Mumcu'dan tartışılacak kanun teklifi
Abone olErkan Mumcu "Temiz Siyaset ve Demokratik Toplum İçin Bir Çağrı" adında kanun teklifi hazırladı. Teklifte seçimler, siyasi partiler ve vekiller ile ilgili radikal öneriler v
Erkan Mumcu TBMM’de düzenlediği basın toplantısıyla açıkladığı
“Temiz Siyaset ve Demokratik Toplum İçin Bir Çağrı” başlıklı metin
kanun teklifi olarak milletvekillerinin imzasına sunacak.
Mumcu, toplumun tüm örgütlü kesimlerini, basın-yayın kuruluşlarını
ve sivil toplum kuruluşları ile üniversiteleri siyasetin
demokratikleşmesi ve bu siyasi partiler düzeninin değişmesi yönünde
katkıda bulunmaya davet etti. İşte Mumcu'nun o kanun teklifi..
Ülkemiz bugün halkımızın siyasette tam olarak temsili ve siyasetin
demokratikleşmesi sorunu ile karşı karşıyadır. Siyaset hala halka
kapalı ve siyasetçiler arası bir oyun olarak oynanmaya devam
etmektedir. Halktan kopan siyaset er ya da geç siyaset dışı güçlere
teslim olmaktadır.
Türkiye’nin geleceği için bu sorunu bir an önce çözmemiz
gerekmektedir. Zira gelecek şekilleniyor. Türkiye ancak güçlü,
çağdaş kurumlarıyla ve demokratik bir siyaset liderliğiyle
geleceğini inşa edebilir. Bugünün dünyasında ve bugünün
Türkiye’sinde siyasette kabilecilik olmaz.
Demokrasi seçim ve temsilden çok katılım, çoğulculuk ve siyasi
irade demektir. Sorun kişilerin niyeti değil, sistemin
demokratikleştirilmesidir. Sorun meşruiyeti icazete değil, halkın
iradesine dayandırmak ve siyasi rekabetin koşullarını sağlamak
sorunudur. Bunun için mevcut siyaset düzenini ve bu düzeni sürdüren
Siyasi Partiler Kanunu’nu değiştirmek zorundayız.
Şimdiye kadar siyasi partiler ve liderleri, halkın siyasal sürece
katılımını beş yılda bir oy vermeye indirgeyen temsili demokrasinin
yarattığı olumsuzlukları aşmaya dönük samimi bir girişimde
bulunmadılar. Görünen odur ki, parti içi demokrasiden ve siyasetin
halka açılmasından bahsedenler zaman içinde mevcut sisteme uyum
sağlamış ve başta parti tüzüklerinde yapılan anti demokratik
değişikliklerle maalesef klasik siyaset anlayışını yeniden
üretmişler; siyasetin demokratikleştirilmesi ve halka açılması
yönünde adım atmamışlardır.
Artık iktidarda ya da muhalefette bulunmuş bütün partiler samimiyet
ve tutarlılık sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Bu sorumluluğun
gereğini kendi iradesiyle gerçekleştirmeyen siyasetçilere bu
sorumluluğun gereğini hatırlatmak ve demokratik siyaset talebini
toplumun tüm kesimleriyle yükselterek tavizsiz ve kararlı bir tavır
koymak zorundayız. Siyaseti artık siyasetçilerin ve liderlerin
iktidarlarını tahkim etme ve mutlaklaştırma eğilimlerine terk
edemeyiz.
12 Eylül öncesi dönemin koşullarına bir tepki olarak ve 12 Eylül
rejiminin bakış açısıyla kurgulanmış olan mevcut siyasi partiler
düzeni Türkiye’nin ve Türk demokrasisinin önündeki en büyük
engeldir. Bu Yasa 12 Eylül Darbesinin çizdiği sınırlı siyaset
ortamında siyasetle toplumun etkileşimini kesmek, siyasi partileri
seçmen tabanlarından uzaklaştırmak, böylece depolitizasyon
koşullarını sağlamak amacıyla yürürlüğe konuldu. 12 Eylül’ün
tasarladığı siyaset halktan uzak, toplumun tepesinde yürütülen bir
oyundu. Siyasi partiler ise ideolojik olarak daha seçkinci bir
çizgiye çekilerek siyasal merkezle toplumsal merkez
ayrıştırılmıştı.
