Almanya’nın Stuttgart şehri yakınlarındaki Backnang kasabasında,
Türkiye kökenli bir ailenin yaşadığı apartmanda çıkan yangın
sonucu, 7 çocuk ile anneleri hayatlarını kaybetti.
Ve yaşanan bu talihsiz olay nedeniyle yüreklerimiz gerçekten
burkuldu.
Tabi olay sonrasında akıllara ilk gelen, Alman milliyetçilerinin
bir kundaklaması olma ihtimaliydi. Çünkü tıpkı “2008
yılında Ludwigshagen’de 9 Türkün öldürülmesi” gibi
Almanya’da benzer birçok vaka yaşanmıştı.
Bu nedenle Neonaziler, Türk düşmanlığı üzerine geliştirdikleri
eylemlerle ilk şüpheliydiler.
***
Alman yetkililerinin araştırmaları neticesinde yangının asıl
sebebinin ne olduğunu göreceğiz.
Ama sonuç bir “ihmal” olarak çıkıp
Neonaziler aklansa da, onların Almanya’da en az
bizdeki “milliyetçilik” tartışması kadar
ciddi bir gündem konusu olduklarını bilmemiz gerekiyor.
Çünkü aşırı sağcı Almanya Milliyetçi Demokratik Partisi
(NPD)’nin kapanma davası, gündemin en sıcak konularından... Ve
hükümet tarafından haklarındaki kapanma davasının açılıp
açılmayacağı mart sonuna kadar belli olmuş olacak.
Yani nasıl ki bugünlerde Türkiye’de Kürt sorunun çözümü
sürecinde “milliyetçilik” yeniden ve
yeni şekilleriyle gündemimizin en yoğun mevzusuysa, Almanya da
benzeri bir dönemeçten geçiyor.
Ama Almanya ile aramızda bir farkı var.
Orada yaşanan milliyetçilik tartışması “siyasal
parti kapanması ve özgürlükler” ekseninde sürerken,
bizdeki ise tamamen bir kavram kargaşasına dönüşmüş durumda.
“Millet, milliyet, ulus, milliyetçilik, halk,
vatandaş-vatandaşlık” gibi kavramlar birbirine
karışmış ve herkes kendine göre bir yorum getirmekte… Olayın
sosyolojik, tarihsel ve siyaset bilimi içindeki kapmasını gözeten
neredeyse yok.
Hal böyle olunca da, zikrin ve fikrin bilginin önüne geçtiği
yerde hakim görüş “kaos” oluyor.
Başbakan İslami bir perspektifle “milliyetçiliğe
kapımız kapalı” diyor,
Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk milliyetçiliğine
vurgu yaparak savunma pozisyonuna geçiyor.
Ama her iki partinin savunduğu bu fikirlerin içeriğine göz
attığınızda ise, söylemsel düzeyde inanılmaz tutarsızlıkların
olduğunu ve kavramların özü itibariyle değil, siyasal belleğin
getirdiği “geleneksel ezber” biçiminde
tartışıldığını görüyoruz.
Söz konusu bu olunca da, ülkenin belki de üzerinde durulması
gereken en önemli tartışmasında bir türlü tam anlamıyla birbirimizi
anlayamıyoruz. Ve konu sonuç odaklı
değil, “anlaşılamamak” üzerinden uzayıp
gidiyor.
***
Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde magazin dünyasının en önemli
isimlerinden Nihat Doğan, Venezuela devlet başkanı Hugo Chavez'in
cenaze törenine katıldı.
Giderken de, Twitter’dan bence ülke gündemini en iyi açıklayan
ifadelerde bulundu.
Kafa karışıklığımızı gözler önüne serdi. Hepimize de bir ders
verdi.
Sempatizanlarının bir anlamda “muhafazakar
devrimci” olarak da ilan ettiği Nihat Doğan,
“Devrimin sağı solu olmaz... Devrimi sol kalıplar
içerisine sokmak ahmaklıktır. Devrim
Devrimdir...” diyerek aslında içine düştüğümüz duruma
büyük bir gönderme yaptı.
Çünkü neyin sağ, neyin sol olduğunun bir birine karıştığı,
siyasetin bu kadar karman çorman hale geldiği bir dönemde, devrim
de ancak bu kadar tanımlanabilirdi.
Ayrıca siyasal hareketlilik ve örgütlenmenin Facebook’ta
fotoğraf paylaşılmaya indirgendiği günümüzde, kalkıp Venezüella’ya
gitmesi de çoğu siyasal aktivist ve aktöre örnek olacak bir
davranıştı.
Dahası kimsenin konuşmaya cesaret edemediği, unutlan konuların
da kapısını aralamış olmuştu.
Yani bundan dolayı Nihat Doğan, anlayan için üzerine
atılan “şov
yapıyor” tanımlamasından çok daha fazla mesaj
içeren adımlar attı.
***
Tüm bunlar nedeniyle,
Bana kalırsa Nihat Doğan, Almanya’da hayatını kaybeden Türklerin
cenazesine de gitsin ve giderken de, bir
de “milliyetçilik” ile ilgili birkaç laf
etsin.
Göreceksiniz siyasetçilerimizden daha anlamlı, özlü, temelli
fikirler ortaya atacaktır.
Çünkü bu gidişle, Nihat Doğan'dan başka bu işleri çözecek kimse
yok.