Moda dergisinde terörist reklamı
Abone olHürriyet gazetesi yazarı Mehmet Y. Yılmaz, ünlü moda dergisi Marie Clear'ın PKK'lı kadın teröristleri öven haberine büyük tepki gösterip sorumluları göreve çağırdı!
Yılmaz " başlıklı yazısında, derginin Türkiye temsilcisine ne
yapması gerektiğini tarif etti!
FRANSA’da yayınlanan kadın ve moda dergisi Marie Claire’in Ekim
2005 sayısında yayınlanan bir röportajı biraz geç fark ettim.
Röportajdan geç de olsa haberdar olmamı sağlayan okuyucuma teşekkür
etmeliyim önce.
Röportaj, ‘Kürt Amazonların Kampı’ başlığıyla yayınlanmış ve dergi
buna on sayfa ayırmış.
Türkiye sınırları yakınındaki bir kamptan çekilmiş fotoğraflarda
‘PKK’lı terörist kızlar’ bir ‘özgürlük savaşçısı’ gibi sunuluyor.
‘Kürdistan Özgür Kadınlar Hareketi’ne bağlı oldukları iddia edilen
terörist kızların yaşamları, bu röportajda idealize ediliyor.
Röportajın bir yerinde şöyle denilmiş: ‘Sadece Ortadoğu’nun
despotik rejimiyle (sanırım bu Türkiye oluyor) değil, cinsel
eşitsizlikle de mücadele ediyorlar.’
Röportajdaki bir fotoğraf altında, Kalaşnikoflarla silahlanmış
kızlar için de şöyle denilmiş: Hepsi kumandanın karısı olmayı hayal
ediyor! Bunun nasıl bir ‘cinsel özgürlük mücadelesi’ olduğuna bu
fotoğraf altına bakıp siz karar verin!
Fransız dergisinin, otuz binden fazla insanın hayatını kaybetmesine
yol açan bir bölücü-terörist hareketi böyle yüceltmesinin ardındaki
nedenleri anlamak zor değil.
Benim merak ettiğim şey şu: Fransa’daki temsilcilerimiz, derginin
bu yayınına karşı nasıl bir tepki gösterdiler? Ve daha da önemlisi,
derginin Türkiye’deki yayıncısı, bu dergiyi görünce nasıl bir
girişimde bulundu?
Yanıtları merak ediyorum.
Semiha Yıldırım başörtülü olmasaydı
ULAŞTIRMA Bakanı Binali Yıldırım’ın eşi Semiha Yıldırım, ‘masada
tek başına yemek’ olayıyla ilgili olarak basına yaptığı açıklamada
‘Alt kimlik haberinin tesettürlü bir bayan olmamdan dolayı
yapıldığını düşünüyorum. Başörtülü olmasaydım olay bu kadar
büyütülmezdi’ dedi.
‘Olayı büyütenlerden biri’ de ben olduğum için hemen söyleyeyim:
Semiha Hanım’ın başı örtülü olmasaydı da o manzara karşısında
duyduğum tepki değişmezdi.
Dün gazetelerde Semiha Hanım’ın, diğer zevatla birlikte bir
kahvaltı sofrasını paylaştığını gösteren fotoğraflar
yayınlandı.
Kişisel düşüncem şu ki, bu fotoğrafın varlığı da ‘tek başına yemek’
fotoğrafının varlığını önemsiz ve değersiz kılmıyor.
O fotoğrafta benim eleştirdiğim iki unsur da yerli yerinde durmaya
devam ediyor: 1- Bir bakanın eşi, erkekler bir masada kendi
aralarında yemek yerken tek başına bir başka masada yemek yemek
zorunda kalmamalıydı. Bu ‘hassasiyetin gösterilmemiş olması’nı bir
tek şeyle açıklayabiliyorum: Özel yaşamlarında İslami kurallara
titizlikle uyduklarını söyleyenlerin gözünde kadının bir değerinin
olmaması.
2- Semiha Hanım’ın bir bakan eşi olarak ülkemizin ezilen, itilip
kakılan kadınlarına karşı kıyafetleriyle, davranışıyla örnek olması
gerekirdi. Fotoğraftan yansıyan görüntünün bu konuda iyi bir örnek
olduğunu kabul edemiyorum.
Bakan ve eşi, Hürriyet’in haberinin ‘özel yaşama ve kişilik
haklarına müdahale’ olduğunu düşünüyorlar.
‘Basın özgürlükleri’ konusunda çok eski bir tartışma bu ve artık
tüm dünyada kabul edilmiş ortak bir yanıtı da var: Siyasetin içinde
ve ülke yönetiminin tepesinde olan bir bakan ile eşi, kendilerine
ait yaşamlarında istedikleri gibi davranabilirler. Evlerinde nasıl
oturdukları, ne yaptıkları elbette kimseyi ilgilendirmez. Ancak,
kamusal alana çıktıkları andan itibaren artık onların özel
yaşamlarından söz edemeyiz. Hal ve hareketleriyle, giysileriyle
kamunun gözünün üzerlerinde olduğunun bilincinde olmaları
gerekirdi. Ayrıca, kamusal kişiliklerin özel yaşamlarını
denetlemek, varsa gördüğümüz yanlışları eleştirmek basının
görevidir ve bu görev ‘özel hayata müdahale’ olarak
yorumlanamaz.
Şahin’in niyeti başkaymış
BAŞBAKAN Yardımcısı Mehmet Ali Şahin dün yazdığım ‘Yapılması
gereken işlerden kim sorumlu?’ başlıklı yazı için aradı.
Hatırlayacaksınız, Bakan Şahin, bir sempozyumda İstanbul’un depreme
hazır olmadığını, 50 bine yakın binanın depremde patlamaya hazır
bir bomba gibi durduğunu anlatmıştı. Ben de, ‘Bu binalar hálá
duruyorsa, bunun sorumlusu kim, hükümet değil mi?’ diye
sormuştum.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin şöyle diyor: ‘O konuşmayı
hazırlarken böyle bir soruyla karşılaşacağımı tahmin ediyordum.
Tahmin etmenin de ötesinde böyle bir soruyla karşılaşmayı
diliyordum.’
Bakan Şahin, bu konuşmasındaki amacının, kamuoyunun dikkatini
depremde yıkılması kaçınılmaz binalara çekmek olduğunu anlatıyor.
Vatandaşların, bu tür binaları bütün uyarılara rağmen terk
etmedikleri gibi, tamirat ile durumu düzelebilecek binaların da
vatandaşların gönülsüzlüğü nedeniyle elden geçirilemediğini
söylüyor. Bakan Şahin, ‘Bu işleri elbette biz yapacağız, başkasının
yapmasını beklemiyoruz’ da diyor.
Şahin’in temas ettiği konu, olası bir İstanbul depremindeki can
kayıplarının azaltılabilmesi için çok önemli. Kamuoyu, bu konuda
alınacak ciddi tedbirlerde kamu yönetiminin yanında olacaktır.
Sorun gerçekten çok ciddi ve hükümetin bu ciddiyetin farkında
olması da sevindirici bir gelişmedir diye düşünüyorum. Artık
konuşmayı bırakıp, icraata geçmenin zamanının geldiğine
inanıyorum.
Yazı : Mehmet Y. Yılmaz