Nazım Hikmet polemiği
Abone olNazım Hikmet’in Türk tarihindeki yeri, sanatı ve kişiliği hep tartışılagelmiştir.
Bu kadim tartışmalar, Mehmet Gül’ün, “Direnen Son Lenin Heykeli
Nazım Memleket mi?” adlı kitabıyla yeniden fikirlerimize sunuldu.
Nazım Hikmet’i okumuşsunuzdur; şairi nasıl bilirdiniz deseler ilk
anda ne cevap verirsiniz? Dünyanın tanıdığı bu şair hakkında ne
dersiniz? Konuya kayıtsız mı kalırsınız, yoksa güzelim
memleketinizden insan manzaraları mı gelir aklınıza... Veya sizin
de gözünüzde, İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif ve de Necip Fazıl
misali Nazım, saygıyla, hürmetle yad edilen, Türklük—İslamlık
mefkuresinin özüyle hareket etmese de kurtuluş mücadelesini
inandığı ideolojisiyle ustaca yoğurmuş bir vatan evladı mıdır? Aynı
Nazım, emperyalizme karşı Türk’ün o akıl almaz mücadelesini boynu
bükük bırakıp Sovyetler’e “kaçmış”, Moskof ellerde ömür tüketmiş
bir vatan haini midir acaba? Bir büyük şair midir Nazım? Bu değilse
Nazım, hangisidir? Şair Nazım Hikmet, bizim midir, bizim için
midir? MHP’li Mehmet Gül, şairin kesinlikle bizden olmadığını hatta
ele geçirdiği deliller dahilinde bir vatan haini olduğunu kitap
boyunca ispatlamaya çalışıyor. Bunda kısmen de olsa başarılı oluyor
ki, Nazım’ı az çok eserlerinden tanıyan biri, hayatına dair bilgi
sahibi de değilse kitabı okuduğunda şaire hakaret etmekten geri
duramaz. Çünkü Gül’ün çizdiği Nazım portresi; oldukça seciyesiz,
canını ve gününü kurtarmak adına devlet adamlarının nabzına göre
şerbet veren, elindeki milli—manevi değerleri hiçe sayan ve
milletin kurtuluş mücadelesinde asla samimiyet göstermeyen bir
kişilik sergiliyor. Çocuk yaşında Mevlana’yı, Türk kültürel
değerlerini tanıyan, üstün şiir kabiliyetine sahip Nazım, bu
yaşlarda şiir adına güzel örnekler verecek, çocukluktan ilk
gençliğe adımında Kurtuluş mücadelesine katılmak için cesaretle
Anadolu’ya gitmek isteyecek, ne çare ki Bolu’da tanıştığı
Spartakistlerin deolojisini takip, onu Sovyet Rusya’ya ve
Moskova’ya kadar götürecektir. Burada gördüğü sadece pratik bilgi
veren KUTV eğitimi, onda Marksist—Komünist anlayışın temellerini
hazırlayacak, Nazım bu temeller üzerine inşa ettiği düşüncesini
asla Sultan Galiyevci çizgiye taşıyamayacaktır. Daha doğrusu
kendisi böyle bir düşüncenin yakınından bile geçmemektedir.
Milliyetçi komünizm denilen Galiyev’in çizgisi kendisini “taraflı
bir Türk” olarak tanıtan Mehmet Gül için tartışılabilir bir
mecradadır. Ancak Nazım’ın çizgisi olan Sovyet Rusya’sına yüzde yüz
bağlılık ise Türk inkılabına aykırı olmakla birlikte bize mal
edilemez. Nazım’ın milliyetçi çizgiye yaklaşmaması salt Rus
komünizme ölümüne bağlılığından ileri gelir. Bu nedenle
üniversitede komünizmin teorisyenlerinden olan Sultan Galiyev’le
tanışmamış, milliyetçi çizgideki TKF’nin (Türkiye Komünist Fırkası)
kurucularından Mustafa Suphi’ye de yaklaşmayı denememiştir. Nazım
din denilen afyonu reddetmiş ve özellikle milliyetçilikten kopmuş,
“kemale ermeyen” Türk devrimini bertaraf edip, gerçekleşmesi
gereken proletarya hükümranlığını yerine yapılandırmak istemiştir.
