Muhsin Kızılkaya Ahmet Davutoğlu'nun sırrını yazdı
Abone olYazar Muhsin Kızılkaya, Toros dağlarının zirvesindeki bir Türkmen kasabasında doğan Ahmet Davutoğlu'nun hayat hikayesini derledi.
Iraklı sünni aşiretleri seçimlere ikna etmeye çalışan
Davutoğlu'nun sözlerinden etkilenen bir aşiet liderinin "Bu
adamı dinleyeceksiniz, bu adam bir Bağdatlı gibi konuşuyor!"
dediğini aktaran yazar, "Belki de Davutoğlu efsanesinin sırrı bu
sözlerde gizlidir." diye yazdı.
Günlerdir merak edilen soru cevabını buldu. Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan adayının Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olduğunu açıkladı.
Akademik yönüyle bilinen siyasetçi kimliği geri planda olan Davutoğlu ağır bir yükün altına girdi. Peki kulislerde en kuvvetli aday olarak gösterilen Davutoğlu kim? 2011 seçimlerinde TBMM'ye giren Davutoğlu aslında kamuoyu çok da yakından tanımıyor.
Habertürk gazetesi yazarı Muhsin Kızılkalya, Davutoğlu'nun hayatından önemli kesitleri okurlarıyla paylaştı. İşte o yazı:
BU ADAM BİR BAĞDATLI GİBİ KONUŞUYOR
"Hoca” adlı kitabında Gürkan Zengin şöyle bir anekdot anlatır:
“Ahmet Davutoğlu, Iraklı Sünni grupları seçimlere girmeye ikna
etmeye çalışıyordu. Onu dinleyen Iraklılar arasında, en köklü Sünni
Arap aşiretlerinden Ubeydiye’nin yaşı ilerlemiş lideri de vardı.
İhtiyar aşiret reisi, Davutoğlu’nun konuşmasını gözyaşları içinde
dinledikten sonra ayağa kalktı ve yanındakilere şöyle dedi: Bu
adamı dinleyeceksiniz, bu adam bir Bağdatlı gibi konuşuyor!” Belki
de Davutoğlu efsanesinin sırrı bu sözlerde gizlidir. Biz Batı’ya
hep, onların dilini, kavramlarını kullanarak yaklaştık. Ne kadar
“onlar gibi” olduğumuzu ispatlamaya çalışarak geçirdik bir yüzyılı.
Siyasette böyle oldu, sanatta böyle, edebiyatta böyle...
DİLİNİ UNUTTUK
Oysa bu toprakların özgün bir kültürü var, bir irfan geleneğinin
içinden geliyoruz, birbirinden farklı medeniyetlere beşiklik yapmış
bir coğrafyanın çocuklarıyız, komşularımız bizim dilimizden
anlıyor, birbirimizin tuzuna muhtacız, göz göze bakıyoruz... Bu
değerlerin hiçbiri uzun bir süre boyunca devletimizi ilgilendiren
şeyler olmadı. Arap’ın dilini unuttuk, Osmanlıcayı belleğimizden
sildik, Farsçayı hayatımızdan çıkardık... Varsa yoksa, kan revan
pahasına kör bir Batıcılık.. Böyle olunca da baştan ayağa komplekse
kesildik. Batılı da bize beyaz hasır şapkasının altından kıs kıs
gülerek baktı. Davutoğlu’na kadar, örneğin hiçbir Dışişleri Bakanı
Ubeydiyeli bir aşiret reisinin diliyle konuşmadı. İlk defa bir
Arap, bir Türk’ün ne dediğini bu kadar açıklıkla anladı. Hal böyle
olunca da “beyaz şapkalı adam” bir süre sonra masaya oturduğunda,
beyaz şapkasını kapıdaki vestiyere bırakması gerektiği anladı.
7 YIL YATILI OKUDU
Ve bu da eşitler arası bir ilişkiye yol açtı. Oysa Davutoğlu,
örneğin Mısır’da ilahiyat öğreten bir mektepten mezun değildi.
