Muharrem'i hak ettiği gibi yaşamak....
Abone olMuharrem ayını ve yapılan ibadetlerin önemini anlatan Ahmet Turgut bu mübarek Muharrem ayının nasıl geçirilmesi gerektiğini kaleme aldı. İşte tüm yönleriyle Muharrem ve Kerbela...
Ramazan’a “Şeker Bayramı” diyen idrak, Kurban Bayramını da “Kavurma Şenliği” zanneder. Bir ay sonra Muharrem ayına gelinir. Ramazan ve Kurban ile başlayan şuursuzluk zirve yapar bu kez. Kerbelâ nedeniyle ‘Muhammedî Hüzün Günlerini’ göremeyenler kâh “Muharrem hicrî yılbaşıdır” diyerek şenlenirler. Kâh “Nuh Tufanı bugün bitti” bahanesiyle coşku yaşarlar ve Aşura Günü yaşanan Muhammedî Tufanı ısrarla görmezden gelirler.
Kurân-ı Kerim’de yer alan en meşhur kurban anlatımı Hz.İbrahim (as) ve Oğlu (as) arasındadır. Bir ay önce idrak ettiğimiz Kurban Bayramı da zaten bu olayı yâd etme amaçlıdır.
PEKİ BİZ NASIL YAD EDERİZ?
Peki, biz nasıl yâd ederiz? Pazardan bir kurbanlık seçilir. Bayram sabahı kesilip dilimlenmiş şekilde etin bir kısmı teslim alınır. Sonra maaile kavurmalar yenilmeye başlar. TV’ler açılır. “Kasabın elinden kurtulan kahraman boğa dehşet saçtı” içerikli güncel haberler izlenir. Acil servisler kesim esnasında kendisini yaralayan acemilerle doludur. Başka bir kanalda yoğun et tüketiminin zararlarından bahsedilir. Kolesterol, tansiyon ikazları yapılır. İnce düşünceli birkaç TV kanalı beslenme önerilerinde bulunur. Zira etin yanında mutlaka yeşillikler de tüketilmelidir. Derken kanalların birinde durumdan şikâyet eden bir vaiz belirir. Bayramın kavurma şenliğine çevrildiğini anlatır. Ramazan için “Şeker Bayramı” diyenler bu vesileyle bir kez daha kınanır. Başka bir programda Kurban Bayramının önemi anlatılmaktadır. “Gariplerle kurban etlerinizi paylaşın!..” mesajları yinelenir. Haliyle eti toptan bağışlayan veya çoğunu dağıtmış olan inananlar takdir edilirler. Velhasıl kurbanı “infak/paylaşım sezonu” sayanlar, Kurban Bayramına et yeme çılgınlığı muamelesi yapanları şuursuzlukla suçlar. Oysa Kitapta yüzleşmekten korktuğumuz 14. asırlık bir ikaz vardır. Ayırt etmeksizin hepimize seslenir.
KURBANDA ASLOLAN KURBİYETTİR
“Kurbanlarınızın etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz. Sadece takvanız ulaşır.”
Evet, maaleseftir ki; bayramı tüketim amaçlı görenleri şuursuzlukla itham edip infak üzerinden kurbana yaklaşanlar bile nihayetinde ‘et’ odaklı algıda kalmıştır. Oysa kurbanda aslolan kurbiyettir. Yani Rabbe yakinlik duymak arzusu, çabası…
O’nun bize şah damarımızdan daha yakin olduğunu hissedebilmektir mühim olan. Nitekim Hz. İbrahim (as), Allah ile arasına girmiş olan evlat sevgisini bile Rabbine adamaya çalışırken bizler her kurban döneminde Yaratıcımız ile aramıza daha fazla sevgiler sokuşturur haldeyiz. Üstelik kurban meselesinin aslı olan ‘yakin şuuru’ ile yaşamak, gündelik konforumuzu değmesin diye kesim hayvanının ebatı veya kilosu üzerinden takva ayarları çekip bir de mümkünse derisini camiye bağışlayıp eti ihtiyaç sahiplerine dağıttığımız an mutmain olma hesabındayız. Hâlbuki ihtiyaç sahipleriyle paylaşım emri öyle üç dört güne değil yılın her haftasına özgüdür. Sadece eti değil otu da kapsar. Parayı ve dahi tebessümü de…
Nitekim şunu da biliyoruz. Kahramanlarının Hz.İbrahim (as) ve Hz.İsmail (as) olduğu bu kurban olayında can kaybı yaşanmadan maksat hâsıl olduğu için yaşananlar kurbanın cemâl yüzüne dairdir. İşte, Zilhicce ayı kurbanın tam da bu vechine şahittir ve bizleri de buna şahit tutar. Kurbanın bayramına ev sahipliği yapar. Oysa bu bayramdan tam bir ay sonra Muharrem ayı gelir. Mazinin yarım kalan ‘candan kurban’ operasyonunun tamamlandığı, Kurânî tabirle Zebh-i Azîm’in yani büyük kurban olan Hz.Hüseyin (ra) eliyle tarihe Muhammedî mühürlerden birinin vurulduğu aydır, yâd edilmeyi bekleyen…
Evet; bir evvelki ayda yer alan cemâlî kurbanın aksine bu kez kurbanın celâl vechi belirir. Muhammedî hüzne vefa gösterebilenlerin indinde yakıcıdır Muharrem. Kavurur gönülleri. İbretlere davet eder. Kerbelâ hadisesinden alabildiğimiz ve dahi alamadığımız dersleri yeni baştan hatırlatır.
