Nihal Atsız kafatası ölçmüş müydü?
Abone olNihal Atsız'ın kafa tası ölçüp ölçemediğine dair tartışmalar artık kabak tadı verdi. Atsız'ın oğlu Yağmur Atsız ile gazeteci Halit Kakınç tartışmalara yeni boyut getirdi.
Nihal Atsız'ın kafatası ölçüp, ölçmediğine dair yapılan
tartışmalar artık kabak tadı verdi. Sağlığında Nihal Atsız'a yakın
olan gazeteci-yazar Halit Kakınç, derken, Atsız'ın oğlu Yağmur
Atsız ise babasının kaftası ölçecek kadar aptal olmadığını
söyledi.
Babasının, ‘kafatasçı’ yakıştırmalarından canının sıkıldığını ve
bunu yapanları alaya almak için “Ulan kafatasçılık öyle mi? O zaman
gelin kafatasçılık edeyim de görün!” diyerek havsala aleti (hamile
kadınlara doğum sırasında yapılan ölçüm aleti) ile onların
kafalarını ölçtüğünü belirtti. “Türkiye’nin dört bir yanından çat
kapı evimize gelip saatlerce kafatasını ölçtürmek isteyen insanlar
biliyorum... Ancak havsala aletinin gerçek mahiyetini ben, annem ve
Rıza Nur dışında kimse bilmezdi.” diyen Yağmur Atsız, son günlerde
babasıyla ilgili olarak gazetelerde yer alan görüşlerinin manipüle
edildiğini, sansasyonel bir anlayışla verildiğini söyledi.
Yeni yayınlanan ‘Ömrümün İlk 65 Yılı’ (Türk Edebiyatı Vakfı
Yayınları) adlı kitabında babası şair, romancı ve tarihçi Nihal
Atsız’ın yaşamından anekdotlar aktaran yazar, kitabında ‘akademi
gibi’, ‘tekke işlevi görüyordu’ dediği evlerine gelip gidenler,
babasının dostları Aziz Nesin, İsmet İnönü, Alparslan Türkeş, Orhan
Şaik Gökyay, Yahya Kemal, Ediz Hun, Yaşar Kemal ile ilgili son
derece ilginç anılarına yer veriyor. Atsız’ın ironik bir dille
kaleme aldığı anıları, Nihal Atsız’ın fikirlerini, mücadeleci
yaşamını, nükteli sohbetini merak edenler için önemli ipuçları
taşıyor. Mesela bunlardan biri şöyle: II. Dünya Savaşı sırasında
Hitler’i tutan ve Hitler’e hayranlık duyan Atsız, savaştan sonra
uzun süre evinde Hitler’e yataklık etmiş! Nasıl mı? 1946 yılında,
çeşitli mahfillerde, Atsız’ın can-ciğer ahbabını evinde sakladığı
yolunda rivayetler dolaşmaya başlar. Bu dedikodunun alıp yürüdüğünü
gören Atsız, tıpkı ‘kafatası ölçme’ olayındaki gibi oyunu kuralına
göre oynamaya karar vermiş ve oğlu Yağmur Atsız’ı çağırıp planı
kulağına fısıldamış. Şeyhülislam Feyzullah Efendi İlkokulu’nda
okuyan Yağmur da ertesi gün, bir diplomat oğlu olan en yakın
arkadaşına babasının Hitler’i evlerinde sakladığını, ona kimseye
söylememesi için büyük yeminler ettirerek anlatmış. Bu olaydan
birkaç gün sonra iki araba dolusu kravatlı, takım elbiseli polis
evi basmış. “Siyasi Şube’den geliyoruz, Adolf Hitler’i tavan
arasında saklıyormuşsunuz.” diyerek içeri girmişler.
