Ne Pensilvanya imalatı, ne Washington kurgusu
Abone olMHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu ne Pensilvanya imalatı, ne Washington kurgusu, ne de bir başka yabancı ve gayr...
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu ne
Pensilvanya imalatı, ne Washington kurgusu, ne de bir başka yabancı
ve gayri meşru oluşumun eseri olmayıp yalnızca ve yalnızca büyük
Türk milletinin adayıdır” dedi.
MHP Genel Başkanı Bahçeli, partisinin TBMM’deki grup toplantısına
yaptığı konuşmasına 21.Dönem İstanbul Milletvekili Murat
Sökmenoğlu’nun hayatını kaybetmesinden dolayı üzüntülerini dile
getirerek başladı. “Siyaset değerlerle çatışır, ahlaki ve hukuki
normlarla ters düşerse tıpkı bugünkü gibi büyük sorunların
yaşanması kaçınılmazdır” diyen Bahçeli, halka hizmet yerine;
koltuk, makam ve para hırsıyla çıkarlarının kölesi olan sorumsuz
siyasetçilerin Türkiye’ye çok zaman kaybettirdiklerini söyledi.
Uzlaşma kanallarındaki tıkanıklığın, diyalog ve işbirliği
zeminindeki kayganlığın siyasetin çözüm ve iş bitirme ufkunu
daralttığını ve hatta kapattığını vurgulayan Bahçeli şöyle devam
etti:
“Dünyanın kendi etrafında döndüğü zehabına kapılan, her şeyin
merkezine bizatihi kendisini koyan küçücük kafalar siyasetin anlam
ve değer aşınmasında önemli pay sahibi olmuşlardır. Bunlar,
toplumsal bünyeyi kutuplaştırmaktan özel bir haz almışlar,
hassasiyetleri kaşımaktan farklı bir zevk duymuşlardır. Siyaseti
cepheleşmeye hapseden, savaş ve saldırı mantığıyla demokrasiyi
yaralayan, demokratik kültürü yozlaştıran çapsız ve vizyonsuz
siyaset işportacıları gerçekten de milletimizden çok şeyler
götürmüştür. Önemle belirtmeliyim ki, 91 yıllık Cumhuriyet
tarihimizin son 68 yılına tekabül eden çok partili siyasi hayat
kazanımlarının yanında; çok sayıda badirenin yaşandığı tarihsel bir
sürece de işaret etmektedir. Ülkemizde belirli aralıklarla yaşanan
siyasal kilitlenme hali, ideolojik tansiyondaki yükselme gerçeği,
toplumsal karşıtlıklardaki keskinleşme tablosu vahim travmalara
ortam açmıştır. Ara rejim dönemleri bunlardan en belirgini ve göze
çarpan örneğidir. Şüphe etmiyoruz ki, askeri müdahaleler
demokrasiden, temel hak ve özgürlüklerden, medeniyet kulvarından,
gelişme ve kalkınma istikametinden taviz ve sapmadır. Son yarım
asırlık süre içinde Türk demokrasisi, Türk siyaseti ve hepsinden de
önemlisi milli irade farklı aralıklarla silahların gölgesinde
kalmıştır.
Her darbe sosyal ve ekonomik gerilemeyi hızlandırmış, uluslararası
zemindeki iddia ve itibarımızı aşındırmıştır. Her darbe toplumsal
istikrarı zedelemiş, güven ve huzuru baltalamıştır. Her ne sebeple
yapılırsa yapılsın, hiçbir askeri müdahale veya telkin doğru ve
meşru değildir. Darbe ne kadar tehlikeli, ne kadar gayri meşru bir
hareket tarzı ise, sözde darbe davaları icat edip siyaseti terbiye,
devlet kurumlarını ve TSK’yı dizayn emeli taşımak bir o kadar
tehlikelidir.