Bugün süregelen haliyle devlet-toplum ilişkilerine hakim olan
devlet fetişizmiyle, siyasal ve sivil aktörlere derin bir kuşkuyla
bakan yönetim anlayışıyla, küresel değerlere ve demokratik ilkelere
hayat vermeyişiyle, yozlaşma, yolsuzluk, patronaj ve popülizmi
teşvik eden iktidar ve güç ilişkileriyle, toplumsal iradenin ve
ortak aklın oluşmasına izin vermeyen bizzat bu siyasi partiler
sistemi ve bu sistemin barındırdığı tuzaklardır. Sınırlı siyaset ve
depolitizasyon ortamının ve siyaset üzerindeki vesayetin
sürdürülmek istenmesi nedeniyle bir yandan toplumsal taleplerin
siyaseti biçimlendirmesi, diğer yandan da siyasi partilerin
istikrarlı ve güçlü bir toplum desteğini elde etmeleri mümkün
olmadı. Halkın partilerle iletişim ve etkileşim kanallarının açık
olmaması, siyasi partilerin toplumdan aldığı desteği, iktidarı
demokratikleştirmek yerine, devletin gücünü ele geçirerek rant
paylaşımı ve popülizm yönünde kullanmalarına yol açtı. Bunların da
ötesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve özellikle denetim
organı olarak etkin ve verimli bir çalışma, vatandaş yararına ve
adil, şeffaf bir düzeni mümkün kılacak yönde faaliyet göstermekte
zorlandı.
Demokratik olmayan bir sistemin bürokratik ve ideolojik duruşu
karşısında, halkla iletişim kanallarını açmayan ve parti içi
demokrasiyi işletmeyen siyasi partilerin, dayanaklarını bürokratik
güçte aramaya başlayacakları malumdur. Türkiye’nin siyasi
tıkanmışlığının gerçek nedeni bu olagelmiştir.
Diğer yandan halkın siyasetten uzaklaştırılması, milletvekillerini
milletin vekili olmaktan alıkoyduğu gibi, vekil sırtını millete
değil lidere dayamak durumunda kaldı. Lider sultası veya çekirdek
kadro iktidarı biçiminde ortaya çıkan bu antidemokratik durumun
yarattığı baskı nedeniyle aşılamaz bir temsil bunalımının ortaya
çıkması, yani milletin vekilleri olması beklenen siyaset
adamlarının Siyasi Partiler Kanunu’nun kurduğu baskıcı ve ahlak
dışı düzen nedeniyle, Başbakanın ifadesiyle “aday olabilmek için
kapılarda yalvar yakar olanlar” durumuna indirgenmesi ve bu yüzden
halkın sağduyu ve taleplerinin siyasette gerçek temsil imkanı
bulamamasıdır.
Ayrıca, siyasi partiler ve siyaset alanının demokratikleştirilmemiş
ve siyasetin halka açılmamış olması, güçler ayrılığı ve hukukun
üstünlüğü ilkelerinin çağdaş demokrasilerdeki gibi işlemiyor
olmasının yarattığı sorunlarla kendisini beslemektedir.
Temsili demokratik sistemin açmazını aşmanın ve güveni kurumsal
düzeyde tesis etmenin yolu, siyasal sürecin dışında toplumun
kararlara katılımını sağlayacak yaratıcı yönetsel bir kapasitenin
oluşturulmasıdır. Yeni siyaset anlayışı; topluma doğru katılım
kanallarının kurumsallaştırılması ve partinin toplumsal merkezi
kucaklaması ile temin edilir.
Hiçbir lider milletin geleceğini, ülkenin kaderini belirleyecek bir
hususta veya parti içi iletişimde “ben yaptım oldu” tavrı
gösteremez ya da “ben meşru diyorsam meşrudur” diyemez. Yanındakini
susturan, karşısındakini de duymayan bir liderlik olmaz.
Milletin teveccühünü kazanmış olmanın ve bu emaneti taşımanın
gururu yerine, makamlarının lutfedildiği imasının getireceği
eziklik hiçbir milletvekiline reva görülemez.
