Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Eski Türkiye’de çok sevilen bir adet vardı: “Türk’ün Türk’e propagandası.”
Biz Türklerin, istisnasız her meselede çok haklı olduğumuzu savunmak, bunu da başka herkesten çok kendimize anlatmak demekti bu.
Bilhassa üzerinden eleştiri aldığımız yahut suçlandığımız konularda devreye girerdi bu propaganda.
Mesela birileri “Kürt sorunu” diye bir şeyden mi söz ediyordu. Hemen başlardı “Türk’ün Türk’e propagandası.” Kürt diye bir şey yoktu. Olsa olsa bir Türk boyuydu bu adamlar. Türkiye’de de başlarına hiç bir fenalık gelmemişti. Sadece dış güçlerin satın aldığın hain bölücüler sorunu vardı.
Hakeza, “Ermeni meselesi” açılınca cevap yine hazırdı: Biz hiç bir fenalık yapmamıştık. Ermeniler, başlarına ne gelmişse, hak etmişti bunu. Gerisi emperyalistlerin yalanlarıydı.
“Türk’ün Türk’e propagandası” milliyetçi bir refleksti. Ama çok kaba ve hamasi propaganda olduğu için milliyetçiliğe bile yaramıyordu. Bu propaganda yüzünden gerçeklerden kopuk, kapalı bir dünyada yaşıyorduk ve bu da gerçek dünyada dikkate alınacak, fark yaratacak tezler üretmemize engel oluyordu. Kendimizi zihnen ilkelleştirmemize sebep oluyordu.
Sonra devir değişti. Eski Türkiye gitti. Yerine Yeni Türkiye geldi.
Ve eşyanın tabiatından olsa gerek, nasıl Eski Türkiye’nin bir hakim paradigması var idiyse, Yeni Türkiye’nin de bir hakim paradigması var. Ve bu da bir milliyetçilik. Ama Türk milliyetçiliği değil, Müslüman milliyetçiliği.
Bu ikisi arasındaki geçiş döneminin Türkiye’ye önemli “açılımlar” kazandırdığı ise, en başta teslim etmemiz gereken bir gerçek. Türk milliyetçiliğinin kör noktaları, bilhassa da Kürt sorunu, Müslüman milliyetçiliğinin getirdiği farklı bakış açısı sayesinde sorgulanabildi. İyi oldu.
Ama her ideoloji gibi Müslüman milliyetçiliğinin de kör noktaları var. Dahası, aynen selefi gibi, bir tür “Müslümanın Müslümana propagandası” refleksine sahip.
Nedir peki bu “Müslümanın Müslümana propagandası”?
Türklük için yapılan şeyin aynısı: Biz Müslümanların istisnasız her meselede çok haklı olduğumuzu savunmak, bunu da başka herkesten çok kendimize anlatmak.
Bu yaklaşımı hem siyasi dilde hem medyada sıkça görüyoruz. Bize sürekli dünyanın dört bir yanındaki Müslüman (yahut İslamcı) aktörlerin kesin haklı olduğu, İslam dünyasındaki tüm problemlerin de “dışarıdan” geldiği anlatılıyor.
Örneğin bu söyleme göre, Müslüman dünyada IŞİD, Boko Haram, El-Şebab gibi kanlı tedhiş hareketlerinin varlığının tek bir açıklaması var: Batı emperyalizmi. Bu emperyalizm, ya bu örgütleri perde arkasından yönetiyor, ya da onların ortaya çıkmasına sebep olan şartları yaratıyor.
Buna mukabil; “bu örgütler nasıl bir fıkıhtan, nasıl bir din anlayışından doğuyor” diye sormak pek makbul değil. Çünkü o zaman “Müslümanın Müslümana propagandası” bozuluyor; bunun yerine Müslümanın Müslümana eleştirisi başlıyor. Bu ise kolaylıkla züppelik, hatta belki ihanet olarak damgalanabilecek bir tutum.
“Müslümanın Müslümana propagandası” belirli bir “tarih algısına” yaslanıyor. Buna göre İslam dünyasının mevcut sorunlarının hepsinin kökeni Batı’nın siyasi ve kültürel emperyalizminde yatıyor. Bu emperyalizmin çok vebal taşıdığına zaten kuşku yok; ama tablo bundan ibaret değil.
Örneğin bu tarih algısına göre Osmanlı’nın çöküşünün başladığı nokta Tanzimat Fermanı ve ardından gelen modernleşme. Osmanlı niçin bu sürece ihtiyaç duymuş, Batılı usuller almasa, modern okullar açmasa halimiz nice olurmuş; bu sorulara dikkat edilmiyor. Tanzimat’la başlayan süreç olmasa, “demokrasi” nasıl ortaya çıkacaktı ve bugünün Türkiye’sinde muhafazakarları nasıl iktidara getirecekti; bu da atlanıyor.
Dışarıdan, bilhassa Batı’dan gelen her kavramın bir melanet olduğunu sayan bu algı, İslam dünyasında “kölelik” kurumunun nasıl ortadan kalktığı gibi tatsız bahislerin kapağını bile açmıyor. Osmanlı’da köle ticaretinin ancak Tanzimat döneminde ve İngiliz baskısıyla yasaklandığı gerçeğiyle yüzleşmiyor.
Özetle, Müslüman dünyanın kendine sorması gereken; “bilim, teknoloji, insan hakları veya demokrasi niçin bizde değil de Batı’da gelişmiş” gibi soruları sordurmuyor bize, “Müslümanın Müslümana propagandası.” Müslümanların tarihsel hatalarıyla ve güncel problemleriyle yüzleştirmiyor bizi.
Hatalarımızın ve problemlerimizin üzerine hamaset boca ediyor sadece. Ve bu şekilde belki yüreğimizi ferahlatıyor; ama öte yandan zihnimizi durduruyor.
Dünyada bu kadar İslamofobi varken hakikaten gereken “İslam’ı ve Müslümanları fikren savunma” misyonunu da engelliyor. Bunu ucuz hamasetle yapamıyor, öyle yaptığınızda da komik duruma düşüyorsunuz çünkü. Aynen eskiden “Türk’ün Türk’e propagandası” yapanların içine düştüğü durum gibi.
Onun için, derim ki, gelin, yol yakınden bu işten vazgeçelim. Türkiye’deki İslami enerjiyi boş hamasete değil, tefekküre, eleştirel düşünceye, objektif araştırmaya aktaralım.
Yoksa, aynen Eski Türkiye gibi, kendimizi avutur dururuz.