Nazım Hikmet neden sustu?
Abone olTürkiye'den kaçarak Sovyetler Birliği'ne sığınan ünlü şair Nazım Hikmet, Stalin'in anlamsız yasaklarından nasibini alan şairler karşısında neden suskun kaldı?
Yenişafak yazarı Ahmet Kekeç'in bir süredir üzerinde
yoğunlaştığı Nazım Hikmet yazıları devam ediyor. Kekeç,bugünkü
yazısında ünlü şairin Sovyetler Birliği'ne
sığındığı yıllarda dönemin diktatörü Stalin'in
ünlü Rus şairlerine koyduğu yasak karşısındaki
suskunluğunu yakın plana aldı:
- Bu yazıyı cumartesi günü okuyacaktınız. Misafir bulunduğum "yurt
parçası" internet yazışmasına imkan vermediği gibi, telefonla
iletişime de kapalıydı. Bu yüzden, bayramdan önce "yedeklediğim"
yazı (zamanında sisteme aktaramadığım için) elimde şişti. Gözden
çıkarmaya da kıyamadım, bugüne kısmetmiş.
Nazım meselesine devam ediyordum.
Hani doğum gününü kutlamıştık, onun hangi dönemde cezaevine
tıkıldığını hatırlamak istemeyen birileri de mezarını Türkiye'ye
getirmeye uğraşıyordu ya; o konu işte...
İlk yazımda, yazdığı kötü şiirlerden sözetmiştim.
Evet, Nazım çok kötü şiirler yazdı. Kötü şiirleri, iyi şiirlerinden
fazladır.
Haksızlık olmasın diye, Asım Bezirci'nin, Memet Fuat'ın
yazdıklarına yeniden göz attım. Birçok antoloji karıştırdım.
"Memleketimden İnsan Manzaraları"na, Nazım'ı "usta" belleyenlerin
yazışmalarına (örneğin İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu'nun
yazışmalarına) göz gezdirdim. Çeşit olsun diye, bir de karşıt uçtan
birinin, rahmetli Ahmet Kabaklı'nın "demiş olduklarına" baktım.
Kendi dönemindeki şairlerle de karşılaştırdım.
Büyük şairdi, amenna. Ama, asla ekonomik bir şair değildi. Uzun,
süslü, "şairane" mısralar. Laf ifrazatı.
Üstelik çok ve rahat yazan bir şairdi.
Bursa Cezaevi'nden Kemal Tahir'e gönderdiği mektuplarda (Bağlam
Yayınları bu mektupları kitap haline getirmiştir), halihazırda
yazdığı, "önümüzdeki günlerde" yazacağı, "gelecekte" yazmayı
tasarladığı şiirlerden, o şiirlerin hacminden, muhtevasından, mısra
düzeninden, hangi imaj ve eğretilemeleri kullanacağından
sözediyordu.
Çok fazla anlamam ama, şiir öncelikle "ihsas" ve "ilham" işi değil
midir? İhsas ve ilhama dayalı şiirin nasıl, ne zaman, hangi mısra
düzeniyle geleceğini kim önceden bilebilir ki?
Kim gelecekte yazacağı şiirin hangi eğretilemelere dayanacağını
kestirebilir ki? Çünkü Nazım, şiiri kurmaz, yazardı.
Nazım konusundaki bir itirazım da, onun, bazı politik
mülahazalarla, dar bir "militarist çevre"nin şairi haline
getirilmiş olması... Nazım oysa, varlığını "asker-sivil
konsensusu"na endekslemiş çevrelerin değil, tüm koğulmuşların
şairidir. Bu meseleye belki başka bir zaman değiniriz, ama önce
Nazım'ın bir başka yönüne, diğer "politik sürgünlerle" ilgili
takındığı tutuma bir göz atalım. Çünkü, kendisi de bir politik
sürgündü.
Nazım, Türkiye'de 13 yıl cezaevinde yattıktan sonra, kolay yolu
seçip "düşlerini süsleyen" ülkeye, Sovyetler Birliği'ne sığındı.
Yakın zamana kadar doğduğu ülkede yasaklıydı. Kitaplarını basanlar,
dağıtanlar, okuyanlar usulünce cezaevine gönderiliyordu. CHP'nin
iktidar (ve koalisyon ortağı) olduğu dönemlerde de bu yasak
sürdü.
Anna Ahmatova ve Zoşçenko ise Sovyetler Birliği'nde yasaklıydı.
Biri önemli bir şair, diğeri önemli bir mizah yazarıydı. Kolay yolu
seçmediler. Ülkelerinde kaldılar. Sibirya'ya sürgüne
gönderildiler.
Stalin'e "kızar gibi" yapan ve kendisi de bir politik sürgün olan
Nazım, bu iki ünlü imzanın Sibirya'da ağır çalışma koşulları
altında telef edilmesini büyük bir "sükûnet"le izledi...
Stalin, Dostoyevski'yi de yasaklamıştı. Hem de, tam on kez... Bir,
iki, üç değil, tam on kez. Rakamla, 10...
Nazım bunu da hiç sorun yapmadı.
Neden acaba?
Bunun cevabını da, her yıl şelek şelek Moskova'ya taşınıp şairin
mezarı başında "sosyal içerikli" mesajlar veren salim arkadaşlar
bulsun.
Yazı: Ahmet Kekeç
Kaynak: www.yenisafak.com.tr