Nasıl hortumcu oldular?

Abone ol

Hortumcular nasıl zengin oldu? Ne zaman maddi güç sahibi oldular? Hortumcular cesur mu, yoksa cüretkar mı? TMSF Başkanı Ertürk, hortumcuları anlatıyor:

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Başkanı Ahmet Ertürk, bankaların içini boşaltanların, kendilerine ‘hortumcu’ denmesinden rencide olduklarını söyledi.

Röportaj: Nuriye Akman
Kaynak:


Nuriye Akman’a konuşan Ertürk, ‘hortumcu’ların çoğunun bazı manipülasyonlarla zengin olduğunu ifade etti. Ertürk şöyle konuştu: “Bunların büyük kısmı Türkiye’nin çok yakın tarihinde maddi güç sahibi olmuşlar. Yani aileden değil, sonradan görmeler. Normal bir işadamının rutin gelişmesi içinde sermaye birikimi edinerek gelmiş insanlar değiller. İşadamı, hesaplayamadığı riski sevmez. Kişisel geleceğini riske edeceği bir şeye asla girmez. Burada onun dışına taşan bir cesaret görüyoruz. İşe giriyor ve bir aksilik bütün birikimini sıfırlıyor. Cesaretin ötesinde bir cüretkarlık var.”

TMSF Başkanı Ertürk, hortumcuların büyük kısmının da çeşitli vaatlerle bankacılık işine girdiklerini dile getirdi. Ahmet Ertürk, 1953 Malatya doğumlu. 1975’te Ankara SBF’den mezun oldu. 29 Ocak 2004’te TMSF Başkanlığı’na getirilmeden önce Sermaye Piyasası Kurulu üyeliği, Albaraka Türk genel müdür yardımcılığı, Türk Denizcilik İşletmeleri genel müdür yardımcılığı, TÜSİAD genel sekreter yardımcılığı, Maliye Bakanlığı müfettişliği yaptı. Ekonomi ve finans konularında kitap ve makale çevirileri var. Bunlardan biri Muhammed Esed’in Kur’an Mesajı adlı meal-tefsiri. Evli, 26 ve 23 yaşlarında iki çocuk sahibi. TMSF’ye, üçüncü kez kurşunlandığı gün gittim. Ertürk, bunu kimin yaptığı konusunda bir teşhisi bulunmadığını, ancak amacın yıldırma olduğunun açık olduğunu söyledi. Bunun çalışma arkadaşları açısından moral bozucu bir etkisi vardı tabii. Kendisi ise, üstlendiği ağır yükü hem kişisel hem de toplumsal sorumluluk duygusuyla sürdürmeye kararlıydı. Ah, bir de siyasetin ve bürokrasinin engellemeleri olmasaydı. Bu iki kesim, bazen acemilikten bazen kasten önüne akıl almaz setler koyuyordu. Daha kötüsü, atı alan Üsküdar’ı geçmişken, alacaklarını tasfiye etmeye çalıştığı kamu, kendisini tehlikeli bir rakip olarak görüyordu. Huylu huyundan vazgeçmemişti, Türkiye, hortumcuların kazandıkları mahareti daha büyük bir yetkinlikle sergilemesi tehdidi ile karşı karşıyaydı. Bu, onların yeniden siyasetçi ve bürokratlarla kol kola girmeye çalıştıkları anlamına geliyordu. Ve tabii ki, Ertürk’ün sigortası atmak üzereydi.... Edebiyata meraklı olduğunuzu öğrendim. Bir roman yazsanız, TMSF Başkanı olarak tanıdığınız tipleri nasıl karakterize ederdiniz? Bankacılık, finans, hem teknik hem de hukuki tarafı olan bir iş. Tabii olayların temelinde insan var. Ben en azından kendi kişisel tarihimi inşa etmek adına bu trajik olayın aktörlerini tanımaya çalışıyorum. Türkiye’nin toplumsal tarihi ve geleceği üzerine kafa yoran birisi için burası bulunmaz roman malzemeleriyle dolu. Bir defa bunların ortak özelliği, toplumu