Gül, Nazım’ın bu mücadelesini, “Komünizmin esası, sınıf
mücadelesine dayandığına ve TC’de proleterya hükümranlığı
gerçekleşmediğine göre mücadele devam edecek demektir” diye
ifadelendiriyor. Gül’e göre Nazım Hikmet’in vatanından ilk ve sonu
gelmeyen kopuşu Bolu’da başladı. Sonraki yıllarda ise ihanetini
tescilleyen, zaten tamamıyla Moskova’ya bağlı olduğunu, Moskofizm’i
tercih ettiğini ve Sovyetler’in çocuğu olduğunu ifade etmesi oldu
diyor. Ülke ölüm—kalım mücadelesi içindeyken Sovyetler’e gitmek ve
katılmadığı bir savaşın “ısmarlama” destanını yazmak ise
affedilemez. Neticede Nazım’a haddinden fazlaca değer biçmek, Gül’e
göre, hem şaire hem Türk milletine saygısızlık olacaktır. Kendisine
“Türk” değil, “Türkiyeliyim” diyen şairi yüceltenler de, Gül’e göre
Nazım kadar kendini “Türkiyeli” saymaktadır. Gül, bu kitabı
okuyanların en azından şairin bilinmeyen yönünü de anlayıp
tarafsızca değerlendireceklerini söylüyor. Taraflı bir Türk
milliyetçisi olan Mehmet Gül, İstanbul Ülkü Ocakları Derneği
Başkanlığı yapmış ve MHP İstanbul İl Başkanlığı’ndan sonra MHP’den
İstanbul 21. Dönem milletvekili olmuş. Dolayısıyla olaya ülkücü bir
bakış açısıyla bakması doğal. Kitapta da Nazım’la ilgilenen birçok
kişinin katılıp katılmayacağı, aslını inkar edip etmeyeceği yanlar
var. Ancak taraflı bakış açılarının da katkısıyla bir portre
çizilmesi, Nazım’ın yüzünü yer yer tahrip etmiş. Şair hakkında
kitapları olan yazar Emin Karaca, Gül’ün çizdiği portrenin
orijinaline sadık tarafları olduğunu da aktarıyor. Karaca, “Sayın
Mehmet Gül’ün kaynakları büyük oranda sağlam ve güvenilir.
Kaynaklar, hem Nazım Hikmet’in kendi eserlerinden hem de solun
önemli kalemlerinin Nazım Hikmet hakkındaki eserlerinden oluşuyor.
Ancak Gül’ün kendi ideolojik dünyasından kimilerinin; örneğin
Darendelioğlu, Sançar, Atsız, Tevetoğlu, Türkkan, Uluç gibi
isimlerin objektiflikten çok uzak eserlerinin bazı bölümleri,
çizdiği Nazım Hikmet portresini yer yer bozmuş” diye ekliyor.
Kitapta dikkat çeken ve aykırı duran diğer bir husus ise, Nazım’ın
özel hayatına dair birtakım ayrıntılar verilirken takınılan tavır.
Örneğin eşi Vera’yı kendisinden nikah düşmüş olan eski eşinin
yanına göndermesi ve eşi gelene kadar iç sıkıntısı çekmesi gibi
olayların içerik açısından gayri ahlaki bir duruşa sebep
olabilecek, hoş olmayan bir tarzda anlatılması, özel hayat
sınırlarını zorluyor. Daha açıkçası şahsı bu yollu küçük düşürmek
maksadı seziliyor... Bunun yanı sıra yazar Emin Karaca, yazar
Gül’ün kimi hoş olmayan kaynaklardan yaptığı aktarmalara
katılmıyorum diyerek görüşünü bildiriyor. “Örneğin
Darendelioğlu’ndan aktarılan; Moskova elçisinin Nazım’ın Türkiye’ye
dönüp en azından öğretmenlik yapmasını istemesi üzerine; ‘Rusya’yı
sevdim. Dönmeyi düşünmüyorum. Hem Türkiye’de otuz sümüklü çocuğu
okutmayı hiç aklımdan geçirmiyorum’ demesine de katılmam mümkün
değil” diyor. Karaca’nın kitapta eleştirdiği noktalardan biri de,
kitabın “Destandaki Maddi Hatalar” başlıklı bölümü. Karaca, “Fuat
Uluç’un kitabını kaynak yaparak; gerek devletin siparişi, gerekse
dayı paşasının (Ali Fuat Cebesoy) ısrarı üzerine destanı yazmış
olsun, o görkemli Kurtuluş Savaşı Destanı’nda, yok Akarçay’ın yeri
orası değil, yok Kocatepe ‘yanık ve ihtiyar bir bayır değildir’
gibi maddi itirazlara yer vermek hoş durmuyor” diye aktarıyor.
