MÜSİAD başkanından işsizliğe reçete
Abone olMüstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD ) Genel Başkanı Nail Olpak, işsizlik üzerine tespitlerde bulundu
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD ) Genel
Başkanı Nail Olpak, Türkiye'nin işsizlik sorununu ana gündeminin
dışına çıkartabilmesi için yıllık GSYH'sını en az 1,5 trilyon
dolara çıkarması gerektiğini belirtti.
''Küresel Kriz ve İstihdam'' konulu MÜSİAD Raporu'nun sunumunun
yapıldığı basın toplantısında konuşan Olpak, ''Türkiye, ILO
(Uluslararası Çalışma Örgütü) ülkeleri arasında adeta model ülke
olarak ön plana çıkmıştır. Ne var ki, 75 milyonluk nüfusa ve 775
milyar dolarlık iktisadi büyüklüğe sahip, orta büyüklükte bir ülke
olan Türkiye için; dış rekabet, verimlilik, mali dengeler,
demografi ve emek piyasası yapısı gibi mevcut veri setine göre,
işsizlik sorununu tümüyle ortadan kaldırmak, mümkün
gözükmemektedir. Türkiye'nin işsizlik sorununu ana gündeminin
dışına çıkartabilmesi için yıllık GSYH'sını en az 1,5 trilyon
dolara çıkarması gerekmektedir'' dedi.
Türkiye'nin, son yıllardaki anlamlı iyileşmelere rağmen, emek
verimliliğinde 2010 yılı itibariyle hala 39. sırada olduğunu
aktaran Olpak, ''Dolayısıyla bu aşamadan sonra Türkiye'de istihdam
artışı bir yandan ekonominin genel büyümesinden sağlanırken, esas
olarak ekonominin tümüne yayılmış olan bir verimlilik sıçramasından
beklenmelidir. Zira, 2012 yılı için Türkiye'nin ekonomik
büyümesinin yüzde 3,2 seviyesinde kalmasının sebebi yalnızca düşük
dış talep ya da finansman kısıtı değildir. Bu noktada, büyümenin
istenilen seviyede sürdürülebilmesi ve orta gelir tuzağına
yakalanmamak için ülkemiz mevcut yapısını yüksek büyümeyi
kaldıracak şekilde reorganize etmelidir. Bu nedenle, Türkiye'nin
küresel krizin geçmesini bekleyerek ardından yoluna devam etme gibi
bir tercihi yoktur. Aksine, aktif hamlelerle potansiyelini açığa
çıkartıp, pozitif yönde ayrışarak, sıkıntılı bir dünyada yabancı
sermayeyi nitelikli bir şekilde çekmesi ve ekonomisini acilen yeni
bir patikaya oturtması gereği vardır'' değerlendirmesinde
bulundu.
Olpak, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Özellikle, fiyat ve finansal istikrarının kalıcı olması yönünde
yapılan çalışmalar oldukça isabetli olmuştur. Ancak, makroekonomik
istikrarın sağlanmasının yanı sıra; dış açıkların makul seviyede
tutulması ve bu açıkların idaresi bugün daha da önem kazanmıştır.
Bu sebeple, ulusal tasarrufların artırılması, enerjide dışa
bağımlılığın asgari düzeye çekilmesi ve etkin bir yabancı sermaye
stratejisinin önemi daha fazla öne çıkmaktadır.
Bununla birlikte, makroekonomik politikalar çerçevesinde ülkemiz,
''Kur ve enflasyon belirsizliği'' gibi iki temel konuda
yaşanabilecek belirsizliğe de dikkat etmelidir. Özellikle, döviz
kuru oynaklıkları doğrudan işsizlik üzerinde etken olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bilhassa Fitch'in, Türkiye'nin notunu 'yatırım
yapılabilir ülkeler' seviyesine çıkarmasıyla oluşan yeni durumun
daha etkin idare edilmesi ve liradaki aşırı değerlenmeye izin
verilmemesi gerekir. Bugün ülkenin ihtiyacı olan, ne aşırı değerli
Türk Lirası ne de değersiz bir Türk Lirası'dır.