yönlendirmeye kendilerini aday görmüş olmaları. Bir kısmının o iddiayı hak edecek kahramanlıkları da var; ama bir kısmı çok yanlış seçimler yapılarak itilmiş. Şu anda hem psikolojik, hem mali olarak bu yükün altında ezilmiş, kendilerini buraya itenlere beddua eden insanlar görüyorum. Oyun içinde bir oyun bu. Kendiliğinden olmayacak kadar çaplı ve planlı bir senaryo yazılmış. Hedefi, serveti yeniden bölüştürmek. Birtakım insanları zengin etmenin ötesine taşan bir yeniden bölüşüm kampanyası, Türkiye’nin geleceğini yeniden dizayn etme girişiminin finansal temelini oluşturma operasyonu. Tabii hedef bu olunca, en uygun araç bankacılık. Evet. Servetin çok kolay el değiştirebildiği, bir gruptan diğer gruplara aktarılabildiği araçları bünyesinde taşıyan bir sektör bankacılık. Onun için bankacılık seçildi. Seçilen oyunculara girersek, bunlar kişilikleri itibarıyla baş aktör özlemi taşıyan insanlar. Yani bir filmde rol alsalar, bunlar hep birinci rollere çıkmayı düşünür. Nedir, onları bu konuda kışkırtan etmen? Medya sahibi olmaları. Medya Türkiye’de geleneksel olarak toplumu yönlendirme iddiası ve gücünü taşıyor. Zaten o gücü yaşayan insanlar. Ama bu ikincil bir yönlendirici onların gözünde. Medya yönlendiriyor tabii; ama siyasetle, finansal güçle işbirliği yapmak durumunda. Bunların en azından birini ele geçirdiğinde medya gücünü ikiye, üçe katlayacak. Burada kişisel bir ihtiras tabii ki rol oynuyor. Birinci adam olma zevkini yaşarken birtakım toplumsal misyonlar da biçmiş ve bunun ideolojik zeminlerini de oluşturuyorlar. Temel kişilik yapısı 0-6 yaş arasında oluşuyor. Hayyam Garipoğlu, Cavit Çağlar, Cem Uzan, Dinç Bilgin, Erol Aksoy, Halis Toprak, Mehmet Emin Karamehmet, Murat Demirel, Korkmaz Yiğit hemen aklıma gelenler. Bunların ikinci, üçüncü adamları da var. Hayat hikayelerini bilemezsiniz; ama aile yapılarına dair analizleriniz nedir? Bunların büyük kısmı Türkiye’nin çok yakın tarihinde maddi güç sahibi olmuşlar. Yani aileden değil, sonradan görmeler. Çoğunun zenginliği bazı manipülasyonlarla oluşmuş. Yani normal bir işadamının rutin gelişmesi içinde sermaye birikimi edinerek gelmiş insanlar değil. İşadamı hesaplayamayacağı riski sevmez. Kişisel geleceğini riske edeceği bir şeye asla girmez. İşadamının normal mantığı budur. Burada onun dışına taşan bir cesaret görüyoruz. İşe giriyor ve bir aksilik bütün birikimini sıfırlıyor. Cesaretin ötesinde bir cüretkârlık var burada. Bunu tetikleyen şeyleri küçüklüklerinde arayabilir miyiz? Bu anlamda verilere sahip değiliz. Bu kişilerin toplumsal rol dağılımı içindeki konumları çok daha belirleyici. Bu servet dağılımı kampanyası ile bunların desteklerle edindikleri yeni güçleri konsolide etme ve bunu bir adım öteye geçirip toplumu belirleme düzeyine çıkarma özlemleri çakıştı. Bu tesadüfi bir çakışma değil. Bu özellikle seçilmiş ve planlanmış bir şey. Bu senaryoyu yazanlar, sahneye koyanlar, bunlara destek olanlar çok geniş bir blok. Siyasetçiler blokun en kuvvetli unsuru olsa gerek. Tabii