Başbakan Erdoğan ve hükümeti topluma korku enjekte etmiş, millet
ordusunu sürekli töhmet altında bırakmıştır. 28 Şubat’ın ürünü ve
doğal bir sonucu olan Recep Tayyip Erdoğan içi boş ve samimiyetsiz
demokrasi söylemleriyle, darbelere karşı muvazaalı tutumuyla
yıllardır huzursuzluk kaynağı haline gelmiştir.
Bilhassa 12 Eylül darbecilerinden halen hayatta olanların
yargılanması sürecinde buna fazlasıyla tesadüf edilmiştir.
Bildiğiniz gibi, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumla,
Anayasa’nın geçici 15. Maddesi kaldırılmıştır. Müteakip zaman
içinde 12 Eylül mağdurları ve mağdur yakınları darbecilerle ilgili
şikâyetlerini Cumhuriyet Başsavcılıklarına intikal ettirmişlerdir.
Sonuçta, 7 Nisan 2011 tarihinde soruşturma başlatılmış, 4 Nisan
2012’de de 12 Eylül darbecilerinin yargılanma safhasına
geçilmiştir.”
“12 EYLÜL DAVASINDA CEZALAR KESİNLEŞMESE DE ÇIKAN NETİCE BİZLERİ
NİSPETEN MEMNUN ETMİŞTİR”
“Ahmet Kenan Evren ile Ali Tahsin Şahinkaya’nın iki yılı aşkın
süredir devam eden yargılanmaları, temyiz yolu açık olmak kaydıyla
geçtiğimiz hafta tamamlanmıştır” diyen Bahçeli, “Ankara 10. Ağır
Ceza Mahkemesi bu iki ismi TCK’nın 146. maddesi uyarınca müebbet
hapse mahkum etmiştir. Parti olarak, 12 Eylül’ün acısını ve
cefasını çok fazla çektiğimiz için davaya başından itibaren müdahil
olduk. Ve cezalar kesinleşmese de çıkan netice bizleri nispeten
memnun etmiştir. Fakat her defasında bu dava sürecinin siyasi
istismar malzemesi yapıldığını, esasen 12 Eylül’le hesaplaşma
gayesi gütmediğini net olarak vurguladık. Referandum sürecinde
partimizle ilgili kafa karışıklığı yaratmak için Anayasa’nın geçici
15. maddesinin değişiklik paketine sokulduğunu, bunun bir kılıf
olduğunu sürekli ifade ettik. Aslında hukuken bile tartışmalı olan
bir soruşturma ve kovuşturma neticesinde; birisi 89, diğeri 97
yaşında olan iki darbeci generalin cezalandırılmasıyla 12 Eylül
aklanmayacak, temize çıkmayacaktır” şeklinde konuştu.
“BU İKİ DARBECİ GENERAL 12 EYLÜL 1980’DEN SONRA YAPILAN ZULÜMLERİN,
KÖTÜ MUAMELELERİN ELEBAŞLARI ARASINDADIR”
“Algısı kapanmış Kenan Evrenle, yataktan çıkamayan Tahsin
Şahinkaya’nın müebbet hapse mahkum olmasını 12 Eylül’le hesaplaşmak
şeklinde yorumlamak çok ucuz, çok sorunlu ve çok temelsiz bir
yaklaşımdır” diyen Bahçeli, şunları kaydetti:
“Kuşku yok ki, bu iki darbeci general 12 Eylül 1980’den sonra
yapılan zulümlerin, kötü muamelelerin elebaşları arasındadır.
Fakat 12 Eylül darbesini sorgulayacaksak, darbecilerin yakasından
tutacaksak, sadece iki yaşlı darbeciye güç gösterisi yapmanın akıl
karı olmadığını da bilmemiz gerekmektedir. Sorgulamak lazımdır ki,
12 Eylül 1980’den sonra çıkarılan yasaları, alınan kararları, ülke
yönetiminde bulunan kişi ya da kişileri ne yapacağız, nereye
koyacağız? 34 yıldır süren, 34 yıldır devlet ve toplum hayatının en
ücra köşelerine kadar sinen 12 Eylül düzenini, hak kayıplarını,
mağduriyetleri nasıl yorumlayacağız? Kenan Evren ve Tahsin
Şahinkaya’yı cezalandırınca geçmişin acıları bir çırpıda dinecek,
çekilen çileler bir anda sıfırlanacak mıdır?