YA DA...
Şuursuz kalplerden dillere vuran “Yaşasın!.. Aşure günleri başlıyor” nidaları yükselir. “Geçen seneki o incirli aşurenin tadı hâlâ damaklarımda” diyen sezonluk tatlı tadımcıları türer. Ramazan’dan beri reklam atağı yapamamış olan bakliyatçılar, kuru gıdacılar tek tek ekranlarda arzı endam ederler. Marketler alternatif lezzet şölenine hazırlık yapmaya başlar.
Hicrî takvimle yeni bir yıla girildiği hatırlatılır. Eski yılın muhasebesi ve yeni yılın temennilerinin paylaşılması gerekirken şuursuzluk bir aşama daha kaydedip 1 Muharrem’i Müslüman Noeli (!) zannetmeye girişir. Buna tepki gösterenlerimiz açısından konu hicret olarak belirir. Oysa Âlemlere Rahmet Efendimiz (sav) Mekke’den Safer ayının sonunda çıkmış, Medine’ye ise Rebiülevvel ayının ilk günlerinde ulaşmıştır. Yani Muhammedî Hicret, Muharrem ayında yaşanmamıştır. Bu durum apaçık bir tarihi tespit iken yine de ne hikmettir, 1 Muharrem gelince hep birden hicret yâd edilir ama hicret günleri gelince (bu yıl Aralık ayının ikinci yarısı) hicret yaşanmamış gibi davranılır.
MUHARREM AYINDA ÇOŞKU YAŞAMAK...
Muharrem ayına dair başka bir şuursuzluk örneği ise evvelki Nebilerin ümmetleri adına sevinç-coşku yaşamaktır. Nasıl mı?.. Muharrem ile birlikte Nuh Tufanı anlatılmaya başlanır. Hz.Adem’in (as) tevbesinin Aşura Günü kabul edildiği söylenir. O gün Hz.Yusuf’un (as) kuyudan çıktığını, Hz.Yunus’un (as) balığın karnından kurtulduğunu ve daha nice Nebinin bu özel günde değişik muştulara nail olduğu anlatılır. Hâlbuki Diyanet İşleri İslam Ansiklopedisine göre bu rivayetlerin her biri zayıf hadislerdir. Senet itibariyle makbul rivayetler değildir. Velev ki; makbul hadisler olsunlar, nihayetiyle açıktır. Seven sevdiğiyle mutlanır, onunla hüzünlenir. Hele de bahse konu sevilen, Sevgililer Sevgilisi (sav) ise…
Evet; Aşura Günü evvelki ümmetler nezdinde Cemal tecellilerin günü olabilir. Lakin Ümmet-i Muhammed için Celal demidir. Zira Âlemlere Rahmet olan Nebinin (sav) “Oğlumdur” diyerek öptüğü Hüseynî can, o gün gövdesinden ayrılıp cahiliyenin mızraklarının ucuna geçirilmiştir. O gün Ehl-i Beyt-i Mustafa’nın Şehadet Günüdür. Rabbe yakinlerini en zirvesiyle arza ve semaya gergef misal nakşettikleri gündür. Muhammed Lütfi Efendinin (ks) dizelerinde buyurulduğu üzere o gün sıddîk ağlar, yâr ağlar. Cibril-i Emin, Hazreti Zehra ve Hatemü’l-Enbiya ağlar. Şuurdan ve vefadan yana nasiptar gönüller Aşura Günü Muhammedî Hüzne iştirak ederler. Nihayetiyle hadis-i şeriflerle malumdur. Kerbelâ olayı kendisine haber verilince o gün yaşanacak şehadet için ilk gözyaşını Efendimiz (sav) dökmüştür.
