Modern türbana izin verilebilir
Abone olDoğramacı Başbakan'a yanıt verdi: Ulemanın dedikleri laik devleti bağlamaz
Cumhurbaşkanı Sezerle Başbakan Erdoğan'ın arasında laiklik
tartışmasının kızıştığı bir ortamda Doğramacı Başbakan'a yanıt
verdi: Ulemanın dedikleri laik devleti bağlamaz
• Siz 1984'te gerilimi azaltmak için türbanın değişik
şekillerine izin verilmesini isteyen bir çıkış yaptınız. Hatta
Vakko'dan öneriler aldınız. O gün önerdiğiniz türbanla bugün
tartışılan aynı mıydı?
Türban sarık anlamına geliyor. Sımsıkı sarılır. Ama Avrupa'daki
kataloglara bakınca şapka tipi türbanlar da görüyorsunuz. Saçın önü
açık, arkası kapalı. Sıkma baş değil yani. Ben bari o tip çağdaş
bir türban takılsın dedim. Fakat hiçbir zaman tutup da türban
takılsın demedim.
• O zaman türbanı savunanlar bu açıklamanızı kullanıyor?
Olsun. Olsa olsa Özal döneminde bir bakanın hanımı gayet şık bir
türban takıyordu, ben de "Bakın ne kadar çağdaş" demiştim. Oradan
başlar bu türban hikayesi. Fakat türban sonradan siyasi bir simge
konusu oldu.
• Türbanı dinden çok siyasetle mi ilgili buluyorsunuz?
Anayasamızda biz laik bir devletiz. Laiklik ise devlet idaresiyle
dini birbirinden ayırmak demektir; dinsizlik demek değildir.
Dışarıda isteyen istediğini yapar. Ama "Dershane içinde ben başımı
örtüyorum, çünkü ben dinin emrettiğini yapıyorum, ama sen
örtmüyorsun, sen dinin emrettiğini yapmıyorsun" demek
ayrımcılıktır. Ben bundan rahatsız olurum.
• Siz Türkiye'deki üniversitelerin özgür olduğunu söylüyorsunuz,
türban takanlar da "Özgür olsa biz türbanımızla girerdik"
diyorlar...
Bazı şeyler var ki, onlara ak ya da kara diyemezsiniz. Bunun ortası
da var. Eğer bir özgürlük başkasının özgürlüğünü kısıtlıyorsa, o
tartışılır. Siz türbanla girdiğinizde mevcut yasalara karşı
geliyorsanız bu konu üniversitelerin ötesinde bir kanun ve yargı
konusu olur. Üniversiteler sadece kanunu uygulamak zorundadır.
• Ama onlar da diyor ki, "Bu dinin bir emri"...
"Din emrediyor" diyorlarsa, laik bir ülkede din emri geçerli
değildir.
• Ya peki "Buna ulemalar karar verir" diyen bir Başbakan'ınız
varsa...
Ulemanın lügat anlamı alimler, bilginler demektir. Eğer din
alimleri kastediliyorsa laik bir devlette din alimlerine
başvurulmaz. Bizde eskiden 'kimin başı örtülü, kimin değil' diye
bir konu yoktu. Ne zaman İran'da molla rejimi geldi, o zaman bizde
de bu sorun ortaya çıktı. Oysa Türkiye'de laikliğin değiştirilmesi
bile önerilemez.
• Peki bu tartışmanın bitmesi için atılacak bir adım yok mu?
Bence saçım örtmek isteyen biri varsa ve onu çağdaş bir şekilde
yerine getirecekse o ayrı tutulmalıdır. Türban kadınların taktığı
bir sarıktır. Sarığa izin verilemez. Fakat bence din simgesi veya
siyasi simge olmayan bir örtünmeyi yasaklamamak gerekiyor.
• Bilkent'teki uygulama nedir?
Türbanlı öğrenci yok. Fakat bildiğim kadarıyla perukla girenler
var. Ona da bir şey diyemezsiniz, öğrencinin kendi bileceği iş.
(Konuyu değiştirip, gülüyor) Bilmem buraya gelirkenki
düşünceleriniz biraz değişti mi?
• Burada bizim düşüncemiz yok; biz sadece kamuoyunun merak
ettiklerini sormaya çalışıyoruz...