Yapılan akademik çalışmalar, Türk Lirası'ndaki aşırı değerlenmenin
önce rekabetçi üstünlükleri zaafa uğrattığını, ardından da üretim
dokusunu bir daha geri gelmemek üzere erozyona uğrattığını
göstermektedir. Ancak bunun tersi doğru değildir. Yani, ''Türk
Lirası ne kadar değersizleşirse, Türkiye'nin rekabeti o kadar
artar'' yönündeki yaygın kanaat doğru değildir. Kur ve enflasyon
belirsizliğini giderecek olan, dengeli ve optimal bir kur düzeyi
ve/veya aralığıdır.''
''Küresel rekabet ortamında teşviklerden uzak kalmak
gerçekçi değildir''
Olpak, sürdürülebilir büyüme ve toplumsal barış açısından kritik
formülün ''Emek piyasası reformu-işgücünün dönüşümü-dış açıklar ve
işsizlik'' arasındaki zincirin isabetle kurulması ve etkinlikle
idare edilmesi olduğunu belirtti.
Girişimciye yönelik desteklerin önemli bir bileşenini kuşkusuz
finansman konusu oluşturduğunu dile getiren Olpak, girişimcilik
potansiyelinin etkin kullanımı için de finansman derinliğinin ve
çeşitliliğinin geliştirilmesi gerektiğinin altını çizdi.
İstihdam kaynağı oluşturacak bir diğer unsurun da teşvik
mekanizmalarının doğuracağı pozitif dışsallıklar olduğunu söyleyen
Olpak, ''Küresel rekabet ortamında teşviklerden uzak kalmak
gerçekçi değildir. Bu sebeple, teşviklerin yan etkileri de göz
önünde bulundurulmak suretiyle, artık önemi aşikar hale
gelmiş, yükselmekte olan ve 'geleceğin hedef sektörlerine'
yoğunlaşan bir 'yönlendirilmiş teşvik sistemi' üzerine
odaklanılmalıdır. Teşviklerin istihdama katkısının yüzde 10
seviyesinde olduğu düşünüldüğünde, böylesi bir odaklanmanın
istihdama katkı sağlayacağı açıktır'' şeklinde konuştu.
Nail Olpak, hatırı sayılır istihdam oluşturacak bir alan olarak
doğrudan yabancı yatırımlar alanına da vurgu yaparak, şunları ifade
etti:
''Doğrudan yabancı yatırımlar ,ülkemiz için istihdamın yanı sıra,
aynı zamanda bilgi transferi, ihracat ve katma değer artışı
anlamına gelmektedir. Son 20 yıl için Türkiye'nin DYY stokuna
bakıldığında, 2004 yılından beri nispi bir artış gözlenmekte ancak,
aynı ligde olduğumuz Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan gibi
ülkelerle kıyaslandığında ise geride kaldığımız görülmektedir.
Bundan daha önemlisi 'greenfield' denen 'yeşil saha yatırımlarında'
Türkiye'nin daha fazla proje geliştirmesi ve bu projeleri uluslar
arası alanda üst düzey bir organizasyonla tanıtması
gerekmektedir.''
''Emek piyasasının üçüncü ayağını mesleki eğitim alanı
oluşturmaktadır''
Emeğin yapısı ve niteliğinden bahsedildiği noktada, emek piyasasına
ilişkin karşılaşılan sorunlar ve bunlara yönelik önerilerini de
sunan Olpak, ''Emek Piyasasını doğrudan ilgilendiren ilk faktör hiç
şüphesiz, eğitim ve beşeri sermaye ile iş gücünün dönüşümüdür. Emek
piyasası reformuna ilişkin ikinci faktör eğitim konusu olmakla
beraber Türkiye'nin rekabet gücünü artıracak, orta gelir tuzağından
ülkemizi kurtaracak olan unsur, eğitim alanına yapılacak yatırımlar
olacaktır. Emek piyasasının üçüncü ayağını mesleki eğitim alanı
oluşturmaktadır'' tespitlerinde bulundu.
