen şekillenmenin, diğer insanlar üzerinde esnemeyi
teşvik edici bir etki uyandırdığı tahmin ediliyor. Bu, yemek yiyen
bir insanı görünce acıkmaya benziyor. Bir görüşe göre ise ilk
insanlardan kalma bir davranış olarak esnemekteyiz. İlkel
atalarımız akşamları ateşin etrafında topluca otururken grubun
lideri tüm dişlerini göstererek esner, oturumu kapatır, artık
gecenin başladığı, herkesin sabaha kadar yatması ve hareket
etmemesi gerektiği sinyalini verirdi. Grubun diğer üyeleri de
esneyerek görüş birliği içinde olduklarını beyan ederlerdi.
Saçlarımız niçin uzuyor?
Vücudumuzdaki kılların her biri topraktaki çim gibi, derimizin
altındaki kendi torbasında yetişir ve büyür. Bu torbalardaki yeni
saç hücreleri kılların köklerini oluşturur. Yeni hücreler
oluştukça, eskilerini torbalardan dışarı iterler ve bu hücreler
dışarı itildikçe canlı olma özelliklerini kaybederler, yani ölürler
ve de kıllarımızın ve saçlarımızın bizim görebildiğimiz kısmını
oluştururlar.
Vücudumuzun hangi kısmında olduklarına bağlı olarak, kıl torbasında
belirli bir sürede yeni kıl hücreleri üretilir. Bu süreye 'büyüme
süreci' denir. Sonra büyüme bir süre için durur. Buna da 'durma
süreci' denir. Bu sürecin de sonunda kılların yine büyüdüğü 'büyüme
süreci' gelir ve bu böyle devam eder, gider. Durma sürecinde kıl
kopar ve alttan gelen bir yenisi yerini alır. Yani bir kılın veya
saç telinin ulaşabileceği en uzun boyutu bu büyüme sürecinin
uzunluğu belirler.
Nasıl sarhoş olunuyor?
[PAGE]
İlk yudumla birlikte, alkol ağız ve yemek borusu ile temas ettikten sonra, ciddi miktarda kana karıştığı ilk durak olan mideye gelir. Ancak alkolün kana karışması en çok ince bağırsaklarda olur.
Büyük bir kısmı ince bağırsaklarda kana geçen alkol, derhal
merkezi sinir sistemimizi etkilemeye başlar. Birkaç dakika sonra
beyne geçerek sinir hücrelerini etkiler ve mesaj iletimini
yavaşlatır.
İçmeye devam edilirse, beyindeki görme, denge, konuşma ve muhakeme
ile ilgili sinir merkezleri etkilenmeye başlarlar. Bu arada alkolün
baskılayıcı etkilerini yenebilmek için, kalp kası zorlanır ve nabız
artar. Biraz daha içilirse şuur kaybı meydana gelebilir. Daha da
devam edilirse, alkolün kandaki oram alkol zehirlenmesi seviyesine
ulaşır, solunum yetmezliği nedeni ile ölüm kaçınılmaz olur.
Niçin gıdıklanıyoruz?
Gıdıklanmak rahatsız edici olduğu kadar eğlendiricidir de.
Başkaları tarafından, hatta bazen dokunulmadan gıdıklanırız, ama
kendi kendimizi gıdıklayamayız. Bazıları gıdıklanmaya karşı çok
hassasken bazıları etkilenmez bile.
Bir insan gıdıklanınca, derinin yüzeyinde bulunan küçük sinir
lifçikleri harekete geçer. Özellikle tüyle okşama, böcek yürümesi
gibi olaylara hassas olan bu lifçikler, sinyalleri beyne
gönderirler. Ancak araştırmacılar bu sinyallerin beyinde nereye
kaydedildiğinden emin değiller. Beyinin gıdıklanmaya tepkisi,
kaşınmaya olan tepkisi gibi, gönülsüz yapılan bir tepkidir.
Gıdıklama ile kan basıncı artarken, nabız ve kalp atışı hızlanır,
beynin uyanıklığı fazlalaşır. Gıdıklanmanın fiziksel olduğu kadar
psikolojik yanı da vardır. Gıdıklanma başlangıçta zevkli olabilirse
de sürdürüldüğünde korku ve paniğe dönüşebilir.