Türkiye’ye girişi yasaklandı
Alman Die Zeit gazetesindeki ‘Ermeni meselesi’ konusunda
yazılarından dolayı adı ‘Türk devletinin ajanı’na çıkan Yağmur
Atsız, bir gün Ermeniler ile bir televizyon programına katılır ve
ateşli bir şekilde Türk tezlerini savunur. Ancak Türkiye’de yayın
yapan milliyetçi bir gazetenin Almanca bilmeyen muhabiri, 1980’li
yıllarda Atsız ile Ermenileri aynı ekranda görünce İstanbul’a haber
geçer: “Yağmur Atsız, Ermenilerle beraber televizyon ekranından
Türkiye’ye yine kin kustu.” Bu haberden sonra, aynı kulvardaki
gazeteler Atsız’ı hıyanet-i vataniyye ile suçlamaya başlar. Hatta
bu yüzden askerî hükümet 1981’de Atsız için tutuklama emri çıkartır
ve daha sonra da Türk vatandaşlığından çıkartılma işlemleri
başlatılır. 1986’da Almanya Cumhurbaşkanı Von Weizsaecker,
Türkiye’yi zeyaret edecektir. Cumhurbaşkanına refakat listesinde
bir Türk’ün de adı geçmektedir: Yağmur Atsız. Türkiye’de tutuklama
emri bulunan bir şahsın böylesine bir ekiple bu ülkeye gelmesi
sakıncalıdır. Hemen konu Dışişleri’ne bildirilir. Ancak koskoca
cumhurbaşkanının listesine itiraz etmek mümkün olmaz. Ve Atsız’a
kimse dokunamaz.
Yaşar Kemal ile hem kendisinin hem de babasının dost olduğunu
söyleyen Yağmur Atsız, yazarın 1975-81 arası Almanya’ya geldiğinde
kendi evinde kaldığnı söylüyor. Babasının Yaşar Kemal gibi bir
komünistle muhabbetini anlamadığnı ironik bir dille ifade eden
Atsız, Nurullah Ataç’ın da babasını çok sevdiğini belirtiyor.
Yağmur Atsız, anılarının en ilginç bölümünü bir zamanlar kadim
dostu olan Zülfü Livaneli’ye ayırmış. Çok önemli iddialar ortaya
atan Atsız, Livaneli’nin “80 öncesi Avrupa konserlerinde söylediği
ve halktan derlediğini iddia ettiği politik türkülerin halk türküsü
olmadığını, yine bu türkülerde Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili
nahoş sayılabilecek sözlerin bulunduğunu”, “Livaneli’nin şan ve
şöhrete düşkün olduğunu ve doymayan bir egosunun bulunduğunu”
hatıralarından örnekler de vererek uzun uzun anlatıyor.
Yağmur Atsız, cumhurbaşkanına hakaretten
yargılanıyor
Yağmur Atsız, bir köşe yazısında Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’e
hakaret ettiği gerekçesiyle yargılanıyor. Bir dönem Ermeni meselesi
ve Kıbrıs konusunda Alman televizyonlarında dillendirdiği Türkiye
yanlısı görüşlerinden dolayı adı ‘Türk devleti ajanı’na çıkan
Atsız, 11 Nisan 2005’te Tercüman gazetesinde yazdığı bir yazıdan
dolayı 6 Kasım 2005’te hakim karşısına çıkacak. Orhan Pamuk ile
aynı maddeden yargılanan Atsız’ın davası, ne yurtiçinde ne de
yurtdışında bilinmezken Pamuk davası AB meselesi haline geldi.
“Pamuk’a ilgi gösterilmesin demiyorum. Ama biraz olsun benim de
mağduriyetim bilinsin.” diyen Atsız, kamuoyundan ilgi bekliyor.
Yazı: Halit Kakınç
Kaynak:
Kafatası ölçme saçmalığı yetti!
Kaç gündür bu zırvalığı okuyup lahavle çekiyorum. Sonunda Reha Oğuz
Türkkan da sahneye çıkınca, bardak taştı.
Olay, Sefa Kaplan’ın Hürriyet’te Yağmur Atsız’ın kitabını konu alan
haberi ile başladı. Yağmur Atsız diyordu ki, ‘Babam Nihal Atsız’ın
bir kafatası ölçme áleti vardı. Bununla misafirlerinin
kafataslarını ölçer ve ırken saf Türk olup olmadıklarını tesbit
ederdi.’
Bu asılsız muhabbet bu kadarla kalsaydı, ‘Bana ne... Oğludur,
saçmalama hakkını kullanıyor’ deyip susacaktım. Derken, dün de R.
