Sayın Başbakan ODTÜ’ye gidecekmiş.
Elbette gider.
Gidecek.
Gitti de.
Bundan doğal ne olabilir?
Doğal olmayan; gitmeden önce güvenlik kuvvetini kuşatmayı
andıracak şekilde abartılı olarak üniversiteye
konuşlandırmasıdır.
Bu bir sınır ötesi operasyon değildi ki.
Nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı ülkesinin
başkentindeki bir üniversiteyi ziyaret edecekti.
Daha önce yaşananlara da bakacak olursak;
Başbakan nereye gidecek olsa orada polis, biber gazı, arbede vs.
yaşanacağı akıllara geliyor.
Yaşanıyor da…
*
Dünyanın neresinde olursa olsun siyasi baskının,
samimiyetsizliğin, zulmün kokusunu ilk alan kesimdir
üniversiteler.
Bunun içindir ki, ilk şamarı da üniversiteler yer.
Kadrolaşma da ilk oralarda başlar.
Neden mi?
Çünkü; kimi zaman protestolarıyla, kimi zaman maruz kaldıkları
baskılara karşı direnişleriyle toplumun sessiz çığlıkları ilk
oralarda sese dönüşür.
Her protestonun, her eylemin ardından muhatapların kalıplaşmış
cümlelerle bilindik beyanatları uçuşur havalarda.
O beyanatlarda tehdit vardır.
Gözdağı vardır.
O beyanatlarda sindirme, halkın gözünde karalama vardır.
Karalanan kim?
Karalanan; ülkenin geleceği olan eğitimli beyinler. Yani şikâyet
ettikleri halkın çocukları.
Karalanan; siyasi erkin kendince uygun gördüğü tek tip nesil
dayatmasına karşı birey olduklarını hatırlatan gençler.
Düşünme yetisini kimsenin inisiyatifine bırakmak istemeyen ve
bilimin ışığında çağdaş toplum özlemi ile yanıp tutuşan
gençler…
Siyasiler şunu bir türlü anlayamadılar;
Dayatma çözüm değildir.
Bir elinde bilgisayar diğerinde Kuran taşımakla ne dindar ne de
bilim adamı yetiştirilebilir.
Evet... Belki bu şekilde bir nesil yetişir ama bu nesil inanç
ile bilim arasına sıkışmış, hür iradesi elinden alınmış bir nesil
olur.
Böyle bir nesil izin verildiği kadar düşünür, izin verildiği
ölçüde bilim üretir.
İnanç, dayatma ile beyinlere monte edilemez.
Şayet monte edilebiliyorsa zaten onun adına da inanç değil
istismar denir.
*
Yukarıda üniversitelerden, protestocu öğrencilerden bahsetmiştik
ya;
Konu protestocu öğrenciler olunca demokrasinin ne ilerisi
kalıyor ne de kendisi.
Oysa;
Sandığa giderken en işlek caddelerin köşebaşlarına kurulan
yüksek sesli hoparlörlerden bangır bangır demokrasi çığırtkanlığı
yapılır.
Peki ya uygulamada?
Görebilene aşk olsun.
Siyasilere diyeceğim şu ki;
Ağzınızdan düşmeyen demokrasi söyleminden artık vazgeçin.
Ya samimiyetle demokrasiye sıkı sıkı sarılın ya da açık olun ve
demokrasi bir araçtır deyin hepimiz kurtulalım.
Zira söylemlerdeki demokrasi ile uygulamadaki demokrasi bir
arada şık durmuyor.
Sırıtıyor…