Emek piyasasında görülen katılıkların telafisine de değinen Olpak,
''Uluslararası ölçümlere göre, emek piyasası katılığı, Türkiye'nin
en önemli rekabetçi dezavantajı olarak ön plana çıkmaktadır. OECD
verilerine göre, emek piyasası katılığında Türkiye, 34 OECD ülkesi
ile AB'ye aday 6 ülkenin de içinde bulunduğu 40 ülke arasında, en
katı çalışma mevzuatı ile ilk sırada yer almaktadır. Öte yandan
Türkiye'de istihdam katılığını en fazla artıran uygulamalar, geçici
istihdam biçimlerine ilişkin düzenlemelerde ve kıdem tazminatının
yüksekliğinde görülmektedir. Gerçekten de belirli süreli sözleşme
yapma ve yenileme serbestisi ile özel istihdam büroları
aracılığıyla geçici istihdam kazanma başlıklarında, Türkiye, OECD
ülkelerinden 2,8 kat, AB ülkelerinden 2,7 kat daha katı
uygulamalara sahiptir. Bu veriler, Türkiye'nin 'en fakir ancak en
katı emek piyasasına sahip ülke' olarak yoluna devam etme şansının
olmadığını açıkça ortaya koymaktadır'' şeklinde konuştu.
''İşveren-işgören ilişkisi ne 'kölelik' ne de 'nüfusa
kayıt' olarak algılanmalı''
Olpak, emek piyasasına ilişkin diğer bir reform önerisi olarak işçi
işveren ilişkisinin yeniden tanzim edilmesi hususuna değindi. Nail
Olpak, ''Bu noktada, Türkiye iki uç noktadan kendisini
kurtarmak durumundadır. İşveren-işgören ilişkisi ne 'kölelik' ne de
'nüfusa kayıt' olarak algılanmalıdır'' dedi.
Emek piyasasında ilişkin son bir faktör olarak asgari ücret
konusuna değinen Olpak, şöyle devam etti:
''Asgari ücret, ülkemiz için, her 10 çalışandan 4'ünü ilgilendiren,
toplumsal ve sosyal yanı ağır basan bir konu olarak karşımıza
çıkmaktadır. Asgari ücretin işçi başına düşen katma değere oranına
bakıldığında, OECD'nin verilerine göre, Türkiye'de yüzde 70 ve üstü
olarak karşımıza çıkan oran, Güney Kore, Polonya ve İspanya'da
yüzde 45 düzeyindedir. Asgari ücret, bilhassa, tedarikçi,
markalaşamamış, fiyat rekabetinden çıkamamış, ihracatın birim
değerinin çok düşük kaldığı klasik sanayilerde küresel rekabet
koşullarında işvereni zorlamaktadır. Bu aşamada, asgari ücret
sorununun kökten çözümü, işgücü verimliliğinin ve beşeri sermayenin
kalitesinin artırılmasından geçmektedir.''
Olpak, son olarak 2012 yılının başından itibaren uygulamaya konulan
Yeni Teşvik Kanunu'nda, bölgesel gelişmişlik ve sektörel
farklılıkların yanı sıra, yatırımın mahiyeti de dikkate alınarak bu
yönde bir uygulamaya yer verildiğini ve kendilerine göre ''bölgesel
asgari ücret talebi'' nin fiili olarak yerine getirildiğini ifade
etti.
''Asgari ücretlinin eline geçen kazancın herhangi bir
bölgede değişmemesi gerek''
''Küresel Kriz ve İstihdam'' konulu MÜSİAD Raporu'nu hazırlayan
MÜSİAD ekonomi danışmanı Prof. İbrahim Öztürk de ''Bölgesel asgari
ücret talebi''ne ilişkin bir soruya şu karşılığı verdi.
''Bu konu Ankara Sanayi Odası (ASO) başkanlığı döneminde
Bakan Çağlayan tarafından ortaya konulmuştu. Dolayısıyla bölgesel
teşvik sisteminde de bu konuyu çalıştılar. Türkiye' de zaten asgari
ücret 4 kişilik aile açısından açlık sınırının altında. Hal
böyleyken bu teklifi biz yani MÜSİAD olarak adaletli bulmuyoruz. Bu
ucuzcu yaklaşımın da uzun vadeli rekabetçi stratejilerimiz ile de
örtüşmediğini düşünüyoruz. Asgari ücretin üzerinde başka yükler de
var. Devletin aldığı istihdam vergileri gibi. Bu vergilerden
toplumsal fayda adına vazgeçilmeli, ama asgari ücretlinin eline
geçen kazancın herhangi bir bölgede değişmemesi gerektiğini
düşünüyoruz. Asgari ücretle İstanbul'da yaşayamayanların da asgari
ücretli çalıştıran sektörlerin de bu bölgelerden ayrılarak diğer
bölgelere gerekli ortamın oluşturulması gerektiğini
düşünüyoruz.''