Oğuz Türkkan konuştu. Kendisinin Nihal Atsız’ın kafatasını
ölçtüğünü ve yeterince Türk çıkmayınca çok bozulduğunu söyledi.
Sefa’ya sözüm yok. Polemik konusu dosyaları karıştırıyor.
Sansasyonel tutanaklar yakalayıp kullanıyor. Buraya kadar tamam da,
gelelim işin özüne...
Nihal Atsız, Türkiye’de en yanlış anlaşılan ve hakkı teslim
edilmeyen fikir adamlarından biridir. Hayatı boyunca para ve çıkar
ile satın alınamayan nadir kalemlerden bir tanesidir.
Hiçbir döneminde kafatası ölçme gibi bir zırzopluğa tevessül
etmemiştir. Irkçı da değildir.
Çıkardan uzak bir vatansever!
Nihal Atsız’ın dostu yoktur. Çünkü yaşamı boyunca, her türlü
çıkardan uzak bir vatansever olmuştur. Tek Şef döneminde,
hakkındaki iddiaların aksine, Cermenler’in ve Faşizm’in Kuduruşu
diyerek Hitler ve Mussolini’yi yerden yere vuran ilk kalemdir.
Sonradan tapınılan bazı kimseler kadın topuğuna mısralar düzerken,
‘Bu ecdad mezarları kapanamaz’ diye ilk kez yazan adamdır. Herkes
yağ çekme kuyruğuna girerken, ‘Dalkavuklar Gecesi’nde Atatürk
dönemini eleştirme cesaretini gösteren kişidir.
Fikirleri üzerine kurulduğu öne sürülen MHP’ye 1969’dan itibaren en
sert biçimde karşı çıkan ve en acımasız biçimde eleştiren yine
Nihal Atsız’dır. Bu doğruculuğu ve tavizsiz tutumu yüzünden,
vefatının birinci yıldönümünde mezarının başındaki bir avuç dostu
yaylım ateşine tutularak taranmıştır.
1940’larda yayınladığı Orhun Dergisi’ndeki makalesinde, ‘Türk
Milleti, çağın akışına göre, Türkçülük fikrini muhafaza etmek kaydı
ile yapısına uygun şu veya bu ideolojiyi benimseyebilir’ diye yazan
yine Nihal Atsız’dır.
Tarih Kitabı nereye gitti?
Ben, Nihal Atsız’ı tanıdım. 1966 veya 1967 yılıydı. Maltepe’deki
evine gittim. Okuyan bir çocuktum. Babam marksistti. Çoğu erkek
çocuk gibi, tezlerine anti-tez geliştiriyordum. Acaba,
Türkçülük-Turancılık bir çıkış yolu olabilir miydi?
Erken gençlik günlerimin sohbet ocaklarından biri oldu Atsız Bey’in
evi. Görüşlerine katılıp katılmamak başka bir konu, ama O’ndan Türk
Tarihi ve Türk Dünyası ile ilgili önemli şeyler dinledim.
70’lerden sonra yollar farklılaştı. Ziyaretlerim azaldı.
Son yıllarında kendisini tamamen Türk Tarihi çalışmasına verdiğini
gayet iyi hatırlıyorum. Tabulardan, dogmalardan, resmî söylemlerden
uzak gerçek bir tarih olacaktı ifadesine göre.
10 Aralık 1975’te vefat etti. İlginçtir, evlatlığı aradığı
kimseleri bulamadı. Telefon defterinden ancak bana ulaşabildi. Ölü
evine giren ilk kişi oldum.
Tarih çalışması, sayfalar dolusu halde masasının üzerinde
duruyordu. Nasılsa yarın oğulları (Yağmur ve Buğra) Almanya’dan
geleceklerdi. Bu onların işiydi. Dokunmadım.
Birkaç gün sonra Park Otel’in Gümüşsuyu’ndaki pastanesinde Yağmur
Atsız’a Türk Tarihi’ni sordum. ‘Öyle bir çalışma yok. Babam son
günlerinde hayál kurmuş’ cevabını verdi.
Özetle - Sayın Yağmur Atsız’ın yok dediği tarih çalışmalarını
gözümle gördüm. Kafatası ölçme áletiyle ise hiç mi hiç
karşılaşmadım.