İnsanların daha çok gıdıklandıkları yerler, ayak altı, avuç içi ve
koltuk altı gibi bölgelerdir. Bunun nedeni, buraların çok hassas
bölgeler olmalarıdır.
İnsan beyni vücuda gelen uyarıların hangisinin insanın bizzat
kendisinden, hangisinin dışarıdan geldiğini ayırt eder ve ona göre
öncelik verir. Acil refleks gerektiren dışarıdan gelen uyanlara
öncelik verir. Bu nedenle bir başkası tarafından gıdıklandığımızda
tepki gösteririz ama kendi kendimizi gıdıklamaya çalıştığımızda,
beyin bu noktalardaki hassasiyeti azalttığından
gıdıklanamayız.
Renklerden nasıl etkileniriz?
[PAGE]
Renklerin insan davranışını ve psikolojisini önemli ölçüde
etkilediği kesinleşmiştir. Ancak insan gözünün ışık ve rengi
algılayan ağ tabakasının görme sinirleri vasıtasıyla bunu beyne
ilettikten sonra beyinde nasıl fizyolojik etkiler yarattığını
renkbilimciler henüz açıklayamıyor.
Yapılan deneylerde, pembe renge bakan kişilerin rahatladıkları,
kırmızı, turuncu ve sarı gibi sıcak renklere bakanlarda tansiyonun
yükseldiği, nabzın ve solunumun hızlandığı, terlemenin çoğaldığı,
mavi rengin ise tam tersi etki yarattığı belirlenmiştir.
Bir binada sarı renge boyanmış bir tavan, odayı daha yüksek, sarı
renkli duvarlar ise daha geniş gösterir. Kliniklerin sıcak renklere
boyanması, beyaz rengin hastalarda yarattığı hüzün duygusunu
azaltır. Ayaküstü hazır yiyecek satan dükkanların duvarları iştah
açtıran portakal rengine boyanırken yarış arabalarında kırmızı veya
turuncu-sarı renkler tercih edilir. Aslında bir renk olmayan, daha
doğrusu renksizlik olan siyah da makam araçlarının klasik
rengidir.
Niçin uyuyoruz?
[PAGE]
Kimse bilmiyor! İşte çeşitli teoriler:
Uyku, insana kaslarını ve diğer dokularını onarma, yaşlanan veya
ölen hücrelerini yenileme şansı verir.
Uyku, insan beynine hafızasındaki bilgileri düzenleme, gereksizleri
unutma ve arşivleme şansı verir. Rüyalar da bu işlemin bir
parçasıdır.
Uyku, enerji tüketimimizin miktarını azaltır. Bu nedenle günde 4-5
kez yerine üç öğün yemekle yetinebiliriz. Gece karanlığında zaten
hiçbir şey yapamayacağımızdan, anahtarı kapatarak enerji tasarrufu
yaparız.
Uyku, bütün gün çalışan beynin bir şarj süresi olabilir. Diğer
organlardaki enerji harcanmasını kısarak, beyin hücre aktiviteleri
için gerekli olan enerjiyi artırabilir.
Vücudumuz ısısını nasıl ayarlıyor?
Vücudumuzun ısısını korumasına kış aylarında üzerimize giysiler giyerek biz yardımcı oluyoruz ama sıcak yaz aylarında vücudumuz ısısını terleme yolu ile koruyor ve ayarlıyor. Beynimizde terlemeyi düzenleyen özel bir bez var. Adı da 'hipotalamus'.
Ayrıca derimizin altında yumak görünümlü 2 milyon ter bezi ve bu
bezlerin her santimetrekaresinde 400 ince kanal var. Çevre ısısının
artması ile beyin, ciltteki ter bezlerini uyarır. Bu ter bezleri de
ince kanallar vasıtası ile, deri üzerine gözle görülemeyecek kadar
az bir sıvı salgılarlar. Cilt üzerine çıkan bu sıvı buharlaşırken
vücudun ısısını da alır.