Milliyetçi-Ülkücü Hareket 12 Eylül’ün en ağır, en olumsuz
şartlarına maruz kalmış, her anlamda kayba uğramıştır. Muhterem
dava arkadaşlarım 12 Eylül zindanlarında insanlık dışı
işkencelerden geçmiş, ölümle sınanmış, yağlı urganlarla imtihan
edilmiştir. Şimdi herkes Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya
odaklanmıştır; ama Milliyetçi-Ülkücü Hareket’e kin kusan, öfke
yağdıran, eziyet eden 12 Eylül cellatlarını her nedense kimseler
konuşmamaktadır. Ankara Mamak Askeri Cezaevinde C-5 adı verilen bir
barakada Ülkücülere reva görülen zalimlikleri; akıl almaz, yürek
dayanmaz azapları Başbakan nereden bilecektir, nereden ruhunda
hissedecektir?
Mamak’ta, cehennemi aratmayan kafeste, işkenceci alçakların
Ülkücülere en adi muamelelerini Başbakan’ın anlayabilmesi ve
vicdanında hissetmesi için önce adam olması, önce kalbi vatan ve
bayrak aşkıyla çarpması gerekecektir.
Bu da olmayacağına göre, 12 Eylül üzerinden planlanan ve kurgulanan
siyaset tasarımı darbenin ağır yükünü ve bedelini ödemiş mazlum
kardeşlerimi aldatmaktan, şehitlerimizin kemiklerini sızlatmaktan
başka hiçbir şeye yaramayacaktır. Bugünlerde demokrasi şampiyonu
kesilen bazı yazar çizer takımının; o tarihlerde 12 Eylülcülere
nasıl methiyeler düzdüğünü, nasıl sırnaşıp alkışladıklarını çok iyi
biliyoruz.
Ankara’da Bekir Bağ’ın, Malatya’da Aydın Demirkol ve Mehmet
Kazgan’ın, tutuklu bulundukları sırada ağır işkencelere
dayanamayarak asil ruhlarını teslim etmelerini hiç ama hiç
unutmadık. Suçsuz günahsız 9 ülküdaşımızı idam sehpasına
çıkaranlardan, boğazlarına 12 Eylül urganını bağlayanlardan,
çırpına çırpına şehit olmalarını tebessümle izleyen alçaklardan
ezelden ebede kadar alacaklıyız, davacıyız. İman ediyoruz ki, bu
hesap değil bu dünyada, Mahkemey-i Kübra’ya kalsa bile
görülecektir.”
“ŞEHİT VERDİK, AMA TAVİZ VERMEDİK”
Bahçeli, yürümekten dahi aciz iki yaşlı insanın yargılanmasıyla 12
Eylül’ün kara defteri kapanmayacağını, diyetinin ödenmeyeceğini
ifade ederek, “Parti olarak 12 Eylül’ün hem öncesinde hem de
sonrasında feleğin çemberinden geçtik. Şehit verdik, ama taviz
vermedik. 12 Eylül damlarını taş medrese yaptık, ama kurnazlık
yapmadık. Her ülküdaşımız zindanlardan, hücrelerden, demir
parmaklıklardan yüzleri Hz. Yusuf nuruyla bezenmiş halde çıktı.
Kanımız aktı, bedenlerimize kurşunlar yağdı, bombalar yanı
başımızda patladı ama hak bildiğimiz yoldan, doğru gördüğümüz
ülkülerimizden vazgeçmedik. Kula kulluk etmedik, zulme boyun
eğmedik, 12 Eylül’ün tehditlerine teslim olmadık. Çünkü biz,
hakkımız yense de, tarih ve millet huzurunda haklıydık. Çünkü biz
ihlas sahibi, ülkü sahibi, ahlak ve edep mihveri, millet ve vatan
sevdalısı Milliyetçi-Ülkücü Hareket’tik. Bunun için Başbakan
Erdoğan’dan 12 Eylül ile ilgili öğreneceğimiz hiçbir şey yoktur. 34
yıldır zehir içtik, kızılcık şerbeti dedik. 34 yıldır yaralarımızı
sardık, kayıplarımızın yasını tuttuk, içten içe öfkemizi biledik.