“Parasız yatılılardandır” o da. Hem de Eminönü’nde, tarih boyunca
kurulmuş bir yığın kumpasın merkezindeki Cağaloğlu’nda bulunan
İstanbul Erkek Lisesi’nde 7 yıl boyunca yatılı okudu... Alman
kültürüyle yoğrulmuş, daha çok solcu yetiştiren bir mekteptir
burası... İkinci Dünya Savaşı’nda, Nazi zulmünden kaçan birçok
Alman hoca bu lisede ders vermiş, burada Kafka, Mann, Herman Broch,
Goethe, Brecht sanki zorunlu müfredat... Ama hemen yanı başında
yükselen Süleymaniye, mektebin penceresinden seçilen yedi tepe,
Boğaziçi, yalılar, derin bir keder gibi, ince bir sızı gibi duyulan
bir ney taksimi, bir ud sesi ve elbette bütün bunların üzerine ince
bir tül gibi dalga dalga yayılan Fuzuli, Farabi ve elbette olmazsa
olmaz Ahmet Hamdi Tanpınar... Lisedeyken tam bir kitap kurduydu
Ahmet Davutoğlu. Ulaşabildiği her şeyi okuyor, daha fazlasına
ulaşmak istiyordu. Aralarında Mustafa Çam, Murat Ülker, Aydın
Babuna ve Engin Işıksal’ın da bulunduğu bir grup sınıf arkadaşıyla
kendilerine, ileriki yıllarda da işlerine yarayacağını tahmin
ettikleri bir okuma listesi yaptılar. Batı’dan ve Doğu’dan filozof
ve bilim adamlarının, sindirmesi bir hayli meşakkatli eserlerinden
oluşan bu listeyi bir öğretmenlerine gösterdiler, öğretmen de
“Çocuklar, siz en iyisi gidin dışarıda biraz top oynayın” dedi.
RÖVEŞATASI ALKIŞLANDI
Davutoğlu bu öneriye sahiden de kulak verdi. (Lisede olduğu gibi
hâlâ iyi futbol oynuyor, mevkisi forvet. Dışişleri Bakanlığı’na
atanıncaya kadar da pazar günleri, Çengelköy’deki bir halı sahada
öğrencileriyle top oynamaya devam etti; çalışma arkadaşları,
Brezilya gezisinde kumsalda röveşatayla attığı bir golün uzun uzun
alkışlandığını hatırlıyor hâlâ.) Ama futbolcu değil, bilim adamı
olmak istiyordu. Birbirinden farklı metinler üzerinde çalışmayı
kendine iş edindi. Kutsal kitaplardan Hint destanlarına, Batılı
filozoflardan İslam hukukuna kadar çok geniş bir alanda eline geçen
her şeyi okudu. Henüz 4 yaşındayken, Konya’nın uzak dağ kasabası
Taşkent’te doktora yetiştiremedikleri için ölmüş annesi Memnune.
Babası, Sefure Hanım’la evlenmiş annesi ölünce. Üvey annesi ona
annelik yapmış. Evin tek erkek çocuğu, 6 kız kardeşi var...
Hastalar annesi gibi ölmesin diye, doktor olmasını istiyor bütün
aile. Babası nakliye işiyle uğraşıyor, kunduracılık yapıyor.
Ticaret erbabı yani...
KİMLİK KARTI
Doğum tarihi: 26 Şubat 1959
Doğum yeri: Konya
Eğitimi: Boğaziçi Üniversitesi
Yabancı dil: İngilizce, Almanca, Arapça, Malayca
Medeni Durumu: Evli, 4 çocuk babası
KONYA’DAN BAŞBAKANLIĞA BİR DAVUTOĞLU PORTRESİ
(1)
AHMET Davutoğlu’nun “Kişiliğimin oluşumunda büyük etkisi oldu”
dediği babaannesi “Hacızebe”... Yani “Hacı Ebe”... Okuma yazma
bilmezdi, ama “Anadolu irfanı onun şahsında somutlaşmış”, “büyük
medeniyetler arasındaki kültürel etkileşimin bütün işaretlerini
üzerinde taşıyordu” ona göre babaannesi. Merhametiyle güçlüymüş
kadın. Ama yumuşak bir güç... İlk hocası sayar onu. İşte bu Türkmen
kadını her gün onun için “Kuzum, sen bir büyük adam olasın,
dünyalar ayağına gele, herkes sana akıl danışa” diye dua edermiş.
Hiç surat asmayan, şefkat ve merhamet dolu bir yüzü varmış bilge
kadının. Yıllar sonra karşılaşıp âşık olduğu eşi Sare Hanım için
“Onu ilk gördüğümde babaannemin yüzündeki şefkat ve merhamet Sare
Hanım’ın yüzüne yansımıştı, onu gördüm, hissettim ve âşık oldum”
dedi bir televizyon programında. Nehir kenarında çok güzel, bahçe
içinde bir evde geçmiş çocukluğu. Dedesinin gülleri varmış bahçede.
Tarif ederken, “Aşk, dedemin o güllere bakmasıydı” diyor.