Mustafa Kemal ve muhalifleri
Abone olMustafa Kemal'den, "İzmir'i aldıktan sonra biraz dinlenirsiniz Paşam" diyen Halide Edip'e yanıt: "Daha birbirimizi yiyeceğiz!"
Mustafa Kemal, kendisine, 'İzmir'i aldıktan sonra artık biraz
dinlenirsiniz Paşam. Çok yoruldunuz' diyen Halide Edip'e şu yanıtı
verir: 'Dinlenmek mi? Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga
edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz.' Bu öngörü doğru çıkar.
Mustafa Kemal'i Milli Mücadele liderliğine taşıyan tarihsel
koşulları bir yana bırakırsak, yüksek zekâsının ve hırslı
kişiliğinin bu yükselişte önemli payı olduğu açıktır.
Milli Mücadele'nin asker üyelerinden Fahrettin Altay'ın aktardığı
bir hikâyeye bakılırsa, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin (İTC) güçlü
adamı Enver, Çanakkale Savaşları sırasında, "Siz Mustafa Kemal'i
benim gibi tanımazsınız. Vakıa çok değerli, fakat o nisbette de
haristir. Emin olun, şimdi liva yaparız. Kolordu kumandanlığı
ister. Onu yaparız, ordu kumandanlığı ister. Ordu kumandanı
yaparız, başkumandanlık ister. Ona da peki desek, yine kâfi görmez.
Daha büyüğünü ister. Çünkü hırsına hudut yoktur. Bu sebeple, onu
azar azar vererek gayet maharetle idare etmek, hoş tutmak lazımdır"
demiştir.
Bu konuşma Mustafa Kemal'e aktarıldığında "Ben Enver'in bu kadar
zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim" diyerek, hakkındaki
yargıları adeta onayladığı bilinir.
Mustafa Kemal, yakın arkadaşı Yunus Nadi ile yaptığı bir sohbette,
Mütareke döneminde Ahmet İzzet Paşa'nın oluşturacağı hükümette
kendisine Harbiye Nazırlığı'nın verilmesi için çektiği telgraftan
bahsederken "Kendisi bunu mansıp (rütbe, mevki) hırsı ile
yorumlamış. Halbuki ben adamlarımızı biliyordum. Orada memlekette
yapılacak hizmeti, en büyük salahiyetle ancak ben yapabilirdim.
Eğer ben o kabinede bulunsaydım, işi daha İstanbul'un eşiğindeyken
hallederdim..." diyerek, kendine olan aşırı güvenini anlatmıştır.
Bu güven öylesine büyüktür ki, ileriki yıllarda, kendisine
muhalefet eden herkesi teker teker saf dışı etmesinde hiçbir
yanlışlık görmeyecektir.
'Emirlerin yerine getirilmesi'
Kendisine "İzmir'i aldıktan sonra artık biraz dinlenirsiniz Paşam.
Çok yoruldunuz" diyen Halide Edip'e "Dinlenmek mi? Yunanlılardan
sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz" diyen
Mustafa Kemal'in öngörüsü doğru çıkmıştır.
Ancak, dava arkadaşlarının en büyük mücadelesi, onun liderliğini
önlemek değil, diktatörlük eğilimlerini frenlemek yolunda oldu.
"Onbaşı" diye hitap ettiği Halide Edip'e "Ben hiçbir eleştiri,
hiçbir fikir istemiyorum. Yalnız emirlerimin yerine getirilmesi[ni
istiyorum]" demesi ile Nutuk'ta, "Tarih, itiraz kabul etmez bir
şekilde ispat etmiştir ki, büyük meselelerde muvaffakiyet için
kabiliyet ve kudreti sarsılmaz bir Reis'in vücudu lazımdır" demesi
eylemlerinin ardındaki mantığı açıklar.
Fevzi Paşa sevgisi
Yine de 1919'da Samsun'a doğru yola çıkmasıyla, 1926'da İzmir
Suikastı Davası arasında kalan yedi yıl içinde Milli Mücadele'ye
birlikte başladığı arkadaşlarından ikisi dışında hepsini tasfiye
etmesini anlamak pek kolay değildir.
