Muhabirlerin yargılanmasını tartıştı
Abone olDerya Sazak Milliyet'te Ombudsman sayfasında, Çakıcı haberini yapan 2 Milliyet muhabirinin hapis istemiyle yargılanmasını, 'bilgi edinme yasası'na göre ters görüyor.
Milliyet Gazetesi'nin vazgeçilmez yazarı ve yeni ombudsmanı
Derya Sazak, yazısında, Çakıcı diyaloglarını yazan 2 muhabirin
yargılanmasının, hukukçular tarafından haksız olduğunu şöyle
açıkladı:
Milliyet Ankara Bürosu'nun deneyimli 2 polis adliye muhabiri Tolga
Şardan ve Gökçer Tahincioğlu, ağustos gündemine damgasını vuran
'Çakıcı - MİT - Yargıtay' dosyasındaki bilgileri kamuoyuna duyuran
gazeteciler.
Tolga Şardan, hafta içindeki habercilik mesaisinin bir bölümünü
alışık olduğu mekanlarda, 'adliye koridorları'nda geçirdi. Ancak bu
kez roller değişmiş, Ankara Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Cumhuriyet
Savcılığı'ndan gelen 'çok acele' yazıyla Tolga Şardan'ı 'sanık'
olarak ifade vermeye çağırmıştı.
Şardan ve Gökçer Tahincioğlu, 'Çakıcı Diyalogları' haberi nedeniyle
4442 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası
kapsamında yürütülen soruşturmada telefon bantlarını yayımlayarak
gizliliği ihlal ettikleri gerekçesiyle '2 yıldan 3 yıla kadar hapis
cezası istemiyle' yargılanacaklar.
Gazetecilik mesleğinin temeli muhabirliktir.
Son dönemde medyada 'Gazeteci yetişmiyor, eskiden Rüzgarlı
Sokak'ta, Babiali yokuşunda omzunda sırt çantası, fotoğraf makinesi
ve teybiyle koşuşturan muhabirler vardı, o kuşağın temsilcisi
kalmadı' sözleri işitilir oldu. Televizyon kamerası icat olunup,
'canlı yayın' araçlarıyla mertlik bozulunca, gazete muhabirlerinin
işi daha da zorlaştı. Ancak her şeye rağmen, yazılı basının
televizyonlara karşı üstünlüğü, sadece olayları aktarmakla
yetinmeyip, 'arka planı'nı okurlara duyurmaya dönük araştırmacı
özelliğinden geliyor.
Medyanın haber refleksini ayakta tutan yasaların ördüğü 'gizlilik
duvarları'nı aşan muhabirlerdir.
Tolga Şardan ve Gökçer Tahincioğlu 'Çakıcı Diyalogları' haberinde
'suç' işlemek bir yana, tam da mesleklerinin gereği olan kamuoyunu
aydınlatma görevini yerine getirdiler.
Alaattin Çakıcı Yargıtay'daki davası aleyhte bozulunca nisanda
yurtdışına kaçıyor. 15 Temmuz'da Viyana'da yakalanıyor.
Milliyet muhabirleri, Çakıcı kaçtığı günden itibaren haberi
kovalıyorlar. Kamuoyunda olay 'İkinci Susurluk' skandalı diye
anılıyor. Soruşturma ilerledikçe, Yargıtay Başkanı Eraslan
Özkaya'nın da adının geçtiği bazı duyumlar alınıyor.
'Çakıcı Diyalogları' haberi Milliyet'te 19 Ağustos'ta manşet
oluyor.
Bir gün önce, 18 Ağustos 2004'te Çakıcı yakalandıktan sonra
üzerinde pasaportu çıkan MİT mensubu Faik Meral hakkında dava
açılıyor.
Gazeteciler bu süreçte ne yapacaklar, İstanbul Ağır Ceza'nın
dosyayı tamamlamasını, duruşmaların başlamasını mı bekleyecekler?!
Başka bir olayda, örneğin İstanbul'daki '11 Eylül benzeri'
saldırılarda, 'El Kaide' bağlantılı gizli örgüt mensuplarını da
içeren aylar sürebilecek bir dava hazırlığı öncesinde gazeteciler
ulaştığı bilgi ve belgeleri kamuoyundan gizleme hakkına sahip
midirler?