Gözle görülen ve görülmeyen olmak üzere iki çeşit terleme vardır.
Nefes verirken bile terleriz. Bu arada çıkan su buharı gözle
görülmez. Diğeri de yüzümüzde, ensemizde ve özellikle koltuk
altlarımızda yoğun olarak bulunan ter bezlerinin salgıları sonucu
oluşan terlemelerdir. Böylece vücudumuzun bir şekilde soğuması
sağlanmış olur.
Alkolün ne kadarı trafikte zararlıdır?
[PAGE]
Trafik denetlemelerinde yapılan alkol testlerinde, cihaza üflemeyle
dışarı verilen havanın 2.000 santimetreküpü kanda bulunan alkol
miktarını gösterir. Bu oran, alınan alkol miktarının kişinin
ağırlığına bölünmesi ve erkeklerde 0.7, kadınlarda ise 0.6
katsayısının çarpılması ile hesaplanabilir.
Bir kadeh sek rakı veya iki bardak şarap kanda 40 gram alkol
bulunması anlamına gelir. Böyle bir doz 75 kilo ağırlığındaki
erkekte 40((75XO,7)=0.76 gr/litre sonucunu verir ki, trafikteki
yasal limiti aşar. Bu miktarda alkolü 60 kilo ağırlığındaki bir
kadın aldığında suçlu olur, çünkü hesaba göre kanında 40( (60x0,6)=
1.1 gr/litre alkol çıkar.
İnsanlarda bir litre kandaki alkol oranı 0,5 gramı geçtikten sonra
refleksler yavaşlar, sürücü bilincine hakim olamaz. Bu da ciddi
kazalara yol açar.
Banyodan sonra ellerimiz niçin buruşur?
[PAGE]
Bütün vücudumuz, çoğu ancak çok dikkatli bakınca görülebilen kıl ve tüylerle kaplıdır. Bu tüy ve kılların dibinde 'sebum' adı verilen yağ bezleri vardır. Bunların çıkardığı yağ, su geçirmez keratin bir tabaka oluşturur ve suyun derimizden içeri girmesini önleyerek derimizi yumuşak tutar.
Sadece parmak uçlarımız ve tabanlarımızda kıl veya tüy yoktur. Dolayısıyla koruyucu keratin tabaka da yoktur. Ayrıca parmaklarımızın uçları ve ayaklarımızın tabanları kalın bir deri tabakası ile kaplanmıştır.
Parmaklarımızın uçları ve tabanlarımız suyun altında belli bir süre kalıp iyice ıslanırsa derimizin altına su girer ve bu su burada kendine yer bulmak ister. Ancak buradaki kalın derimizin genleşerek bu suya ayırabileceği fazla yeri olmadığı için bükülür yani büzüşür.
Karagözlülerin çocuğu nasıl mavi gözlü olabilir?
[PAGE]
Her anne ve baba iki tam gene sahiptir. Ve bunlardan birini
çocuğuna geçirir. Eğer anne ve babadan alınan genler aynı ise, yani
çocuk her iki taraftan da mavi göz genini aldı ise çocuğun
gözlerinin rengi mavi olacaktır.
Ancak bir taraftan mavi göz, diğerinden kahverengi göz genini aldı ise, koyu renk göz geni hakim gen olduğu için, çocuğun gözleri kahverengi olacaktır. Mavi göz rengi gibi mücadeleyi kaybeden gene de saklı (recessive) gen denilmektedir.
Anne ve babadaki her iki gen de hakim gen ise sonuç aynı olacaktır. Saklı gen bu mücadelede ancak her iki tarafın geni de saklı gen ise galip çıkabilir.
Kanımız kırmızı iken damarlarımız niçin mavi?
Kanımızın içinde oksijen moleküllerini tutup, damarlarda
taşıyarak, hedefe ulaşıldığında bırakan özel bir molekül vardır.
Kırmızı kan hücrelerini, yani alyuvarları çevreleyen ve aslında
demir içeren bir protein olan hemoglobin, oksijenle birleşerek
bilinen parlak kan rengini oluşturur.
