Nebil Özgentürk 'babayani'leri anlattı
Abone olKitabında yaşamında yer etmiş “babayani”leri anlatan yazar, kendi öyküsüne de ilk kez bu kitabında yer veriyor.
Türkiye’nin yaşayan belleği ve en önemli belgeselcilerinden biri olan, anlattığı birbirinden güzel insan hikâyeleriyle ülkemizdeki pek çok değerli ismi bizlere tanıtan Nebil Özgentürk’ün yeni kitabı Babayani, KaraKarga Yayınları etiketiyle kitabevi raflarındaki yerini aldı. Kitabında yaşamında yer etmiş “babayani”leri anlatan yazar, kendi öyküsüne de ilk kez bu kitabında yer veriyor.
“Başkalarını anlatmaktan kendini anlatmaya vakit bulamayan” Özgentürk, ilk kez bu kitabında az da olsa vakit buluyor ve ilk gençlik yıllarından anekdotlar, aile öyküleri ve tanıklıklarını da bizlerle paylaşıyor.
Yazarın yakın dostları Zülfü Livaneli ve Sunay Akın da Nebil Özgentürk’ü anlattıkları yazılarıyla kitaba konuk oluyor.
Kitabın yalın dili ve akıcı anlatımıyla bambaşka hayatlara tanıklık edecek ve birbirinden değerli isimlerin yaşamlarındaki farklı öyküleri keşfedeceksiniz.
KİTABIN İSMİ BABAYANİ NE ANLAMA GELİYOR
"Yıllar var ki alçakları, namussuzları ve görgüsüzleri yazıyorum! Yüreği kin ve irin bağlamış kişileri anlatıp duruyorum! Baskıcı, zalim, hoyrat, ihbarcı, işkenceci, riyakâr, vicdansız, yalancı ve rezil rüsva tipler gelip geçiyor satırlarımdan." diyen Nebil Özgentürk bakın kitabın içeriğini ve ismini nasıl anlattı:
"Kısacası, belgesellerime ve kitaplarıma kötünün kötüsü ve soysuz mahlûkları konu ediyor, nakış gibi işliyorum!
Şimdi…
“Nasıl olur kardeşim? Sen genellikle üreten, acı çeken, sansürlenen sanat adamlarının, zulme uğramış kişilerin belgesellerini yaptın, sevdiklerimizi yazdın.” diye sorabilirsiniz!
Ama oluyor işte...
Çünkü çekilen her acının acı çektireni, işkence görenin işkencecisi, mazlumun zalimi, ezilenin ezeni vardır. Her hazin öykünün de iyi ve kötü kahramanları… Tabii ki film ya da romanlarda olduğu gibi çatışıp durur her iki taraf.
Barışı anlatırken şahinlerin zulmünü de anlatırsınız. Kıyıya vurmuş bir çocuk bedenini okurlarınızla paylaşırken, cellatları da lanetlersiniz. Töre kurbanı bir genç kızı yazarsınız, tetiği gözünü kırpmadan çeken ağabey ya da babaya da öfke duyarsınız. Tek bir şiiri yüzünden yıllarca hapis yatmış bir şairi konu edersiniz, kararı veren hoyrat adamlar da dolanır dilinize. Sürgünde kahrından ölen ya da suikasta kurban giden, hapislerde çürüyen, mahkeme koridorlarında ömür tüketen sanatçıların, düşünce adamlarının hayatını belgeselleştirirken baskıcı iktidarlardan, riyakâr iktidar sahiplerinden de söz edersiniz.
Benim yazı maceram, belgesel yolculuğum hep böyle gelip geçti.
Her insan hikâyesinde bir hüzün buldum. Hüzünleri anlatırken “kötü adamları” hatırlattım. Kötü adamları lanetlerken, vicdan sahiplerine sarıldım!
***
“Tevazu sahibi, görmüş geçirmiş, derviş” gibilere eski dilde “Babayani” derlermiş. Açıkçası benim sevdiğim insan tiplerine çok uyuyor.
İşte, bu kitapta, yıllardır olduğu gibi yine “babayanileri” anlattım ve adını da tabii ki Babayani koydum.
Fakat diğer kitap ve çalışmalarımdan bir farkı var.
“Başkalarını anlatmaktan kendini anlatmaya vakit bulamadın.” diye takılırlardı arkadaşlarım bana. Bu kez az da olsa vakit buldum.
Kitapta okuyacağınız yazılar arasında, ilk gençlik yıllarımdan anekdotlar var. Aile öykülerim var. Tanıklıklarım var. Şairin dediği gibi “yaşadıklarımdan öğrendiklerim” de var, yaşarken ayakta kalmaya dair ipuçları da… Sevdiğim insanların yaşam öyküleri de…
Ama genellikle de… Yani, önünde sonunda “babayani” adamlar…
Bu arada “kendini yazmıyorsun” diyen iki yakın dostumun; Zülfü Livaneli ve Sunay Akın’ın “beni” anlattığı satırları da var.
Sevgiyle kalın, hoşça okuyun...
* * *
“Nebil Özgentürk, Türkiye’nin ‘masumiyet çağı’nın belgeselcisidir. O, ‘kültür tarihimize kayıt düşen adam’ olarak anılmayı çoktan hak etti.”
Zülfü Livaneli
“Nebil Özgentürk, bir arkeoloğun birikimi ve titizliğiyle, kalemiyle kazıyor insan öykülerini. Bir ressam olsaydı, bitti diye atılan boya tüplerinde kalan renklerle yapardı resimlerini. Bir heykeltıraş olsaydı, önünde model olarak duran insanın heykelini yapmak yerine, taşın içindeki insan öyküsünü bulur çıkarırdı. Bir şair olsaydı eğer, dize peşinde koşmaz, insanın dize gelmediği şiirler yazardı.”
Sunay Akın