ki birinci planda siyasetçiler görülüyor. En azından ön planda siyasetçi görünüyor. Çünkü bunların nasıl oluştuğuna bakarsak, siyasi gücün dağıtıcılığı, yönlendiriciliği burada önemli. Çünkü temel araç banka. Banka, normal olarak herhangi bir kişinin isteyerek yapabileceği bir şey değil. Banka için devletten izin almak gerekiyor. Dolayısıyla kamu gücü zaten bu işin kritik yanı. Bunu 90’lı yılların toplumsal, siyasal, iktisadi olaylarıyla da ilişkilendirirsek resim biraz daha netleşir. Bu işadamlarıyla görüşmeler yaptınız. Dostoyevski romanlarından hangisiyle benzerlikler buldunuz diye sorsam? Karamazof Kardeşler belki denk düşebilir. Oradaki kardeşler arasındaki farklı hırslar, özlemler ya da hayat biçimleri, buradaki insanlar arasında kendisine bir karşılık bulabilir. Dostoyevski’nin çizdiği o karakterlerde tekdüze olmayan, artısını ve eksisini birlikte barındıran, tahrip edici ölçüde ihtiras sahibi olup, aynı zamanda içinde olumlu duyguları da barındıran tipler. Mesela geçmişte topluma, insanlara, rakiplere, kendine çok acımasız davranabilmiş bir işadamının ağlamaklı bir biçimde önümüze gelip oturduğunu görmek, tanımasam, geçmişi bilmesem, bu insana vicdanımı çok kanatacak bir haksızlık yapıldığı sonucuna vardıracak bir duygusal trajediye yol açıyor. Acaba size duygu sömürüsü yapmış ve bunun etkisi altında kalmış olabilir misiniz? Bu kadar aktörlük yeteneklerinin geliştiğini zannetmiyorum. Öyle de bakıyorum aslında. Acaba rol yapıyor mu? Çok sayıda isim saydınız. İçlerinde rol yapanlar da var. Bunlarla sonuçsuz da olsa, sadece insani anlamda, hatta rehabilite etme anlamında görüşmelere devam ediyoruz. Biri bana yakındı. Dedi ki: “Bizi çok rencide ediyorsunuz toplum önünde.” ‘Niye?’ dedim, ‘Ne yapıyoruz?’ Bankaların içinin boşaltılması, ya da vulgarize dille hortumlama dediğimizde rencide olmuş. Bu hassas bir ruh yapısı. Sonuçta yaptıklarının kötü olduğunu kabullenme var, bir de bunlardan dolayı incinme var. Ona, “Bunları hortumlarken düşünmeniz lazımdı beyefendi.” demiyor musunuz? Bunların geçmişte nasıl yapıldığını bilmesem, yani uzaydan buraya atılmış olsam, inanın bu insanlara büyük zulüm edildiği kanaatine varacağım. Şunu soruyorum: Niye girdiniz bu işe? Bir kısmı, daha iyi giden işleri varken, bir anda kendini bankacı olarak buluyor. Hiçbir anlam veremiyorum. Diyorum ki: ‘Size ne oldu? Bak banka yüzünden bütün işini, istikbalini, onurunu kaybettin. Ne oldu da böyle bir işe girdiniz? Bunun ne getirip götüreceğini biliyorsunuz. ‘Birisi dedi ki, “Beni ittiler, bana vaatlerde bulundular.” Kim itmiş onları? İzin verirseniz isim zikretmeyeyim. “İşte beni çağırdılar, bu işlere girersen sana şöyle finansman bulacağız dediler.” diyor. Hepimizin hatırladığı büyük bir medya-banka satın alma kampanyası oldu. Sonra bunlar akamete uğradı. Bu olayda rol oynayan insanları ben normal bir vatandaş olarak da çok merak ederim. Bu insana sordum, sokaktaki bir simitçiyi çağırsam, al sana şu yüz bin doları, git şu dükkanı satın al desem, bana herhalde “Niye bu yüz bin doları veriyorsun? Niye bana, niye o dükkan? Benden ne bekliyorsun?” demez mi? Siz bu teklifle karşılaştığınızda iyi bir işadamıydınız. Simitçi de değildiniz. Neden bu soruları sormadınız? Söylediği şu: “Beni kandırdılar”. Peki aklınız yok muydu? Bunun cevabını veremiyor. En sonunda kızdım. Biraz kendimi enayi yerine konmuş hissettim. Bütün toplum öyle görüldü o dönemlerde. Ona şunu söyledim: Bu kadar safça olamaz bu işler. Herhalde orada bir oyun vardı, siz bir şey kaparım diye bilinçli olarak, kendinize bir menfaat beklentisi içinde rol aldınız. Belki en arkasındaki diğer amaçları göremediniz; ama sizin de buradan bir nemalanma beklentiniz vardı. Yine bir yorum yapmadı. Özeleştiri yok. Kendini haklı göstermenin peşinde. Ne kurtarırsam kârdır psikolojisi. Biraz öyle. Diğerlerinde de aynı şey. Sanki kapatılmış ve unutulmuş bir kitap söz konusu. Yani bir dönemin romanı yazılmış, oynanmış, bitmiş. Bizim de unuttuğumuzu varsayarak ya da unutmamızı bekleyerek gelip haksızlığa uğramışlık psikolojisini sergilemeye çalışıyorlar. Yani aynı şeyleri şunlar şunlar da yaptı. Onlara olmadı, bize oldu. Haksızlığı belki biraz böyle algılıyorlar. ‘En fazla 6 milyar dolar daha toplarız’ Bakın buradan da hortumcuların çocuksu bir kişilik yapısı çıkıyor ortaya. Tabii. Yaptıklarını savunmuyorlar; ama ‘Başkası da yaptı, biz yapınca niye bu başımıza geldi?’ diyorlar. Bu işin bir şekilde size, bir soru, bir itham olarak, bir ceza olarak döneceğini düşünmediniz mi?’ sorusuna cevap vermiyorlar. Türkiye’de zaten hep böyle yapıldı bu işler. Kimse de hesap sormadı. Biz de yaparız, bize de kimse hesap sormaz düşüncesi vardı. Hesap sormayı mümkün kılacak hukuksal zeminlerin oluşabileceğini düşünmediler. Götürülen miktar ile tahsil edilebilir miktar arasındaki trajikomik orantısızlık yüzünden bence haklı çıktılar. Her şeyin üstüne bir bardak su içilmesi gerekti, yaptıkları yanlarına kâr kaldı. Aslında burada siz de bir oyun oynuyorsunuz. Batık denizinden çay kaşığıyla devletin kasasını doldurmaya çalışıyorsunuz. Kader bana böyle bir rol verdi, oynayabildiğim kadar iyi oynayabileyim mi diyorsunuz? Oyun tarafına katılmıyorum; ama sonuç teşhisinize katılıyorum. İşin, üstüne su içilecek bir yönü, topluma getirdiği yükün karşılanamayacak bir bölümü var. Ama ben kendimi rahatlatmak için şöyle görmek istiyorum: Bunun tamamının üstüne su içecektik. Şimdi önemlice bir bölümünü kurtarıyoruz. Bir fincan suya önemli mi diyorsunuz? Sıfıra göre önemli. Bazı hesaplamalara göre 75 milyar dolar para hortumlandı. Sizin resmî rakamlarınıza göre 46 milyar dolar diyelim. Ne topladınız şimdiye kadar? 2 buçuk milyar dolar. Bunun da bir milyarı bizim son bir senemizde yapıldı. Yani sıksanız kendinizi, bu kadar daha ya çıkar, ya çıkmaz. Ne toplayabileceğimizi hesapladık. Sizin teşhisinize hak verdirecek bir rakam çıktı. Bundan sonra da 6 buçuk milyar dolar toplarız. Yarın: İktidar dikkatli olmalı, hortumcular siyaset üzerinden iadei itibar peşinde.
Günün Önemli Haberleri