Kanımız hücrelerde oksijeni terk edip, karbondioksiti alıp geri
dönerken yani toplardamarlarımızda iken rengi koyu kırmızı hatta
biraz mora yakındır. Damarlarımızın çeperleri ve kan hücreleri
renksiz olduklarından, kanın rengini veya renginin tonunu içinde
oksijen olup olmaması tayin eder.
Damarlarımızın mavi renkte görünmesi, vücudumuza gelen ışığın bir
kısmının derimizde emilmesi, bir kısmının da yansıtılması ile
ilgilidir. Derimizde mavi renk gibi yüksek enerjiye sahip dalga
boyundaki ışıklar daha çok yansıtılıp gözümüze geldiği için
damarlarımız mavi renkte görülür.
Suyun altında niçin bulanık görürüz?
Denize dalıp gözlerimizi açtığımızda etrafı bulanık görürüz ama deniz gözlüğünü takınca her şey netleşir. Anlaşılıyor ki, gözümüzün önünde deniz gözlüğünün içindeki hava olmadıkça, suyun içinde görme işlevinde bir aksama olmaktadır.
Gözümüzün dışı bir görme elemanından ziyade, görüntünün ince ayarını yapan basit bir mercektir. Işık, havadan suya veya bir prizmanın içinden geçerken olduğu gibi, farklı yoğunluktaki cisimlerden geçerken kırılır. Gözümüzün yoğunluğu ve dışbükeyliği öyle ayarlanmıştır ki, gelen ışık kırılma sonucunda gözümüzün arkasındaki retinada odaklaşır.
Işığın sudaki hızı, gözümüzü geçerkenki hızı ile yaklaşık aynıdır. Ancak suyun yoğunluğu farklı olduğundan buradan gelen ışık, havadan gelecek ışığa göre yoğunluğu ayarlanmış gözümüzde tam kırılamaz, görüntü retinada tanı odaklaşamaz ve suyun altında cisimleri flu görürüz.
Eğer su ile gözümüz arasına bir cam koyar ve arkasında havanın bulunduğu bir boşluk bırakırsak, sudan havaya geçen ışık oradan gözümüze gelerek normal olarak kırılır ve görüntü de retinada net olarak odaklaşır.
Niçin hıçkırırız?
Süratli yemek yenildiğinde, yutkunma neticesinde yemek ile
birlikte bir miktar da hava alınır. Hıçkırık, yiyeceğin yüzeyine
yapışarak sindirim sistemine giren bu havayı atmak için sistemin
gösterdiği bir tepkidir. (Göğsümüzü karnımızdan ayıran ve
akciğerlerimizin altına bitişik büyük bir kas olan) Diyafram
süratle büzüşerek, çok ani ve hızlı nefes almamızı sağlar. Bu arada
boğazımızın üst tarafında, ses tellerimizin bulunduğu kısımda bir
kapanma olur ve buradan geçen hava bir an bloke edilir. Bu da
'hıck' şeklinde bir sesin çıkmasına neden olur.
Midedeki bir olayla diyaframın ilişkisi, bu iki organdaki
sinirlerin birbirine çok yakın hatta iç içe geçmiş olmalarındandır.
Bu nedenle en çok yemekten sonra hıçkırırız. Sindirim işlemi
bittikten sonra hıçkırık olmaz.
Nasıl ve niçin hapşırıyoruz?
Hapşırma burun kanallarındaki sinirlerin uyarılması sonucu
oluşan psikolojik bir reaksiyondur. Aslında burnumuz nefes
almamızda çok önemli bir görev yapar. Hava onun dar kanallarından
türbülans oluşturarak geçerken hem ısısı ayarlanır, hem de içindeki
toz burada filtre edilir.
Buradaki sinirlerin uyarılmasının nedenleri değişiktir. En çok
alerjik etkilenmedir ama toz, duman, parfümler hatta aniden ışığa
bakma gibi başka birçok nedenleri daha vardır. Hapşırmadan önce
sanki bir yerimiz ısırılmış gibi sinir uçlarının ikaz göndermesi
sonucu, burnumuzdan önce bir salgı gelir.