HÜSEYİN İÇİN AĞLAMAK NEBİ SÜNNETTİR
Evet; akleden kalpler bilirler. Hazreti Hüseyin (ra) için ağlamak Nebi sünnetidir. Hüseyin’le ağlamak onun en sevdiklerinin sünnetidir. Bu hüzne iştirak vefanın ve şuurun alametidir.
Yine de hemen her Muharrem ayında bir ses belirir ve der ki; “İslam’da matem üç gündür. Sonrası isyana girer. Kerbelâ elim bir olaydı. Ama üzerinden asırlar geçti.”
Sahi, ilk kim demiş? “İslam’da matem üç gündür” diye…
Bunu söyleyen diller Hz.Yusuf (as) için yıllar yılı ağlayıp gözlerini yitiren Yakub Nebiyi (as) okuyamamış mıdır Kurân’dan?...
Ya da Resûlullah’ı hatırlayalım! Hz.Haticetü’l-Kübra ve Ebu Talib birkaç gün arayla Hakk’a yürümüşlerdi. Bu vefatlar sonrasında Efendimiz (sav) kaç gün matemdeydi. Hiç düşündük mü? Resûlullah (sav) bu acının yaşandığı dönem için “Hüzün Yılı” demişti. Koskoca bir yıl. Öyle üç beş gün değil…
AŞURE ÇORBASI ALALEDE BİR TATLI DEĞİLDİR
Evet; O Resûlullah (sav) ki; bir gün ashabıyla birlikte yolda yürürken ağlamakta olan beş yaşlarında bir kız çocuğu gördü. Yanına gitti. Yanaklarını okşadı. Neden ağladığını sordu. Kızcağız yerde yatmakta olan cansız kuşunu gösterdi. Az evvel ölmüştü. Efendimiz (asv) o çocuğa taziye verdi. Ashabına da aynını yapmalarını söyledi. Ümmetinden herhangi birinin yaşının veya acısının küçük olup olmamasıyla ilgilenmedi. Doğrudan onun hüznüne ortak ldu ve ona mateminde yalnız olmadığını gösterdi. Bizler işte o Nebinin ümmetiyiz. Onun en acılı gününde “Kusura bakma! Evvelki Nebilerin sevincine ortağız” mı diyeceğiz? “Üç günlük süre verdik, dolalı asırlar oldu” mu diyeceğiz.
Akleden kalplerin hissedebildiği üzere; yukarıda bahsi geçen olaydaki kuş dahi Sevgilinin (sav) hüznüne vefa gösteremeyenlerin aleyhine şahit olacaktır, her şeyin hesabının sorulduğu bir günde…
Yine böylesi kalplerin indinde Aşure Çorbası alalede bir tatlı değildir. Onlar bilirler ki; böylesi bir Aşura Tufanına rağmen Âlemlere Rahmet Efendimizin (sav) nesli bitmemiş, Hz.Ali Zeynelabidin (ra) vesilesiyle Muhammedî soy, ilim ve ahlâk sonraki nesillere ulaştırılmıştır. Zaten aşure çorbasının tatlı oluşu tüm Celal tecellilerin ahirinde gelen bu ikrama naziredir. Üstelik aşureye bir düzine tahıl-meyve katılıp pişirilir. Her biri kendi lezzetini muhafaza ederken bir aradayken özgün bir lezzet kazanırlar. Tıpkı Türk, Kürt, Alevi, Sünni misal alt-lezzetlerin bir aradayken üst-lezzet olan ümmeti yaşatabilmesi misali…
Ariflerin dediği gibi aslolalan yaşamak ve yaşatmaktır. Yaşamak için tanımak gerekir. Tanımanın bir yüzünde bilmek vardır, diğerindeyse sevmek…
Kerbelâ’da neyin, ne uğruna yaşandığını bilmek-tanımak ve Hüseynî Şehadeti anlayabilmek ümidiyle…
Bedir’den Kerbelâ’ya, Malazgirt’ten Çanakkale’ye ve bu deme canlarını Rabbe sunan tüm şehidlerimizin ruhları şad olsun. Ve şair Fuzûli’nin dediği gibi “Vaktin şerefi Hüseyin’i anan dillerde ve gönüllerdedir”. Böylesi bir Muharrem deminde vaktin şerefine ortak olabilen herkese selam olsun.