Siyasette hem demokratikleşmeyi hem de kaliteyi sağlayan asıl unsur
rekabettir. Siyasette rekabetin ülkeye birçok faydası ve hayrı
vardır: Birincisi, kadroların sirkülasyonunu sağlayarak performansa
dayalı rekabeti başat hale getiren bir örgütlenmeyi
gerçekleştirmek; ikincisi ise, parti içi iletişim ve etkileşimi üst
düzeyde tutarak profesyonel körleşmeyi engellemek, daha geniş bir
perspektiften sorun ve imkanları değerlendirebilmenin zeminini
kurmaktır.
Daha pek çok olumsuzluğun da nedeni olan bu adaletsiz,
antidemokratik, halkı hiçe sayan, “dost ahbap-yoldaş arkadaş- bizim
cemaatten” gibi özel yakınlıkların iktidar paylaşımına dayanan bu
düzen değişmedikçe;
Türkiye’de Avrupa Birliği normlarında demokratik siyaset
yapmak,
Meclisin yürütmeyi denetlemesi, böylece yolsuzluk ve
suiistimallerin hesabının gerçekten sorulması,
Siyasete katılma kanallarının açık olması ve böylece yeni ve
nitelikli insanların siyasete girip söz sahibi olabilmeleri ve bu
yolla siyasetin doğal seyri içinde yenilenmesi, tanıdık
olmayanların da siyaset yapabilmesi,
Halkın tüm çeşitliliği içinde değerleri, ihtiyaçları ve özlemleri
ile temsil edilmesi, değer kümelenmesi ve bloklaşmasını suiistimal
etmeyen bir çoğulcu-katılımcı siyaset düzeninin korunması,
Sadece devr-i sabık olanlar dışında mevcut iktidar sahiplerinden de
hesap sorulabilmesi imkanının açık bulunması nedeniyle
yolsuzlukların daha olmadan önüne geçilebilmesi,
Kamu kaynaklarının popülist amaçlarla israf edilmesinin de denetim
konusu haline getirilebilmesi, neredeyse hiçbir şekilde mümkün
olamayacaktır.
Bu nedenle önce siyaset, kendini halka açarak yenilemeli, halkın
siyasal sisteme katılımının önündeki engelleri kaldırmalı ve
böylece geri dönülemeyecek biçimde açık toplum ve şeffaf yönetimin
temellerini atmalıdır. Çünkü siyasetin bereketi ve başarısı,
toplumsal rızayı arkasına alarak toplumsal enerjiyi yönetmesidir.
Bunu başarmanın ilk şartı da güven ikliminin yaratılmasıdır.
Vatandaşın siyasete güveninin sağlanması, siyaset kurumunun
vatandaşa güvendiğini gösteren açılımları kendi içinde yapmasından
geçer.
Tutarlı-istikrarlı davranış ve uygulamalarla bu konudaki
samimiyetimizi topluma ispat yükümlülüğü üstümüzdedir.
Bunu yapamazsak, değişimi yönetecek siyasetin önünü açmalıyız. Bu
amaçla demokratikleşmeyi ve halka açılmayı sağlayıcı düzenlemeleri
içeren Siyasi Partiler Kanunu’nun çıkarılmasını sağlamaya yönelik
adımları atmalıyız.
Sorumluluğumuz güveni yeniden yaratmak sorumluluğudur. Siyasete
güveni yaratmadıkça Türkiye’ye özgüven aşılayamayız. Güven,
kalkınma ve refahın anahtarıdır. Biz milletin vekilleriyiz.
Milletin siyasete olan güvenini yitirmesi demek son tahlilde
özgüvenini yitirmesi anlamına gelebilir.
İşe, güveni yaratacak iklimi nasıl yaratabileceğimizi düşünerek
başlayalım. İşe yapmadıklarımızı yaparak başlamalıyız. Yani işe
kendimizden başlamalıyız. Siyaset kurumu olarak kendimizden
başlamalıyız.
Unutulmamalı ki “iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar”.
Hiçbir iktidarın mutlaklaşmasına izin vermeyecek denetim sistemini,
hukuk düzenini mutlaka kurmalıyız.