Bu salgının ardından beyine giden ikaz neticesinde baş ve boynumuzdaki kaslar uyarılarak ani nefes boşanması olayı yaşanır. Ses tellerinin olduğu bölüm önce kapanır ve buradaki havanın basıncı iyice yükselir. Sonra aniden açılarak hava yüksek bir sesle dışarı verilir. Tabii beraberinde burnumuzdaki toz gibi yabancı maddeler ve soğuk algınlığı yaratan mikroplar da...
Tırnaklarımız nasıl uzuyor?
[PAGE]
Genel anlamda tırnaklarımız saçlarımızla ortak bir özellik gösterir. İkisinin de görülen kısımları ölü hücrelerden oluşmuştur ve kompozisyonlarındaki ana madde keratindir. Tırnaklarımız parmaklarımızı mekanik dış tehlikelere karşı korurlar. Özellikle el tırnaklarımız parmaklarımız için çok önemlidir.
Onlar olmasaydı derimizin yumuşak tabakası ile eşyaları tutup kaldıramazdık. El ve ayak tırnaklarımız, derimizin altındaki, tırnak diplerine çok yakın köklerinden çıkarlar. Burada tırnak çok inceleşir ve yarım ay şeklinde beyaz bir renk alır.
Kökteki hücreler ölü bir hücre olan keratin üretirler ve yeni hücreler üredikçe ölü tırnağı dışarı doğru iterler. Bu nedenle de aynen saçlarımız gibi tırnaklarımızı keserken de acı duymayız. Tırnaklarımız derimize her iki yandan elastik fiberlerle bağlıdırlar. Bu sayede yanlardan bağlı oldukları halde uzadıkça rahatlıkla ilerlerler. Derideki yatakları ile irtibatı biten tırnaklar beyazlaşır ve kesilmeyi beklerler.
Erkek ve kadınların el yazıları farklı mıdır?
[PAGE]
El yazısına bakarak yazanın kadın mı, yoksa erkek mi olduğunu tespit edemezsiniz. Bir el yazısının analizi sonucu, yazanın kişiliği, karakteri, hissi durumu, açıklığı, akıl durumu, enerjisi, motivasyonu, korkulan ve savunması, hayal gücü ve uyumluluğu gibi birçok konuda fikir sahibi olunabilir ama cinsiyeti konusunda bir karar verilemez.
Gerçi kadınların ve erkeklerin el yazılarında ayrı ayrı bazı karakterleri benzer şekilde kullandıkları bilinmektedir ama bu tüm bir yazı hakkında tatmin edici bir fikir vermez.
Eğitimli ve tecrübeli bir analizci yüzde 85-95 doğrulukla yazının sahibi (cinsiyeti değil) hakkında bilgi verebilmektedir. Bu analizcilere iş başvurularında, firmalara ve devlete adam almada hatta mahkemelerin yaptırdığı tatbikatlarda başvurulmaktadır.
Niçin her insanın sesi farklı?
[PAGE]
Sesimizin oluşmasının ana nedeni şüphesiz ses tellerimizdir. Ses tellerinin boyu sesimizin kalınlığını belirler. Ne kadar uzunsalar ses o kadar ince çıkar. Kadınların erkeklere göre avantajları ses tellerinin daha uzun olmalarıdır.
Tabii ki ses tellerimiz sesimizin tınısını tek başlarına belirleyemezler. Dudağımız, dişlerimiz, dilimiz olmasaydı ortaya anlaşılmaz rahatsız edici bir gürültü çıkardı. Konuşurken nefes veririz. Bu nefes konuşmanın karakteristiğini etkileyen en az 11 noktadan geçer.
Ayrıca kişinin karakteri, havanın akışı ve hızı, ağız ve dudak yapısı da konuşmada etkin faktörlerdir. Ancak tüm konuşma olayının organizatörü beyindeki bir bölgedir. Burada düşüncenin ana yapısı oluşturulur, kulak ve gözlerden gelen sinyallerle birleştirilir ve boğaza sinyal olarak gönderilir.
Bu bilgiler Tamer Korugan'ın "Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi-1" isimli kitabından derlenmiştir.