Belki doğru belki yanlış; fakat bu devlet bizim, bu ülke hepimizin
dedik, sesimizi çıkarmadık, mağduriyetlerimizi seslendirmedik.
‘Ne yapalım, buna da dayanacağız’ dedik, ızdırabımızı içimize
gömdük, derinlerimize kilitledik. Şu hayret edilecek işe bakınız
ki, şimdilerde Recep Tayyip Erdoğan bize 12 Eylül’le ilgili ahkam
kesmekte, 12 Eylül’le ilgili parmak sallamaktadır.
Sayın Erdoğan sen ki, Kenan Evren’in ve 12 Eylül cuntasının
kucağında pışpışlanan, muhtıralardan süt emen, demokrasi karşıtı
cepheden gıdalanan, 12 yıldır Türkiye’ye kan ağlatan bildik bir
despotsun. Sen 12 Eylül’ü bırak da, 28 Şubat’ın, 27 Nisan’ın
derdine ve peşine düş. Konuşmamın bu aşamasında şunu da önemle
belirtmek istiyorum ki, 1980’den 34 yıl sonra darbeciler şeklen
cezalandırılıyorsa, yıllar alsa da, on yıllar geçse de; bir gün
gelecek 17-25 Aralık’tan dolayı Başbakan adaletin önüne çıkacak ve
yaptıklarının bedelini ödeyecektir. Başbakan, Pınarhisar’daki üç
beş ayını bile mumla arayacaktır. Bu bizim için siyasi namus
meselesidir. Gün ola harman ola; İnşallah 12 yıldır süren sivil ara
dönemin, rüşvet ve yolsuzluk iktidarının kökünü kazımak bizlere
nasip olacaktır” diye konuştu.
“TÜRKİYE’NİN YAKIN TARİHİ HUKUK CİNAYETLERİYLE DOLUDUR”
AK Parti hükümetinin ‘vesayeti sonlandırıyorum, statükoyu
bitiriyorum’ diyerek Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef aldığını
iddia eden Bahçeli, şunları kaydetti:
“Sözde darbe davalarıyla suçlu suçsuz ayrımına gitmeden, doğru
yanlış tefrikine aldırmadan Türk askerini darbeci göstermiştir.
Türkiye’nin yakın tarihi hukuk cinayetleriyle doludur. Türkiye’nin
yakın tarihi siyasallaşmış, bağımsızlığını yitirmiş, objektifliğini
elden çıkarmış yargı operasyonlarından geçilmemektedir. Haksızlık,
adaletsizlik ve usulsüzlük AKP’yle derinleşmiş ve genelleşmiştir.
Darbe niyeti taşıyan, darbe fırsatı gözleyen, darbe teşebbüsünde
bulunan asıl failler ayıklanmadan Türk ordusu suçlanmış, mensupları
itham edilmiştir. Bugün geldiğimiz bu aşamada yıllarca yürütülen
darbe davaları birer birer çökmüştür. En son olarak Balyoz Davası,
AKP’nin başında paralanmış, başında patlamıştır. 20 Ocak 2010
tarihinde, tetikçi bir gazetenin manşetlerinden çıkan haberler
sonucunda Türk askeri yeni bir takibata ve suçlamaya maruz
kalmıştır.
Sözüm ona, 2003 tarihli Çarşaf, Sakal, Suga, Oraj kodlu eylem
planlarına göre, darbe ortamı yaratmak amacıyla Fatih ve Beyazıt
camilerine bombalı saldırı düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Yine
sözüm ona, Balyoz Darbe Planı; Ayışığı, Sarıkız, Yakamoz ve Eldiven
gibi isimlerle tanımlanan darbe girişimlerinden ayrı olarak, bütün
aşamaları en ince ayrıntılarına kadar düşünülmüştür.