O kamuoyu dediğiniz belli bir zümredir. Daha geçen gün bizim
Bilkent'teki konsere gittim, salona girdiğim anda mahşer yeri
gibiydi, herkes kalkıp beni alkışladı. Sokakta yürüdüğümde millet
gelip elimi öper. Yani sanki bir saat daha konuşsam yüzde 80-90 siz
de döneceksiniz? (Gülüyor)
• Gerçekten bu kadar taraflı mı buldunuz?
Ama siz bana şeytanın avukatlığını yapıyorsunuz.
• Keşke yapabilsek...
(Kahkaha atıyor) Sizce enteresan değil mi söylediklerim?
• Kesinlikle çok enteresan ama şahsi hiçbir şey söylemek istemesem
de biz öğrenciyken sizi protesto eden insanlarız. Şimdi insanın
kendi fikirlerinden etkilenmemesi imkansız...
İyi etmişsiniz. Fikriniz bu idiyse doğru yapmışsınız.
• Pardon ama şu anda yaptığınız şeyi nasıl beceriyorsunuz?
Gerçekten merak ettim.
Beni anlayanlarla anlamayanları ayırmam. Çünkü bana karşı olan biri
varsa iki ihtimal var demektir. Ya dinleyip tenkitlerinden ders
alırım ya da kendimi ona iyi tanıtamamışım, biraz daha
tanıtmalıyım. Başka biri olsaydım bu yaşta size bu kadar rahat
yanıt veremezdim.
• Aynı şey YÖK içindekiler için de geçerli. Dün sizi en çok
eleştirenler YÖK'ün en üst kadrolarında yer aldılar. Buna ne
diyorsunuz?
Alkışlamak lazım. Çünkü en kötüsü sabit fikirliliktir. Araştırıp
daha iyisini bulunca onu kabul etmek büyüklüktür.
• Gerçekten insan merak ediyor; sizin hiç en kötü gününüz olmadı
mı?
Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmadım. Azmim, cesaretim hiç
kırılmadı.
• Bir de moralle alakalı olmayan, gerçekten kötü şeylerin yaşandığı
günler vardır. Bu tevekkül haliniz o zaman bile bozulmaz mı? Mesela
iki kız kardeşinizin öldüklerini duyduğunuz gün... (Yıllar önce
Pembe Köşk yolunda iki kız kardeşe otobüs çarptı.) Oğlunuzun kanser
olduğunu duyduğunuz gün... (Ali Doğramacı gırtlak kanseri oldu ve
yendi.)
Bunların hepsi acı olaylar. Fakat her defasında kendime şunu
söylerim: Hayat budur! Hayat meşakkatli bir iştir. Benim hayat
felsefem de bu.
Bizim gözümüz aç değil
• Bütün servetinizi bağışlamanızın gerçek nedeni ne? Artık
ihtiyacınız olmadığı için mi, doymakla mı alakalı, böyle mi ün
yapmak istiyorsunuz, nedir?
Hiçbir zaman ihtiyacı var ya da yok diye bir şey yoktur. Herkes
biraz daha değişim ister. Herkes yatının daha büyük olmasını ister.
Herkes özel uçağının daha konforlu olmasını ister... Bunun sınırı
yok. Ama varlıklı olmak başka, zengin olmak başkadır. Zenginseniz
her şeye doymuş, mutlu olursunuz. Bunun için fazla bir şeyinizin
olmasına da gerek yoktur. Bir de varlığınız vardır, fakat hâlâ
zengin değilsinizdir. Çünkü hâlâ gözünüz açtır.
Ölmekten korkmuyorum
• Hafızanız çok dikkat çekici. Gelen giden yardımcılarınız, telefon
trafiğiniz yoğun olduğu için kaç kez sözümüz kesildi. Siz bir kez
bile nerede kaldığımızı unutmadınız. Ne yaparak böyle kaldınız?
Niye bilmiyorum. Ama pek çok kimse hem uzak geçmişi hem de yakın
geçmişi çok iyi hatırladığımı söyler. Sanırım yaratılıştan.
• Size tatsız bir soru sorabilir miyim?
Hımm?
• Sabahlan uyandığınızda "Acaba bugün mü" diyor musunuz?
Ne için?
• Ölüm...
