Mümtaz'er Türköne'den AK Parti ve Cemaat yazısı
Abone olZaman gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne, "Aynı Kur'an ayetlerini, aynı sûreleri referans alan, dindarlık dendiğinde Sünnî İslâm'ın aynı zahirî ve bâtınî yorumlarını tekrarlayan iki camia: AK Parti camiası ve Hizmet Hareketi" diye yazdı.
İNTERNETHABER.COM - Zaman
gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne, "İktidar kendisi kadar, hatta
daha fazla dindar bir Cemaat'e savaş açarak iktidarını sürdürme
yolları arıyor. Aynı Kur'an ayetlerini, aynı sûreleri referans
alan, dindarlık dendiğinde Sünnî İslâm'ın aynı zahirî ve bâtınî
yorumlarını tekrarlayan iki camia: AK Parti camiası ve Hizmet
Hareketi" diye yazarak "Aralarında ne fark var?" diye
sordu.
Türköne kendi sorusuna şöyle yanıt verdi: "Tek fark birinin siyasî, diğerinin de sivil bir hareket olması. Siyasal-sivil ayırımını, Hegel'den bugüne oturmuş evrensel literatüre uygun kullanıyorum. Bu yüzden savaş da tek taraflı olarak yürüyor."
Mümtaz'er Türköne'nin ‘Laik-dindar çatışması’nın yerini ne aldı?' başlıklı bugünkü yazısı şöyle:
CUMHURİYET DEVRİMLERİ BOŞLUĞU DOLDURAMADI
Tartışma gerçekten verimli. Gündemin puslu havasından uzaklaşıp,
biraz geriye çekilip, yaşadıklarımızın bütünü ve geçmişi hakkında
düşünme fırsatı veriyor.
Türkiye'de dindarlığı en kısa zamanda yok olması gereken bir tür
gerilik, çağdışılık olarak görmek yerine, sağduyulu ve tarafsız bir
akademik ilginin konusu haline getiren kişi Şerif Mardin olmuştu.
Cumhuriyet devrimlerinin ve bir felsefe olarak algılanan laikliğin,
kültürel anlam dünyasındaki boşluğu dolduramadığını söyleyerek
dindarlığın sosyolojik ve dolayısıyla siyasî boyutuna dikkat çekmiş
ve bu alanda ufuk açıcı çalışmalar yapmıştı. Ruşen Çakır,
gazetecilik mesleğinde benzer bir kulvar açtı. Çakır'ın 1990'da
yayımlanan "Ayet ve Slogan"ı, gündelik tüketilen
"dindarlar-laikler" kalıbının dışında, siyasal alanda boy gösteren
İslam'ı anlama, daha ötesi diyaloğa girme çabasının ilk parlak
örneklerinden biridir. Bu yüzden kaybolan "dindarlar-laikler"
çekişmesinin yerine süratle ikame edilen "AK Parti-Cemaat"
çatışması hakkında söylediklerinin bir anlamı olmalı. Kısaca
aramızdaki tartışma, Ruşen Çakır'ın vurguladığı üzere bir "kavga"
veya "savaş" değil; 80 öncesi çok gerilerde kaldığına göre,
birbirimizin kafasını gözünü yarmak gibi bir niyetimiz de yok,
sakin bir tartışma sürdürüyoruz. Kendi adıma, Çakır'ın vesile
ettiği mevzuyu önemsiyorum ve bu hayâtî mevzunun uzun soluklu
tartışılması gerektiğine inanıyorum.
LAİKLİ EKSENLİ KUTUPLAŞMANIN SİYASİ
KARŞILIĞI YOK
Profesör Rennan Pekünlü'ün hapse girişine gelen çok cılız
tepkilerden de anlaşılacağı üzere din, dolayısıyla laiklik eksenli
kutuplaşmanın siyasî bir karşılığı kalmamış görünüyor. Halbuki
başımızda yoğun bir şekilde dinî semboller kullanan ve dini
siyasallaştıran bir iktidar var. Özellikle eğitim alanında
laiklerin itiraz edebileceği konu sıkıntısı yok. Yine de ve her
şeye rağmen din ve dindarlık alanında ortalığı toza dumana bulayan
bir siyasî kutuplaşma ve çatışma yaşanmıyor. Karma eğitim
tartışması bundan beş yıl önce yapılsaydı, teraziye çıkan sözler bu
kadarla kalır mıydı? "Dindar iktidar" Tunceli'yi ziyaret ediyor,
beceremese bile Alevî açılımında ısrarlı görünüyor. Barış süreci,
dinî bir söylemle değil "beşbin yıllık devlet geleneği" ile
yürütülüyor. Mangalda kül bırakmayan İslâmcılığın, devlet gerekleri
ile uyum sağladığı yerler dışında bırakın yaşamayı, nefes
alabildiği bir alan bile yok.
AK PARTİ VE CEMAAT ARASINDA NE FARK
VAR?
İktidar kendisi kadar, hatta daha fazla dindar bir Cemaat'e savaş açarak iktidarını sürdürme yolları arıyor. Aynı Kur'an ayetlerini, aynı sûreleri referans alan, dindarlık dendiğinde Sünnî İslâm'ın aynı zahirî ve bâtınî yorumlarını tekrarlayan iki camia: AK Parti camiası ve Hizmet Hareketi. Aralarında ne fark var? Tek fark birinin siyasî, diğerinin de sivil bir hareket olması. Siyasal-sivil ayırımını, Hegel'den bugüne oturmuş evrensel literatüre uygun kullanıyorum. Bu yüzden savaş da tek taraflı olarak yürüyor. İktidar, daha önce ara dönem iktidarlarının kullandığı yöntemleri kullanarak bu sivil hareketin hayat damarlarını tek tek kopartmaya çalışıyor. Yurtdışındaki okullarını jurnalliyor, bankasını batırmaya çalışıyor, işadamlarını kamu erkini kullanarak zarara uğratıyor, yardım kuruluşunu engelliyor, kamuda özellikle eğitim alanında fişlemeler yaparak tasfiyelere girişiyor. İş bununla da kalmıyor, aynı iktidar devlet imkânlarını kullanarak kendisine bağımlı bir sivil alan oluşturmak için gözü kara, tıpkı Deli Dumrul gibi bağış topluyor.
SADECE CEMAAT MEDYASI DİRENİYOR
Dikkat edin, İktidar'ın, özellikle Erdoğan'ın keyfi tasarruflarına karşı direnen, eleştiren bir medya gücü, neredeyse Hizmet Hareketi'ne yakın olanlardan ibaret. Büyük Sermaye suskun, finans-kapital teslim olmanın ötesinde değnekçilik yapıyor. Ruşen Çakır ve bir-iki kişi dışında, yazdıkları okunmaya değer kaç gazeteci kaldı?
"Cemaat de çok olmuştu" hükmü yerine şu soruyu soralım: "Cemaatin devlete göz dikmesi"nin veya devleti ele geçirmesi muhabbeti ne kadarı yolsuzluk soruşturmaları ile yani iktidarın ayakta kalma çabalarıyla alâkalı?
Din ve dindarlığın, laiklik karşısında siyasî kutuplaşma ekseninden birdenbire çıkması aslında sorunun cevabını veriyor. Gerçek savaş sivil alanla siyasal alan arasında geçiyor.