O tarihlerde, çarşaf çarşaf yapılan yayınlar aracılığıyla, mezkur
darbe planının her veçhesinin bilgisayar ortamında belgelendiği
yazılmıştır. Biz göre, Peygamber Ocağı’nın mensuplarına camileri
bombalama hazırlığı yapıp darbe şartları oluşturdukları iddiasında
bulunmak iftiraların en şerefsizi olarak tarihe geçmiştir.”
“ALDIKLARI EMİRLERLE SUÇLU-SUÇSUZ DİNLEMEDEN TÜRK ASKERİNİ
CEZAEVİNE KOYMUŞTUR”
16 Aralık 2010 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde
başlayan Balyoz Güvenlik Hareket Planı Davası’nın 21 Eylül 2012’de
sonuçlandığını ve ve 9 Ekim 2013 tarihinde Yargıtay’da onandığını
hatırlatan Bahçeli, “Bu kapsamda yüzlerce kişi ceza almıştır.
AKP’nin suflörlüğünde hukuku linç eden, haklı-haksız gözetmeden,
önüne gelene yağmur gibi ceza yağdıran görevli hakim ve savcılar
tarihe kara bir leke olarak geçmişlerdir. Uydurulmuş ve üretilmiş
CD’ler, savunma hakkının gasp edilmesi, tanık olarak gösterilen
bazı emekli askerlerin dinlenmemesi gibi çok sayıda usul hataları
Balyoz Davası’nın omurgasını çökertmiştir. Özel yetkili mahkemeler
efendilerinden aldıkları emirlerle suçlu-suçsuz dinlemeden Türk
askerini cezaevine koymuştur.
En sonunda Anayasa Mahkemesi’ne geçtiğimiz yılın Kasım ayında
yapılan bireysel başvurular sonuç doğurmuş ve yüksek mahkeme hak
ihlallerini tespit ederek gecikmiş tahliyelerin kapısını geçen
hafta açmıştır.
Bu çerçevede Balyoz Darbe Planı Davası’ndan dolayı yıllardır
içeride tutulan muvazzaf ve emekli askerler yeniden yargılanma
şartıyla özgürlüklerine kavuşmuştur. Merak ediyoruz ki, uyduruk
delilerle hüküm ihdas eden, tanık dinleme konusunda ayak sürüyen,
hukuku mahveden yanlı ve tarafgir hakim ve savcılar şimdi ne
yapacaklar, nereye sığınacaklardır?” dedi.
“İYİ Kİ HALA VİCDANINI SATMAYAN YARGIÇLAR BU ÜLKEDE GÖREV
BAŞINDADIR”
“İnsan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan sözde hukukçular ne zaman
hak ettikleri yaptırımla tanışacaklardır? Yüzlerce askerimizin
kaybolan ve esaret altında geçen yıllarının hesabını kim
verecektir? Dahası cezaevlerinde vefat edenleri kim geri
getirebilecektir?” diye soran Bahçeli, şunları kaydetti:
“Ailelerin dramını, yıllarca akan gözyaşlarını, her gün büyüyen
özlemlerini Başbakan Erdoğan ve kol kola TSK’ya kumpas kurduğu
ahlaksızlar nasıl telafi edecektir? İyi ki Anayasa Mahkemesi
vardır, iyi ki hala vicdanını satmayan yargıçlar bu ülkede görev
başındadır. Başbakan Erdoğan henüz tahliyeleri içine sindirebilmiş,
benimseyebilmiş ve kabullenebilmiş değildir. Bu çerçevede, hafta
sonunda, Haliç Kongre Merkezi’nde partisinin İl Danışma Meclisi
Toplantısı’nda yaptığı konuşması gerçekten de kendisi adına yüz
karasıdır. Başbakan buradaki değerlendirmesinde; ‘2010
referandumunda ’evet’ oyları yüzde 58 ile sandıklardan çıkmasaydı
bugün bunlar çıkabilecek miydi?” sorusunu sanıyorum şuursuzca
sormuştur.