Nazım’la ilgili kenarda kalmış beyan edilmeyen fakat köşe taşı
olabilecek bilgileri yazdığını söyleyen Mehmet Gül ise, daha önce
yazılmış kitapların satır aralarını, üstü kapalı ifadeleri
irdeleyerek bu bilgilere ulaşmış. Yani yazdıkları, herkesin bildiği
fakat Nazım’ı dev yapmak adına toz kondurmadığı “has” gerçekler...
Kitabının Nazım’ı eleştirmek için yazılmış ilk ve en kapsamlı kitap
olduğunu söylüyor. Okumadan eleştirenlerin, kendisini mahkemeye
vermek isteyenlerin ise demokrasiye aykırı durduğu ve böyle bir
aydın mantığıyla hareket edilemeyeceği görüşünde. Olumlu ve olumsuz
yanları birarada vermiş. Gül, bazı çevrelerde Nazım’ın bir mitos ve
ideal insan tipi gibi gösterilmek istendiğini söylüyor ve şunları
söylüyor: “Bu durumda Türkiye’deki yüzde doksan insan ideal tip
değildir. Çünkü onlar vatan sevgisini Nazım gibi anlamıyor!
Sovyetler’e bağlı bir politika güdülüp Türkiyeci olunamaz...
Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı Ataol Behramoğlu ise söylenenlerin
tamamıyla yanlış olduğu fikrinde... Behramoğlu, “Sanat eserini
düşünceye indirgeyerek anlayamazsınız. Onu oluşturan pek çok öğe
vardır. Beethoveen Fransız İhtilali’nden etkilenerek 5. Senfoni’yi
yazdıysa onu ihtilalin propagandacısı gibi algılayamayız. Aynı şey
faşistlerin çok sevdiği Wagner için de geçerlidir, o Nazilere
yaranmak için sanat yapmıştı denilemez” diyor ve ekliyor; “sanat
elbette düşünceden ayrılamaz ama Mehmet Gül’ün anladığı anlamda
değil! İkincisi Nazım Hikmet niye vatan haini olsun? İlk gençlik
yıllarından son nefesine kadar kendi inançları doğrultusunda
Türkiye insanının mutluluğu için mücadele etmiş, savaşa katılmak
istemiş fakat Mustafa Kemal’in isteği üzerine geri saflarda
kalmıştır. Sosyalist düşünceden etkilenmeyle vatan hainliği söz
konusu olmaz, dolayısıyla bunların hepsi derinliksiz, afaki
yaklaşım ve sözlerdir...” Behramoğlu, ülkeden kaçmanın da bazıları
tarafından hainliğe delil gösterildiğini, fakat 15 yıl haksız yere
hapis yatan Nazım’ın askere alınma bahanesiyle canına
kastedildiğini anlatıyor. Bu da Nazım’ın çok sevdiği ülkesinden
ayrılması ve yaşamını yurt dışında sürdürmek zorunda kalışının
sebebi... Gurbet şiirlerindeki hasret Nazım Hikmet’in ne kadar
derin bir yurt özlemi içinde yaşadığını gösteriyor... Nazım’ın
kitapta söylenildiğinin aksine hiçbir zaman Stalinci olmadığını da
söyleyen Behramoğlu, aksine Stalin’e karşı, orada edebiyat
çevresini örgütlediğini söylüyor. Hikmet’in camilere ve milletin
imanına kastetmediğini aktaran yazar, “Şeyh Bedrettin Destanı’na
Zeyl” adlı eserde Süleymaniye Camii’ni bir şaheser olarak niteler,
bunun da sosyalizmle çelişen bir yanı yoktur... Bence yaşamı
boyunca tutarlı kalmış bir büyük şairdir... Nazım, öyle ya da böyle
günümüzde genç kuşak tarafından okunan ve beğenilen bir şair
portresine sahip. Bir tespite göre bu onun Türk şiirine getirdiği
yenilikçi form ve ataklardan kaynaklanıyor. Ve vatan hainliğiyle
suçlanan kadim tartışmanın ortasındaki şairin eserleri hâlâ
dillerde... Ne hikmet?