Aa ben ölümden hiç korkmam. Benim için doğum ne kadar tabiiyse ölüm
de o kadar tabiidir. Ve ben daima hayatımı çok yakında ölecekmişim
gibi planlarım, daha uzun yıllar yaşayacakmış gibi çalışırım.
• Peki hiç ölüm hakkında konuşmaz mısınız?
Konuşurum. Çocuklarım geldiğinde onlar istemezler ama bazen onlara
bazı şeyler söylerim.
• Garip bir soru daha soracağım: Cenazenizi nasıl hayal
ediyorsunuz? Mesela gözünüzün önüne avlulara sığmayacak, caddelerde
yürüyecek öğrenciler geliyor mu?
Hayır, hayır. Hiç böyle bir şey düşünmedim. Protokol neyse öyle
olur. Ama hiç önemli değil benim için.
• Zaten bu hiç olmayacakmış gibi görünüyorsunuz...
Yürümemde biraz sıkıntı var. Aşağıda, haftada üç gün spor yapıyorum
ve o da yavaş yavaş düzelmeye başladı.
• Kalp, tansiyon, şeker?
Hayır, her şeyim normal. Kan kimyamı gayet iyi buluyorlar. Bu benim
için Allah'ın verdiği bir şanstır.
Doğramacı çiftinin ilk tercihi Güngör Mengi
Sohbetimiz devam ederken İhsan Doğramacı konuyu birden VATAN'ın
Başyazarı Güngör Mengi'ye getirdi ve kendiliğinden şunları
söyledi:
"Sabahları özellikle eşimin eline alıp ilk okuduğu kişi Güngör
Mengi'dir. Gerçi benimle ilgili yazdığı olumsuz yazılar da olmuştu
ama hiçbir zaman arayıp da düzeltme ihtiyacı duymadım. 'Varsın, o
da öyle bilsin' dedim. Çünkü biz Mengi'yi okumayı gerçekten
severiz. Fikirleri bana çok dürüst ve saygın gelir. Mengi hangi
gazeteye geçerse biz de o gazeteye geçeriz."
Fransa Başbakan'ın babasını değil, beni seçti
"UNICEF İcra Kurulu Başkanlığı için iki aday vardı. Biri bir
Fransız, diğeri de Türk İhsan Doğramacı. Fransız adayın oğlu Fransa
Başbakanı'ydı. Bu durumda ben ikinci olacağımı bildiğim için
çekilmek istedim. Ama dönemin Dışişleri Bakanı Hasan Esat Işık yine
de bana destek istemek amacıyla Fransız Dışişleri Bakanı'na gitmiş.
Bakan, 'Ben de sizi tebrik edecektim. Doğramacı İcra Kurulu Başkam
oluyor, Fransız hükümeti onu destekliyor' diye karşılamış. Yani
Fransa bile kendi adayı yerine beni desteklemiş. Sonradan öğrendim
ki Fransız aday 'Doğramacı benden iyi yapar bu işi. Onu
destekleyin' demiş."
Benjamin Spock meselesi
İhsan Doğramacı'yla görüşüp de Benjamin Spock meselesini konuşmamak
olmazdı. Her ne kadar konu mahkemede görülmeye devam ettiği için
Doğramacı "Lüften bana sormayın" dese de bilenlerden elde ettiğimiz
bilgi şu: 11 Kasım 2000 tarihli Milliyet gazetesinde bir yazı
yayınlanır. Yazıda, Doğramacı'nın "Annenin Kitabı" adlı yayınının
ünlü doktor Benjamin Spock'un "Baby and Child Care" adlı kitabından
aşırma olduğu iddia edilir. Doğramacı dava açar ve kazanır. Ancak
temyiz, bilirkişi heyetinin oluşturulması, heyetin değiştirilmesi
gibi aşamalar nedeniyle dava hâlâ devam etmektedir. Ortada duran
matematik işe şöyledir: Doğramacı bu kitabı 1943'te yazmış, Spock
ise 1946'da. Eğer Doğramacı'yı aşırmakla suçlayan tarafın elinde
başka bir gerçek varsa onu da bu köşede yayınlamaya hazırız. Fakat
tüm hakikat bundan ibaret ise sanırız şu 'Spock meselesi'ne artık
nokta koymak gerekiyor.
Kaynak :Vatan