Peki diyelim 12 Eylül referandumunda evet değil de bizim
savunduğumuz ve hala arkasında durduğumuz hayır kararı çıksaydı,
adaletsizlik sürecek, kuklaya dönmüş yandaş mahkemelerin zulmü
devam edecek miydi?
Başbakan’ın düz mantığına bakarsak evet, devam edecektir. Madem
durum böyledir, madem 12 Eylül 2010 referandumu tahliyelere neden
olmuştur, bu halde Erdoğan 13 Aralık 2002’de kendisi için özel
olarak yapılan anayasa değişikliği olmasaydı, milletvekili,
dolayısıyla Başbakan olamayacağını da tutarlılık gereği kabullenmek
zorundadır.”
Adaletin tecelli edeceğine ve bu ülkede hala şerefli hukuk
insanlarının bulunduğuna hep inandıklarını belirten Bahçeli, “18
yıl ceza almış arkadaşımızın suçsuzluğuna, komploya kurban
gittiğine yürekten itimat ettik. Hatırlarsanız, Başbakan Erdoğan 18
Mayıs 2011 tarihinde Ankara Ticaret Odası’nda içindeki kini dökmüş,
komployu deşifre etmiş, hangi gerekçelerle mahkemelerin işlediğini
açıklamıştır. Başbakan demişti ki:
‘Bu ülkenin başbakanı, soruyorum sizlere, bir anma törenine gider
de, bir korgeneral orada ayağa kalkmaz mı? Kalkması gerekir.
Kalkmadığı anda da tabii bedelini öder o ayrı mesele. Zaten de
bedeli ödedi. Ama şimdi bakın gideceği yeri o da buldu.’
Sayın Başbakan, bizler bedeli ödeme konusunda sırayı savdık. Ancak
bedel ödeme sırası sana geçtiğinden adaletin karşısında ayakta uzun
uzun dikileceğin günler bilesin ki çok yakındır. Evet, tam üç
yıldır Meclis grup toplantılarımız bir milletvekilimizden yoksun
olarak yapılmıştır. Çok şükür, son tahliyelerden sonra hasretimiz
dinmiş, eksiğimiz tamamlanmış, grubumuz değerli üyesine
kavuşmuştur. Bu duygularla, zor ve zahmetli olsa da, İstanbul
Milletvekilimiz Sayın Engin Alan’a huzurlarınızda geçmiş olsun
dileklerimle birlikte aramıza hoş geldiniz diyorum.”
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine değinen Bahçeli, “Ne mutlu bizlere ki,
Türk siyasetinin güzide partileri geçen hafta CHP’nin gündeme
getirdiği Sayın Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu etrafında toplanmaya
başlamıştır.
Nihayetinde Cumhurbaşkanı Seçimi’ne katılacak Ortak Aday üzerinde
ittifak sağlanmış; çatıdan Çankaya’ya gidecek yol milli iradenin
kılavuzluğuyla açılmıştır. Bu hepimiz adına bahtiyarlıktır. Şimdiye
kadar desteklerini açık bir şekilde veren Demokrat Parti Genel
Başkanı Sayın Gültekin Uysal’a, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı
Sayın Masum Türker’e ve çalışma arkadaşlarına şükranlarımı
sunuyorum.
Cumhurbaşkanı adayının uzlaşmayla belirlenmesi fikrimize sıcak
yaklaşan, yetkili kurullarında görüştükten sonra açık desteklerini
vereceğini umduğumuz Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Sayın
Mustafa Destici’ye, Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Mustafa
Kamalak’a ve çalışma arkadaşlarına teşekkür ediyorum. Ekmel Bey’in
Cumhurbaşkanı adaylığı geniş çevrelerde yankı bulmuş, takdir ve
ilgi görmüştür. Çünkü Ekmel Bey inançlı, manevi değerlere sahip,
milli ve birikimli bir cumhuriyet aydını, millet değeridir.