Kaldı ki Milliyet'in 'Çakıcı Diyalogları'nı yayımladığı sırada
Alaattin Çakıcı zaten yakalanmış, Yargıtay'daki dosyayı kovalayan
MİT'in 'ikinci adam'ı Kaşif Kozinoğlu ve müteahhit Hakkı Süha
Şen'in telefonları dinlenirken Yargıtay Başkanı'nın konuşmaları da
kayda alınmış.
Milliyet'in polis, adliye muhabirleri 'Çakıcı olayını araştırırken'
Emniyet'in telefonları dinlediğini nereden bilecekler?
Devletin savcısı, polisi 'çeteye ulaşmak için' mahkeme kararı
çıkartmaksızın Yargıtay Başkanı'nı dinlemeye alıyor, Tolga Şardan
ve Gökçer Tahincioğlu bundan habersiz Çakıcı dosyasında Özkaya
adıyla karşılaşıp haber yaptıkları için 'gizliliği' ihlal etmiş
sayılıyorlar.
Aslında bu yönüyle haber Watergate Skandalı'nı çağrıştırmıyor
mu?
Washington Post muhabirleri, basit bir soygun haberini kovalarken,
ABD Başkanı Nixon'ı istifaya sürükleyen dinleme skandalını ortaya
çıkarmışlardı.
Medya tarihine geçen bir başka olay da, ABD'nin 'Vietnam
günahlarını' ortaya çıkaran 'Pentagon Belgeleri'nin New York Times
tarafından yayımlanması olmuştu. ABD Savunma Bakanlığı, gazeteyi
ülkenin sırlarını açığa vurmakla suçladı ve aylar süren mahkemeler
sonunda, basın özgürlüğünün sınırlarını genişleten bir karar
çıktı.
Martin Walker, 'Basının Gücü' adlı incelemesinde, gizliliği
'hükümetler ve bürokrasinin ikinci bir deri gibi giydikleri kendini
koruma sistemi' olarak nitelendirir.
Çetelerle mücadele amacıyla çıkarılmış 4442 sayılı yasanın ve 26
Nisan 2004'te Basın Yasası'na konulan para cezalarının haber
almanın sınırlarını daraltan 'önleyici gazetecilik doktrini' haline
dönüşmesi savunulamaz.
Muhabirlerin 19 Ağustos'ta haber yaptıkları telefon kayıtları
sonucu Çakıcı elden kaçmıyor ki, dinleme zaten çok önceden yapılmış
ve 'Yargıtay Başkanı' gibi üst düzeyde bir kişinin adı geçince,
kamuoyu açısından olayın önemi artmıştır.
18 Ağustos'ta MİT mensubu Faik Meral hakkındaki dava da yasağı
ortadan kaldırıyor ve dosyaya aleniyet kazandırıyor.
Prof. Köksal Bayraktar'a göre, Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası'nda
1980'lerde yapılan değişiklikle, 'ceza kovuşturmalarında gizlilik
kaldırılmış durumda, avukatların savunma adına dosyaya ulaşma
hakları bulunuyorsa kamu adına görev yapan gazeteciler de aynı
şekilde bilgi edinme hakkına sahiptirler.'
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin de bu yönde kararları var.
Ancak Basın Yasası'nda 26 Haziran 2004 tarihli değişiklikle, kamu
davası açılıncaya kadar geçecek sürede soruşturmanın içeriğine
ilişkin belge yayımlanması halinde 2 milyar liradan 50 milyar
liraya kadar para cezası uygulanıyor. Yaygın süreli yayınlarda,
gazetelerde bu ceza 20 milyardan az olamıyor.
Sözde gazetecileri hapisten kurtarmaya dönük bu hüküm nedeniyle
muhabirler, neredeyse haber yapamaz duruma getiriliyor. Trafik
cezası değil ki haber başına '20 milyar lirayı!' göze alıp haber
yapacak, bu haberi ekrandan okuyacak, yorumlayacak kaç yazar,
'anchorman', muhabir var?
Ön ödemeli ceza sistemi, gazeteleri ekonomik kuşatma altına almaya
dönük yeni bir 'sansür' uygulamasıdır.
Çeteyi kovalayan 2 gazeteci hem cezaevine girecekler hem de
milyarlarca lira ödemek zorunda kalacaklar. AB'ye uyum ancak böyle
sağlanır!
Gazetecilik örgütleri Basın Yasası'nı yeniden tartışmaya
açmalıdır.
'Yapana değil, yazana suç' anlayışının üzerine gidilmeli...
DERYA SAZAK/MİLLİYET