Şu güzel memleketimde Allah’ın bir günü sorunsuz bir zaman
dilimi geçiremeyecek miyiz?
Üstelik bu sorunlar o kadar eften püften şeyler ki… İnsan hayret
etmeden duramıyor “Nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyoruz”!
diye.
Yıllarını kültür ve yayıncılık dünyasına vermiş birisi olarak
son günlerde çocuk kitapları yayıncılığı üzerinden yaşanan
tartışmaları esefle ve hayretle izliyorum.
İzliyorum ve hayıflanmadan edemiyorum.
Biz ne ara bu kadar sorumsuz olabildik…
Bu nasıl bir rezilliktir.
Tartışma ilk önce bir çocuk kitabında uygunsuz anlatımların
(burada zikretmekten ar ediyorum) ortaya çıkmasıyla
başladı. İşin ilginç olan tarafı bu kitabın bir süredir satışta
olması.
Bir yayıncı olmam hasebiyle iyi biliyorum ki bir kitabın
yazılmasından yayınlanmasına kadar geçen sürede en az beş kişinin o
kitabın içeriğini görmüş olması gerekiyor. Hadi diyelim ki yazar
art niyetli ve fikri bozuk bir insan, ya yayıncıya ne demeli veya
editöre ya da çizere… Grafiker de mi görmedi yahu… Bu işin bir de
tashih kısmı var...
Demek ki ya hiçbiri bu kitabı okumadı (ki bu olabilecek en
büyük sorumsuzluk) ya da hepsi gördü ama bunu normal karşıladı
(bu da ahlaksızlık).
Her iki durumda da toplum olarak hiç de iyi yerlere
gitmediğimizin alameti farikası bu olup bitenler.
Tam olay sadece bununla sınırlı derken diğer olaylar çorap
söküğü gibi geliverdi.
Meğerse yayıncılığımız “poşet” yayıncılığına dönmüş de haberimiz
yokmuş. Çocuk, genç, yetişkin demeden bütün kitaplar da
benzer rezaletler diz boyu.
Demek ki bir toplum bozulmaya başlayınca sadece bir
yerden değil bütün alanlarda tefessüh etmeye
başlıyormuş!
Şimdi devleti göreve çağıracaksın ama bu da çözüm değil. Her
insanın başına bir polis dikmek mümkün olmadığı gibi her yazarın
başına bir psikolog, pedagog veya denetmen dikmek de mümkün
değil.
İnsanın kendisi ahlaklı olmadıktan sonra her yerde yapar
yapacağını.
Bir de şunu anlayamıyorum, bu insanlar bu yedikleri nanenin
ortaya çıkacağını bilmiyorlar mı?
Elbette biliyorlar…
O zaman iki ihtimal var: Ya bilerek yapıyorlar ya da
kitaplarında nelere yer verdiklerini bilmiyorlar. İkisi de
birbirinden fena. Bir de bu yapanlar güya “aydın” ve “yazar” olunca
işin vahameti katlanarak artıyor.
“İnşallah” diyorum “bütün bunlar bir proje değildir.” Yani
toplumu bilerek ifsat etmek ve bozmak. Planlı ve programlı
bir saldırıyla karşı karşıya olmak düşmanın büyüklüğünün de
göstergesi.
Tam tersi durumda da yayıncılığımızın geldiği noktayı göstermesi
açısından esef verici.
Her şeyden önce devlet ve toplum olarak bu densizliği yapanlara
karşı verilecek en büyük tepkiyi vermeliyiz. Bunlar sineye
çekilecek şeyler değil.
Demokratik ve hukuki alanlarda yapılacak en büyük yaptırımları
uygulatmak boynumuzun borcudur. Bu insanlar hakkında suç
duyurusunda bulunmak herkesin asli görevi olmalı. Bunu yapalım
elbet lakin (sosyal medyadan kitabın yazarının tutuklandığına
dair haberler gördüm) bununla da yetinmeyelim. Bugün bu yazar
tutuklanır yarın başka biri bir kitap peydahlar!
10 senedir yazılarımın zeminini; aile, eğitim, kültür, gençlik,
değerler, inançlar, şahsiyet, vb. konular merkezinde inşa etmeye
özen gösteriyor ve cirmimce uyarılar da bulunuyorum.
Eğitim, kültür ve aile vb. konularında ehilleşmek şöyle
dursun hızla düşüyor ve batıyoruz.
Kanunun ve tetkikin hiç işlemediği ve önemsenmediği sektör
olarak bilinen yayıncılık alanında artık her isteyen istediği gibi
kitap yayınlayamamalı.
Yaklaşık 9 sene önce ulusal bir gazeteye vermiş olduğum
röportajda “ülkemizde okur sayısından fazla yazar sayısı
var” diye ironi yapmaya çalışmıştım. Geçen yıllar bu
durumu ironi olmaktan çıkarmış durumda.
Yazar olmak ya da kitap yayınlamak denetime tabi tutulmadan icra
edildiği için sektör olmaktan öte “piyasa” olarak kalıyor
yayıncılık. Bu da işportacılığın farklı versiyonu oluyor.
Ahlaka mugayir yayınlanan her bir kitap gençlerimiz ve
çocuklarımız üzerinde daha fazla karşılık buluyor.
Siyak ve sibak dinamikleri ile bakıldığında bu durum için
devletin bilinçlendirme projelerini en güçlü
enerji haline getirmesi elzemdir.
Yoksa bunları da sineye çekersek daha büyük
ahlaksızlıklara kendimizi hazırlayalım…