Uzlaşmanın önemi, kucaklaşmanın güzelliği, ideolojik saplantılarla
hareket etmemenin erdemi semeresini vermeye başlamıştır. Ne var ki,
Ekmel Bey’in adaylığından korku duyanların, telaş yapanların
varlığı az olmakla birlikte kendisini göstermiştir. Bunlar kriz
taciri, kavga meraklısıdır” dedi.
Prof.Dr.Ekmeleddin İhsanoğlu’nun isminin açıklanmasının ardından
yapılan yorumlara değinen Bahçeli, şöyle devam etti:
“Sayın Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu ismi üzerinde uzlaşı
sağlandıktan sonra, gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında,
kulislerde, değişik platformlarda 17-25 Erdoğan’a çalışan,
tezlerini savunan ve hizmetkarlığına soyunan her görüşten insan
suretleri harekete geçmiştir. Bazıları, ‘ülkenin çatısı küresel
diyalogculara emanet edildi’ demiş, bazıları, ‘çatı adayı eski
Türkiye kokusu taşıyor diye’, zırvalamış. Bazıları, ‘İhsanoğlu ismi
hayal kırıklığı yarattı’ diyerek suya yazı yazmıştır. Küresel
komplonun, yabancı hayranlığının, uluslararası senaryoların
uşaklığına gönüllü olarak iştirak eden ne kadar dili ve zihniyeti
bozuk varsa çatı adayımıza kulp takmaya kalkışmıştır. Biz hepsini
elbette yakinen biliyor ve niyetlerini tanıyoruz. Her şey bununla
da kalmamıştır.
Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu ne Pensilvanya imalatı, ne xwashington
kurgusu, ne de bir başka yabancı ve gayri meşru oluşumun eseri
olmayıp yalnızca ve yalnızca büyük Türk milletinin adayıdır. Esasen
Başbakan’ın gelişmelerden dolayı keyfi kaçmış, havası inmiş,
yürüyüşü yalpalamıştır. Zira Cumhurbaşkanı olamayacağının farkına
varmaya, kurduğu hayallerin kabusa döneceğini anlamaya başlamıştır.
Başbakan Erdoğan sıklıkla temeli olmayanın çatısı olmaz sözleriyle
Ortak Çatı Aday fikrini dinamitlemeye çabalamıştır.”
“BİZİM ÇATIMIZIN TEMELİ DE VARDIR, BİNASI DA VARDIR”
“Hamd olsun bizim çatımızın temeli de vardır, binası da vardır ve
ortadadır” diyen Bahçeli, şunları kaydetti:
“Şunları Başbakan Erdoğan’a önemle duyurmak istiyorum ki; Sayın
İhsanoğlunu’nun temelinde Türk ve İslam’a ait tüm değerler vardır.
Sayın İhsanoğlu’nun temelinde bizatihi Türk milleti, mayasında
millet aşkı vardır.
Aziz şehitlerimizin manevi hatıraları, aziz ceddimizin muhterem
emanetleri, yaşanmış Türk asırlarının kutlu mirası ortak çatı
adayımızın ruhunda somutlaşmış, şahsında temerküz etmiştir. Bizim
çatımızın kökü tarih kadar eskidir. Bizim çatımızın vizyonu
Türkiye’miz kadar büyüktür. Bizim çatımız birliğin ve kardeşliğin
üzerinden yükselmiştir.
Ve bizim çatımız Gazi Mustafa Kemal’in eserleriyle güçlenmiş, Türk
milletinin hasletleriyle örülmüş, milli mücadeleyle pekişmiş,
maziden istikbale kadar uzanan Türk-İslam medeniyetinin umutlarıyla
anlam kazanmıştır.
Milletimizin ortak çatısı; teröristlerin kanlı çadırına,
Başbakan’ın çıkar çetesine, hainlerin yıllardır tuttuğu kirli
çeteleye asla benzemeyecektir.