Bu iki kişiden biri olan Mareşal Fevzi Çakmak'a duyduğu sevgi
hakikaten özeldir. Bazı araştırmacılar bunu Fevzi Paşa'nın siyasi
hiçbir hırsı olmamasına bağlar. Paşa'nın isminin Osmanlıca'da
'kuzu' kelimesiyle benzer şekilde yazılmasından kalkarak yapılan
'Kuzu Paşa' esprisi bunu doğrular niteliktedir.
İkinci 'en çok sevdiği kişi' ise İsmet İnönü'dür. Falih Rıfkı'ya
göre, Milli Mücadele'nin başında Anadolu'ya birlikte gitmeyi öneren
Mustafa Kemal'e, 'yeni evlendim, beni biraz rahat bırak' diyen;
1920 yılı başında kısa süreliğine Anadolu'ya geçip hemen İstanbul'a
dönen, en sonunda İngilizlerin çerçevesini çizdiği 'ya Malta, ya
Anadolu' ikilemi yüzünden adeta harekete katılmak zorunda kalan
İsmet İnönü'ye 6 Ağustos 1933'te çektiği bir telgrafta, "İsmet sen
büyük adamsın. Hassas olduğun kadar his veren adamsın. Sen benim
sözlerimi okurken gözlerin yaşarmış; ya ben seni okurken
hıçkırıklarla ağladığımı söylersem, inanır mısın? Bu duygularımı
sonradan değil, kimsenin yanında değil, yatak odama çekildikten
sonra mahremimde yazıyorum. Sen beni muhakkak çok seviyorsun. Ya
ben seni!" demesi, bu sevginin şaşırtıcı boyutlarını gösterir.
Ama, Mustafa Kemal'in sevgisini kazanmayı başaramayan, ya da
muhafaza edemeyen diğer kişilerin örneğin Cavit Bey, Küçük Talat,
Dr. Nazım Bey ve Kara Kemal gibi İttihatçı yoldaşlarının; Milli
Mücadele'ye birlikte başladığı Çerkes Ethem, Kazım Karabekir, Rauf
Orbay, Refet Bele, Ali Fuad Cebesoy, Cafer Tayyar Eğilmez, Kazım
Özalp, Ali İhsan Sabis Paşa, Rüştü Paşa, Mersinli Cemal Paşa gibi
silah arkadaşlarının; Adnan Adıvar ve Halide Edip Adıvar gibi
entelektüel dostlarının, Rıza Nur, Ali Şükrü Bey, Hüseyin Avni
(Ulaş) Bey gibi siyasi şahsiyetlerin akıbeti hiç de iyi olmamıştır.
Kimi görevden alınmış, kimi sürülmüş, kimi İstiklal Mahkemeleri'nde
yargılanmış, kiminin siyasi hayatı ebediyen sona ermiş, kimi
öldürülmüştür.
Bu yazı dizisinde, Mustafa Kemal'le muhalifleri arasında, kimi
kişisel, kimi siyasal, kimi ideolojik nedenlere dayanan
çatışmaların perde arkasına göz atmaya çalışacağız. Böyle mütevazı
bir çalışmada, bugüne kadar genel kabul görmüş 'doğruları' tersyüz
etmek gibi iddialı bir hedefin gerçekleşmeyeceğini biliyoruz.
Sadece yeni sorular üretmeyi umuyoruz. Bu soruların yeni cevaplara
neden olması ise, araştırmacıların olduğu kadar okuyucuların da
çabasını gerektiriyor.
Büyük hayaller mi, gerçekçi hedefler mi?
Enver, geleceğin Gazneli Mahmut'u veya Cengiz'i olmak için
Türkistan'a yürüyordu. Mustafa Kemal ise daha sınırlı bir hedefe,
Anadolu'da kurulacak bir ulus-devlete odaklanmıştı
Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra, 2/3 Kasım 1918 gecesi
bir Alman gemisi ile İstanbul'u terk eden İttihat ve Terakki
liderlerinden Talat, Kara Vasıf Bey ve Kara Kemal'e, 'Karakol' adlı
bir örgüt kurmalarını ve Anadolu'da mücadeleye devam etmelerini
önermişti.
Enver ise Teşkilat-ı Mahsusa'nın isminin, 'Umum Alemi İslam İhtilal
Teşkilatı' olarak değiştirilerek eski faaliyetlerine devam etmesini
istedi. Mustafa Kemal'in Anadolu'ya Karakol tarafından
gönderildiğini, ancak daha Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919)
sırasında Karakol'un faaliyetlerine karşı çıktığını biliyoruz.
