İnsanlık tarihinde “Akhilleus, Herkül, Köroğlu,
Malkoçoğlu” gibi efsanevi kahramanlar her zaman var
olmuştur.
Ama yeni yüzyıl yepyeni bir kahraman tarzının türemesine neden
oldu.
Özellikle 1950 sonrası yaşanan yeni bilgi ve iletişim
çağı devrimi sonrasında; küçük ekranlara sığan ve
evlerimizde, iş yerlerimizde, okullarda muhatap olduğumuz
gerçekliklerimize eklenen yeni “ikonlar” var
olmaya başladı.
Onlar “modern dünyanın antik
kahramanları”ydı.
Aramızdaydılar.
Belki dokunamıyorduk ama görüyorduk, duyuyorduk.
Uyuduğumuz odadaki yatak, oturma odasındaki sehpa, annemizden
yadigar kalan bir kolye, âşık olduğumuzda yada terkedildiğimizde
dinlediğimiz şarkılar gibi anılara sirayet eden ve onları bizzat
bizimle paylaşan insanlardılar.
Yani onlar biz, biz de onlardık.
Bu sihrin sebebi ise, gelişen medyaydı.
Medya dünyasının yarattığı bu kahramanlar, acılarımıza,
mutluluklarımıza, heyecanlarımıza TV-radyo ve gazetelerden ortak
oldular. En derin anılarımızın bir parçası haline dönüştüler.
***
İşte Mehmet Ali Birand, gazeteciliği ve televizyonculuğuyla
evlerimize giren ve bir daha gitmeyen kahramanlarımızdan
biriydi.
Birkaç neslin çocukluğu ve gençliğiydi.
Devlet ciddiyetini temsil eden TRT’de, hayata her şeye rağmen
“aman bu da geçer…” diyebilen Anadolu
insanının yılmayan ve tebessüm eden yüzüydü.
Hakkını arayan, tabulara-doğru kabul edilenlere cesaretle farklı
perspektiflerden de bakılması gerektiği savunan insanların
sesiydi.
***
Yaptıklarını saymaya kalkarsak, bu köşe çok ama çok dar
gelir.
Ama bir gerçek var ki,
Bazı insanların attıkları her bir adım kalem ve mürekkeptir. Ve
bu kalemler, adına zaman denilen “papirüs
kağıdına” yeni nesillerin okuyacağı bir geçmişi
bırakırlar.
İleride üniversiteler “1950 sonrası gelişen Türk
medyasının” tarihini ders olarak anlattıklarında,
Öyle kavramsallaştırmalara, sınıflandırmalara ve tanımlamalara
girmeyecekler.
Direk 1941’de başlayan bir hikayeyi anlatacaklar.
Yani dün kaybettiğimiz, usta gazeteci Mehmet Ali Birand’ın
hayatını...
Mehmet Ali Birand’ın Farkı
neydi
1-Daha çok küçük yaşlarda babasız kalmış ve
ciddi sağlık sorunları yaşamıştı.
Bu nedenle hayata karşı yenilmeyi ama buna karşın pes etmeyip
savaşmayı öğrenmişti.
2-Türkiye’nin 50 yıl ilerisinde olmasıydı.
Sebebi ise; dönemin yönetici kadrolarının yetiştiği önemli
okullardan biri olan Galatasaray lisesinde okumuş ve
gazeteciliğinin daha en genç yıllarında başta İngiltere ve
Brüksel’de olmak üzere yıllarca Avrupa ve Amerika arasında mekik
dokumuştu.
60-70-80’li yılların Türkiye’sine Avrupa’dan bakabilmişti. Bu
nedenle demokrasiyi, insan haklarını Avrupa’nın onlarca yıl
gerisinden takip eden Türkiye’deki eksiklikleri daha net
görebiliyordu.
Bundan ötürü, Türkiye'nin "içerisinde bulunduğu
çağın" ilerisinde olan bir gazeteciydi.
En Sevdiğim
Anekdotu
Birand’ın andıçlandığı bir dönem. Mesleğini icra edemiyor ve
morali feci bozuk...
Tam da o günlerde Vehbi Koç’un yanına gidiyor.
Ve Sayın Koç, ona iki altın öğütte bulunuyor;
“Yere düştüğün zaman iki şeyi asla bırakmayacaksın;
1- Ailene, dostlarına sarıl. Asla yalnız kalma.
2- Bu süreçte üretmeyi sakın bırakma. Çalış, çalış ve çalış.
Şansın gelip yeniden seni bulur."