Mutluluk hemen her canlıya, hatta
eşyaya dahi yakışabilir, ama mutsuzluk en çok insana yakışmıyor.
İsmet Özel; “Modern zamanlar, insanların değil,
kalabalıkların mutluluğunu düşünür.” der. İnsanları
gözlemleme fırsatı bulabilirseniz, bu büyük cümlenin yaşadığımız
zamanla ne kadar örtüştüğüne de şahitlik edebilirsiniz. Mutluluğun
bireylerden kalabalıklara doğru hızla yol alışının altındaki temel
neden ise insanın ne kadar homo economicus (ekonomik insan)
oluşuyla ve modern zamanları ne kadar yaşadığıyla oldukça
ilintili.
Yakın geçmişe bakıldığında, modern
zamanların yaşanabilmesi için insanın ciddi bir dönüşüm geçirmesi
gerektiğinin izleri ve bu yöndeki çabalar göze çarpar.
Çünkü maddeleşen, nesneye indirgenen insan, üreten bir
makineye dönüşmektedir. Bu dönüşümü deneyimleyen
insan, zamanla problemler yaşamaya başlar; çünkü tasarlanan sistem
çerçeve olarak insanın yaratılış mizacına uygun değildir. Charles
Chaplin’in “Modern Zamanlar” filmi de modernizm’in
hızla yükselmesi sonucu insanın yaşadığı problemlere dikkat çeker,
ancak bunun iyi niyetli bir yaklaşım olmadığı zamanla ortaya çıkar.
Dönüşüm geçiren insanın yaşadığı problemlerin çözülmek
istenmesindeki amaç, makineleşme ile modern insana dönüştürülecek
insanın, bu idealden alıkoyacak engellere karşı daha dirayetli hale
getirilmek istenmesidir. Çabalarda hep bu yönde olur.
İnsanın, makineye rahatlıkla dönüşebileceğini fark edenlerin ufku
(!) olabildiğince açılır, ancak Batı toplumunu sömürüp, onu bir
makineye dönüştürme fikri modern ve ekonomik gelmez. Gözler bir
anda Doğu’ya ve onun maddi-manevi zenginliklerine çevrilir.
Doğu’dan kasıtla “dünyanın
neresinden baktığımızın ne önemi var?” itirazları yükselebilir.
Oysaki ekonomik insanın inanç noktasında da birçok kayıpları
olduğunu biliyoruz. İnanca sahip olmayanların merhamet, paylaşmak,
adalet gibi İlahi buyrukların gereğini fîsebîlillah yerine
getirmesini bekleyemeyiz. Bu
nedenle açlıktan ölen
insanları görmek istediğimizde başımızı hep Doğu’ya çevirmemiz
gerekir. Olaylara, sorunlara ve çatışmalara, kısaca insanı mutsuz
eden neye bakarsak bakalım bu mutsuzluğun ardında tek bir neden
görüyoruz; bakışımız ne
kadar ekonomikleşirse, merhametten de onun bereketi olan
mutluluktan da bir o kadar uzaklaşıyoruz. ‘Uzaklaşma’ ise mutluluğun yanında/yakınında
değil, mutsuzluğun bitişiğinde daha anlamlı.
Kavramları anlamlı olduğu yerde
bırakıp, bakmak ve görmek arasındaki ince perdeyi aralayabilirsek;
dünyanın hemen her yerinde ekonomik bakış açısının ve modern
insanın bıraktığı derin izleri görebiliriz. Zulmün, haksızlığın,
insan onuruna yakışmayan birçok olaya şahit olmanın simalarda
açtığı tahribatı; bükülmüş dudakları, korku dolu bakışları ile
çocukların yüzlerinde ve kendini aslanın önüne atmaya hazır anne
ceylanların yüreklerinde görebilmemiz ancak bu şekilde mümkün.
Teşhisini yaptığımız trajik
durumun bizim coğrafyamızda yaşanmasının nedeni, meselelere kendi
medeniyet perspektifimiz ile değil, Batı’nın perspektifi ile bakma
hevesimizden kaynaklanıyor. Bu sebeple ‘ciddi bir perspektif sorunu
ile karşı karşıyayız’ gibi ağır bir sonuç cümlesinin muhatabı
oluyoruz ve yine bu sebeple odak noktamızda sürekli savrulmalar
yaşıyoruz.
Dünyevi meselelere bakarken odak
noktasına O’ndan (CC) başka her hangi bir varlık yerleştirilince,
sömürü yalnızca ülke kaynakları ile sınırlı kalmıyor. Bununla
beraber bir insanın yaşayabileceği tüm hasletler de sömürülüyor:
Mescidi Aksa’da sokak kedisi ile ekmeğini paylaşan Filistinli
çocuğun merhameti, Sincan Uygur Özerk Bölgesinde annesi çalışma
kamplarına(!) götürülen çocuğun özlemi, Afrika’da açlıktan ölen
çocuğun babasının ‘hesap soracağım’ haykırışı veya Yemen’de
anlatmaya dil’in varmadıkları… Hepsi insanı derinden sarsan bir
lisan-ı hal ile modern insanı da modern zamanı da reddediyor ve
dünyanın gözlerinin içine bakarak; “Ey İnsan, bu gidiş
nereye?” * diyor. Sorulan sualin asli muhatabıyız,
duymazdan gelemeyiz. Çünkü duruyor olduğumuz yer ile
durmamız gereken yer arasında büyük fark var.
*Tekvîr Suresi
26. Ayet Tefsiri