Görülüyor ki, Başbakan adaylığını açıklamaktan çekinmekte, kılı
kırk yarmakta, bireysel kariyer planlamasıyla ilgili
araştırmalarını halen sürdürmektedir. Buradan Başbakan’a diyorum
ki, senin Cumhurbaşkanı adayı olman hem partine, hem de Türkiye’ye
yazık etmek demektir. Sayın Başbakan şunu iyi anla ki, senden
Cumhurbaşkanı asla olmaz, olamaz, olmayacaktır. Sayın Erdoğan gel
bu sevdadan vazgeç, gel bu yoldan geri dön, gel inat etme ve
milletimize aday olmayacağını hemen açıkla. Eğer ki Başbakanlıktan
sıkıldıysan, yorulduysan, bunaldıysan biraz daha sabret, biraz daha
dayan, biraz daha sık dişini; Allah’ın izniyle bir seneye kalmaz
seni oradan sandıkla indirip defterini düreceğimizden de
ziyadesiyle emin ol.”
IRAK’TAKİ OLAYLAR
Bahçeli, komşu ülke Irak’ın içine savrulduğu kaos halinin gittikçe
şiddetlendiğini ifade ederek, şunları kaydetti:
“Mezhep düşmanlığı aşırı şekilde tahrik edilmektedir. IŞİD terörü
ilerlemeye ve işgallerine devam etmektedir. Tutsak alınan
vatandaşlarımız hala kurtarılamamıştır. Irak kan revan içindedir.
Yüce dinimiz İslam’ı diline dolayan katiller; tekbirlerle kafa
kesmekte, insan canına kıymaktadır. Bu arada IŞİD, İstanbul’u hedef
aldığını ilan etmiş, Hatay’a göz koyduğunu değişik vasıtalarla
açığa vurmuştur. Bir terör örgütünün, gözbebeğimiz İstanbul ve
Hatay’la ilgili hayale kapılması bile Başbakan ve hükümetinin
Türkiye’yi ne hallere sürüklediğinin ispatıdır. IŞİD militanları
İstanbul’a ancak iki şartla gelebileceklerdir; o da ya toprak
olmak, ya da cezaevlerinde çürüyüp kokmaktır.
Bu arada Türkmeneli çok zor durumdadır. Soydaşlarımız sistematik
olarak katledilmektedir. Türkmen şehirleri birer birer düşmektedir.
Peşmerge, Kerkük’ü ele geçirmiş, buranın Kürdistan’ın bir parçası
olduğunu uydurmuştur. Başbakan Erdoğan’ın da bir şey olmamış gibi,
Barzani’ye mektup yazarak şükran ve teşekkürlerini bildirmesi tam
anlamıyla skandal, tam anlamıyla teslimiyettir. Herkes duysun ki;
Kerkük dün Türk’tü, bugün Türk’tür, yarın da Türk kalacaktır.
Türkmeneli’nin tarihi ve kültürel haklarını hiç kimse yok
sayamayacaktır. Türkmen kardeşlerimiz çok ağır, çok ciddi taarruz
altındadır. Kardeşlerimiz yoksullukla boğuşmakta, ölümle
pençeleşmektedir.
Bizler Türkmeneli’nin göz göre göre kayıp gitmesine, eriyip yok
olmasına sessiz kalamayız, tepkisiz duramayız. Ümidim odur ki, Türk
milleti soydaşlarının imdat çağrısına ilgisizlik ve duyarsızlık
göstermeyecektir. Bu maksatla Türkmen kardeşlerimize yardım
kampanyası başlattığımızı 21 Haziran 2014 tarihinde yaptığımız
yazılı basın açıklamasıyla ilan etmiştik. “Sen de doyur, sen de
giydir” temalı yardımlarımızın Türkmenlere çok anlamlı bir katkı
olacağını düşünüyorum. Bu hafta karşılayacağımız Ramazan-ı Şerif’in
mübarek ikliminde Türkmen kardeşlerimize el uzatalım, ellerinden
tutalım.”
(İHA)