Dolayısıyla, Siyasi Partiler Yasası;
Rekabet,
Demokratikleşme,
Katılım,
Yönetişim,
Şeffaflık,
Hesap verebilirlik,
İlkeleri doğrultusunda yeniden düzenlenmelidir.
Yine bu çerçevede;
Partilere kamu haklarından yasaklananlar ve belli meslek
grupları dışında, 18 yaşını bitiren herkes üye olabilmelidir.
Partiler ancak bu maddeye uymayanların üyeliğini
reddedebilmelidirler.
Üyeler İl Seçim Kurulları tarafından tescil edilmelidir.
İl düzeyinin altındaki parti yönetiminde delege sistemine son
verilmeli, diğer tüm parti yönetimi, yönetici organları ve
kurulları üyelerin tamamının katıldığı seçimlerle göreve
gelmelidir.
Ülke teşkilatında delege sayısı TBMM Genel Kurul sayısının 4
katından az olmamalıdır.
Belediye başkanlığı, milletvekilliği gibi tüm adaylıklar ön seçimle
belirlenmelidir. Genel merkezin merkezden aday belirleme yetkisi
hiçbir durumda toplam aday sayısının %5’ini geçmemelidir. Sadece
kadınlar, özürlüler ve 30 yaşını aşmamış gençler için pozitif
ayrımcılık ilkesini benimseyen partilere, sadece bu amaçla
kullanılmak üzere, bu oranı artırma imkanı tanınmalıdır.
Genel başkan en çok 2 genel seçim dönemi için görev yapabilmelidir.
3. dönemde Büyük Kongrenin 3/5’i tarafından seçilme zarureti
aranmalıdır.
Parti karar organında genel başkan kontenjanı kaldırılmalıdır.
Siyasi partilerin iç örgütlenmeleri parti tüzüklerine
bırakılmalıdır. Partilere TBMM komisyonlarının muadili komisyonlar
kurma imkanı verilmelidir.
Parti il ve ilçe örgütlerinin feshedilmesi sınırlandırılmalı ve bu
yetki ancak Merkez karar organının 2/3 çoğunluğu ile
kullanılabilmelidir.
Parti, yöneticileri geri çağırabilmelidir. (Büyük kongre üyelerinin
%50’sini aşan çoğunluğu ile genel başkan, üyelerin belli sayıda
çoğunluğu ile il ve ilçe yöneticilerini geri çağırılabilmeli, ancak
tekrar aday olmalarına kısıt getirilmemelidir)
Olağanüstü kongre, Büyük Kongre üyelerinin 1/3’ünün talebi ile
toplanabilmelidir.
Siyasi partilerin amaç ve programları ancak Anayasa ilkeleri ve
İnsan Hakları ile sınırlandırılmalıdır.
Seçim Kanunu’nda yapılacak değişiklikle seçime girebilecek siyasi
partilerin örgütlenmesine ilişkin kısıtlar azaltılmalıdır.
Partilerin asgari ücretin 5 katını aşan her türlü bağış ve
harcamaları mutlaka bankalar üzerinden gerçekleştirilmelidir.
Partilerin gelir ve giderleri elektronik ortamda sürekli
izlenebilmelidir.
Genel başkan, merkez karar üyeleri ve milletvekillerinin mal
beyanları kamuya açık tutulmalıdır.
Parti üst düzey yöneticileri ve milletvekilleri ile bunların 3.
dereceye kadar hısım ve akrabaları kamu şirketlerinde yönetim
denetim organlarında görev alamamalıdır.
Bu ilkeler çerçevesinde hazırladığımız bir kanun teklifini
önümüzdeki günlerde Parlamento üyelerinin takdir ve imzasına
sunacağız. Bu ilkeler doğrultusunda tüm siyasi partileri,
milletvekillerimizi topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmek
üzere işbirliği yapmaya ve bu sürece destek olmaya çağırıyorum.
Toplumun tüm örgütlü kesimlerini, basın-yayın kuruluşlarını ve
sivil toplum kuruluşları ile üniversiteleri siyasetin
demokratikleşmesi ve bu siyasi partiler düzeninin değişmesi yönünde
katkıda bulunmaya davet ediyorum.