Karakol'un liderlerinden bir bölümünün, 16 Mart 1920'de işgal
edilmesi sırasında tutuklanmasıyla örgüt iyice zayıflayacak ve
Mustafa Kemal İTC vesayetinden biraz daha kurtulacaktı.
Ülkeyi terk ederken bile ayrı örgütler kurmayı düşünen İTC
liderlerinin ilişkileri, sürgün yıllarında da iyi olmadı. Bazen
aynı şehirde oturdukları halde aylarca görüşemeyen liderler, daha
çok mektupla temas kurdular. Birçoğu Hüseyin Cahit (Yalçın), Cemal
Kutay ve Şevket Süreyya Aydemir tarafından yayımlanan bu
mektuplarda sürgünde yaşamanın zorlukları hissedilirken, kullanılan
dilin duygusallık, kırgınlık, umut, öfke gibi değişik duygular
arasında gidip gelmesi, parasal ve ailevi meselelerin sıkça siyasi
meselelerin önüne geçmesi gibi hususlar dikkati çeker.
Stratejik farklılıklar
İkili, Mustafa Kemal'le yazışma işini Talat'a bırakmıştır. Cavit
Bey, anılarında, Talat'ın 'Sarı Paşa' dediği Mustafa Kemal'e,
hareketin başı edasıyla yolladığı mektuplara, o sırada yeterince
güçlü olmadığı için, uzun cevaplar vermek zorunda kalan Mustafa
Kemal'in, "Biz çabalıyoruz, Berlin'deki[ler] bizim yaptıklarımızı
kendilerine mal ediyorlar" diye şikâyet ettiğini yazar.
Talat, önce Anadolu hareketini desteklemeyi, Anadolu'da başarı
kazanıldıktan sonra bir siyasi parti kurarak iktidarı kontrol
etmeyi planlarken, Enver, Anadolu hareketinin derhal başına geçmeyi
ve ardından Asya içlerine yayılacak bir imparatorluk kurmayı hayal
ediyordu. Ancak mektuplara bakılırsa, Talat'ın önerdiği strateji de
Pan-İslamist ve Pan-Türkist boyutlar taşıyordu.
Hem İngilizleri hem de Rusya'yı karşısına alacağı belli olan bu
stratejide, Talat, İngilizlere karşı Rusya'nın desteğinden medet
umuyordu, ancak Rusya'nın desteğini nasıl sağlayacağı konusunda
gerçekçi bir açıklaması yoktu.
Talat'ın ikinci planı Araplar ve Türkler bağımsızlıklarını elde
ettikten sonra Avusturya-Macaristan örneğine benzeyen 'federatif
İslam devleti' kurmaktı. 1. Dünya Savaşı'na girerken kendine Mısır
krallığını seçen Cemal, Afganistan ve Hindistan'da İngilizler'e
karşı bir İslam ihtilali yapmak için Rusların desteğini sağlamaya
çalışırken, Enver, İngilizlerin icazetiyle, geleceğin Gazneli
Mahmut'u veya Cengiz Han'ı olmak için Türkistan'a doğru
yürüyordu.
Rusya'yla ilişki
Mustafa Kemal ise daha sınırlı bir hedefe, Anadolu'da kurulacak bir
Türk ulus devletine odaklanmıştı. Gerçi Mustafa Kemal de Rusya'nın
silah ve para desteğine güveniyordu. Hatta, Kazım Karabekir'in
iddia ettiği gibi bu uğurda, 'Bolşevik prensipleri' kabul etmeyi
bile düşünmüştü. Ancak askeri başarılar geldikçe, bu planı
uygulamasına gerek kalmadı.
Nitekim, Ocak 1921'de, önce ülkedeki sol muhalefeti tasfiye etti,
ardından Moskova'ya, "Anadolu Büyük Millet Meclisi Hükümeti namına
hiçbir suretle mezun olmadıklarının Enver, Talat ve Cemal paşalara
tebliği" konulu bir mektup yolladı.
