Müslüman Türk’ün ‘kabul etmez’ tavrı ve kendilik.

Murat Cahid Kuvvet muratcahid@hotmail.com

Avrupa’nın tarihe bakışını değiştiren  tarihçi Marshall G.S. Hodgson, mercator izdüşümü ile çizilmiş dünya haritasında Hindistan'ın, Endonezya'nın ve hatta Afrika kıtasının Avrupa’dan bilinçli bir şekilde küçük çizildiğine dikkat çeker.  Asya’nın bir uzantısı olan kıta parçasının daha büyük alana ve nüfusa sahip ülkeler varken ‘Avrupa Kıtası’ olarak adlandırılmasını yanlış bulan Hodgson, bilinçli bir ‘kendiliğe’ sahip olmasıyla diğer Batılı tarihçilerden ayrılır.

Hodgson’un söyledikleri, bir Amerikalının Batı merkezli dünyayı reddetmesi bakımından oldukça önemlidir. Fakat buradaki problem, Avrupa’nın hâkimiyet iddiasının 16. yüzyılda ancak başlayabilmesine rağmen, Batı’nın Dünya tarihini ve haritalarını olduğundan farklı gösterebilecek bir böbürlenme ve küstahlık içinde olması mı, yoksa Doğu/İslam medeniyetinden alıp kendi fabrikalarında ambalajladıkları hemen her şeyi sorgusuz sualsiz satın almamız ve bu alışverişin ne ifade ettiğini bilmeyecek kadar bilince ve kendiliğe sahip olmamamız mı?

***

Bilinçli olma, yaptığı her işi bilerek ve doğal sonuçlarına katlanacak olmanın sorumluluğunu peşinen kabullenme demektir. Kendilik kavramı ise köşede sessizce bekleyen, bilinçli olma hali ile farklılık katan, değerli hissettiren, özgün olarak neler yapabileceğinin özgüvenini sağlayan, büyülü, karizmatik ve omuzları kaldıran bir kelime olmasına karşın, kendisini pazarda ortaya çıkaracak kadar bol ve değersiz değildir.

Bilinç ve kendiliğin meşru evliliği, insanı fert olarak duruş sahibi yapmaya fazlası ile yeterli olabilir. Fakat aynı topraklar üzerinde kader birliği yapmış fertlerden oluşan toplumun, yeni bir dünyanın kurulması için çaba harcama zorunluluğunu da ortadan kaldırmaz.

Küresel hegemonya tarafından dünyanın merkezinin belirlemesi ve o merkeze yalnızca kendini müstahak görmesi, medeniyetlere beşiklik etmiş kadim toprakların sahipleri için elbette kabul edilebilecek bir durum değildir. Buna rağmen yeni bir dünyanın inşa edilmesinin mümkün olmadığına inananlar için Müslüman Türklüğümüzden mütevellit bu kabul etmez tavrımızın faydası sınırlı, meçhul ve müphem olacaktır.

Dünya’nın havasını yeni teneffüs etmeye başlayan bireylerin, çevresi ile etkileşim haline geçmesi kaçınılmazdır. Bu etkileşim; kişinin kendini algılaması, anlaması, konumlandırması ve kendi özgünlüğünü / metodolojisini oluşturmasında büyük öneme sahiptir. Hülasa, kişinin içinde doğduğu âlem ile etkileşim içinde olması, kimlik sahibi olmasında ve özgün bir kendiliğin oluşmasında kaçınılmaz ve birincil ölçüttür.

Fikir ve irfan dünyasında Batı’yı merkeze alıp, mutlak üstünlüğünü dahi onun kavramlarını kullanarak kabul edenlerin ve tarih yapan/tarih yazan kimliğini bilinçli bir şekilde unutanların olduğu bir dünyada yaşayanların reddedici kimliğe sahip olmamaları ve ataletten kurtulamamaları halinde kendiliklerinin bilincinde olamayacakları, Perşembe’nin gelişi kadar açıktır.  

Bilinçli bir kendilik için medeniyet fikrimizin başladığı yerden yola çıkabildiğimizde ve Dünyanın merkezine neyi koymamız gerektiğini anladığımızda; İslam’ı, “dünya medeniyeti” olarak ele alan Hodgson da anlaşılacaktır.