Mustafa Kemal, Talat-Enver ikilisi ile arasındaki farkı, TBMM'de 1
Aralık 1921'de yaptığı konuşmada şöyle koydu: "Büyük hayaller
peşinde koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar görünen sahtekâr
insanlar değiliz. Efendiler, büyük ve hayali şeyleri yapmadan
yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın husumetini, garazını,
kinini bu memleketin ve bu milletin üzerine celbettik. Biz
Panislâmizm yapmadık. Belki 'yapıyoruz, yapacağız' dedik. Düşmanlar
da 'yaptırmamak için bir an evvel öldürelim' dediler. Panturanizm
yapmadık. 'Yaparız, yapıyoruz' dedik ve yine 'öldürelim' dediler.
(.) Bütün dava bundan ibarettir. (.) Haddimizi bilelim!"
Berlin ve Türkistan
'Haddini bilen' Mustafa
Kemal ülkede olmanın avantajıyla ipleri yavaş yavaş elinde
toplarken, sürgünde onun bunun himmetiyle hareket etmeye çalışan
Talat, 15 Mart 1921'de Berlin'de bir Ermeni tarafından; Cemal, 21
Temmuz 1922'de Tiflis'te Rus veya İngiliz istihbaratı için çalışan
Ermeni veya Gürcü eylemciler tarafından; Enver ise 4 Ağustos
1922'de Türkistan'da Kızıl Ordu tarafından öldürüldüler.
Mustafa Kemal, dikkatini içerideki muhaliflerine vermeye başladı.
Sonuçta Mustafa Kemal'in 'gerçekçi' politikaları uygulandı. Bazı
tarihçiler Rusya'nın Enver'i Mustafa Kemal'i kontrol etmek için
kullandığını söylerken, bazı tarihçiler ise, Mustafa Kemal'in hiç
de imkânsız olmadığı halde Musul'u bile bırakmasıyla sonuçlanan
gerçekçiliğinin, İttihatçı önderlere duyduğu kişisel antipatiyle
çizilmiş dar görüşlülük sınırında gezindiğini söylerler.
Onlara öre, Enver'in ütopik planlarının aslında İngilizleri ve
Rusları, Mustafa Kemal'in 'gerçekçi' planına razı etmekte önemli
bir rol oynamıştır. Kazım Karabekir de, farklı yollardan, benzer
iddialarda bulunur.
Mustafa Kemal-Enver çekişmesi
Enver Paşa, Harbiye Nazırı Vekili'yken Naciye Sultan'la (üstte)
evlendi. Sabiha Sultan'sa Mustafa Kemal'in evlenme talebini geri
çevirmişti.
Mustafa Kemal'in bildiğimiz ilk muhalifi Enver'dir. Hırslı
kişiliğine rağmen II. Meşrutiyet'in önderliğini Enver'e kaptıran
Mustafa Kemal, 31 Mart Olayı'ndan sonra askerlerin siyasete
karışmaması yolundaki tavsiyesi ile Enver'i kızdırınca, kendisine
Trablusgarp yolu görünmüştü.
Balkan savaşları
Balkan Savaşları sırasında
düşman, Edirne önlerinde boy gösterince, Mustafa Kemal İstanbul'a
döndü ama Edirne'nin düşmana bırakılmasını önlemek için Mustafa
Kemal'in itirazına rağmen Babıali Baskını'nı yapan ve bir süre
sonra Edirne'nin geri alınmasıyla stratejisinin doğru olduğu
anlaşılan Enver'in yıldızı tekrar parlayıp Harbiye Nazırı
olduğunda, ilk işi, Edirne'ye ilk giren birliklerin başında
bulunduğu için kıskandığı Mustafa Kemal'i pasif Sofya Askeri
Ataşeliği'ne göndermek oldu.
Bir süre sonra Genelkurmay Başkanlığı'na talip olan Mustafa Kemal'e
itiraz yine Enver'den geldi. Mustafa Kemal'in şansı ancak Sarıkamış
faciasından sonra döndü, fakat Enver, Çanakkale ziyaretinde,
Anafartalar'daki başarısından sonra bile Mustafa Kemal'in grubuna
uğramadı.
Bu çekişmeye bir de, Mustafa Kemal'in Enver Paşa gibi padişah
damadı olmak için Vahidettin'in kızı Sabiha Sultan'a talip olması,
ancak reddedilmesinin yarattığı burukluğu eklersek, ikili
arasındaki çekişmenin hiç de sıradan olmadığını tahmin
edebiliriz.
Radikal