Mizahçıların gözüyle 2011 seçimleri
Abone olSeçimleri haftalık mizah dergisi Leman’ın 3 çizeri, Tuncay Akgün, M. K. Perker ve Betül Yılmaz'la değerlendirdik...
<!-- /* Style Definitions */ p.MsoNormal, li.MsoNormal, div.MsoNormal {mso-style-parent:""; margin:0cm; margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:12.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-fareast-font-family:"Times New Roman"; mso-fareast-language:EN-GB;} @page Section1 {size:612.0pt 792.0pt; margin:72.0pt 90.0pt 72.0pt 90.0pt; mso-header-margin:36.0pt; mso-footer-margin:36.0pt; mso-paper-source:0;} div.Section1 {page:Section1;} -->
Mizahçılar, toplumun, sokakların ve siyasetin nabzını en iyi tutan sanatçılar arasında gösterilirler.
Öyle ki, pek çok kişi gündemi, mizah dergilerinden takip
eder.
Seçimlere günler kala, haftalık mizah dergisi Leman’ın Beyoğlu’ndaki kafesindeyiz. Karşımızda 3 ünlü çizer var: Tuncay Akgün, M. K. Perker ve Betül Yılmaz.
Elbette, seçimleri konuşacağız. Ama önce, ilk sayısı geçen ay çıkan aylık mizah ve çizgi roman dergisi Harakiri’nin başına gelenler.
Başbakanlık Küçük Çocukları Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun geçtiğimiz günlerde, aylık kent kültürü dergisi Size ile Harakiri’yi, 18 yaşından küçüklere zararlı olduğu gerekçesiyle poşete sokma kararı aldı.
Nedir bu karar? Sonuçları ne olacak?
M. K. Perker: Tebligat gönderildi, ama daha elimize ulaşmadı. Birinci sayıda yer alan bazı çizgi romanların, karikatürlerin, Muzır Kurulu’nun ortaklaşa almış olduğu kararda belirttiği üzere bazı “karikatürize resimler”in, 18 yaşından küçüklere uygun olmadığı ve muzır bulunduğuna karar verilmiş.
Tebligat daha elimize ulaşmamış olduüu için, bunların ne olduğunu bilmiyoruz. Hatta, yeni sayıda karikatürize resimler diye bir köşe yapmayı düşünüyoruz. Böyle bir terim dahil etmiş oldular lügatımıza.
Henüz tebligat elimize ulaşmadığı için, hangi işlerin muzır bulunduğunu bilmiyoruz. Ama, tahminlerimiz de var; bu nedenle birkaç şey söylenebilir. Ama, bugüne kadar hiç bir mizah dergisinde yayınlanandan daha farklı veya daha sert, ileri şeyler yayınlanmadı.
Muzır denildiği için bunu söylüyorum, siyasi olarak olabilir. Ama, muzır olarak daha farklı hiç bir şey yayınlanmadı.
Bütün dergilerde, gazetelerde, televizyonlarda seks kullanıldığı zaman bu teşhircilik niyetiyle, tahrik etmek niyetiyle olabilir ama, mizah dergilerinde bir sosyal durumun analizi olarak oluyor bu, tespittir bu.
Mesela bir çizgi roman var bizde, şüphelendiklerimizden bir tanesi, emin değiliz. Kadınla adam evde sevişiyorlar, kadının köpeği var, adam kopek sırf onu seyrediyor diye tedirgin oluyorç Bu bir sosyal tespit. Dolayısıyla, bu tür tespitler yapılıyor hep dergilerde, karikatür ve çzigi roman olarak. İlk defe böyle bir şeyle karşılaşmış olduk.
Siz yıllarca mizah dergileri çıkardınız. Bu durumu yadırgadınız mı, yoksa sizing için sıradan bir şey mi?
Tuncay Akgün: Neredeyse 30 yıldır bu dergi dünyasının içinde çok fazla şeyle karşılaştık biz. Yani, pek çok ceza davası, muzır davaları, işte toplatmalar falan gibi şeylerle karşılaştık.
Ama, poşete sokma meselesi bizim için gerçekten şoke edici bir gelişme oldu. Hiç beklemediğimiz ve tanımadığımız da bir şey. Ve bu olayın yansımasından sonra biz bunun ne olduğunu kavramaya başladık.
Yeni yeni haberler çıkıyor, gazeteciler cemiyeti ve sendikası açıklamalar yaptılar. Bir kez poşete sokuluyor, ondan sonra üç kere poşete sokulduktan sonra, sürekli poşette olması gibi bir durum söz konusu.
Ondan sonra, en üst rakam üzerinden gelirin yüzde 40’ı, Toplu Konut Fonu’na yatırılıyor, işte KDV’si çok yüksek.
Yani, poşet parasını bile çıkartamayacak kadar bir gelir bırakılarak yapılan net bir imha operasyonu aslında bu. Ve herhangi bir ceza davasından çok daha sert bir şey.
Bu kadar ağır bir kararı neden verdiklerini, böyle bir ülkede yaşadığımız halde, çok şey yaşamış biri olarak hala kavramakta güçlük çekiyorum.
Basına yönelik çok baskı olduğu eleştirilerinin tartışıldığı bir dönemdeyiz. Siz bu olayın seçim öncesinde gelmesini bir rastlantı olarak mı görüyorsunuz?
BetülYılmaz: Şaşırdığım ve daha önceden de duymadığım bir şey. Ve içerik olarak baktığımda Harakiri’ye, diğer mizah dergilerinden hakikaten daha farklı ve daha aşırı bir durum yok ki ortada, hani adamlar çok sert bir şey falan desinler.
Bunun biraz bilinçli yapıldığını, bu kısıtlamaların, işte internetten tutun da ufak ufak her şeye yayılmasına bağlıyorum. Bugün Harakiri’ye yapılıyor, yarın, öbür gün başka bir şeye.
Sürekli özgürlük kısıtlama derdinde olduklarının farkındayım. Yani, buradan başlıyor işte, bana öyle geliyor.
Perker: Şöyle bir şey olabilir mi acaba, bunu bile düşünmedik değil? Mesela, Harakiri isimli bir dergi yıllar önce Fransa’da da çıkmıştı biliyorsunuz.
Çok sert bir dergiydi ve biz de, bzimle yapılan röportajlarda dedik ki, böyle bir duruşumuz olacak. Vurgulandı bu röportajlarda, siz de böyle sert bir dergi mi yapacaksınız diye.
Biraz paranoyakça olacak ama, bunu mu kafaya taktılar acaba? Çünkü, Betül’ün de dediği gibi, herhangi bir dergide olabilecek kadar muzır bir şey bulunca, sanki dikkatle bakıp yapmışlar gibi de görünüyor.
Seçim stratejileri, aşırı muhafazakar ve milliyetçi söylem
Akgün: Şimdi meyda üzerinde çok büyük bir baskı yaşadığımız ortada. Onun dışında, iletişim üzerinde, internet ve özellikle sosyal medyayı kısıtlayan yeni uygulamalar. Bunların baskısı .ok net biçimde hissediliyor.
Bir de bunun dışında, heykel olayıyla ortaya çıkan kültür ve sanata baskı söz konusu. Artık hepsinin tesadüf olduğunu düşünmek gerçekten çok zor.
Mizah dergileri de,medya alanının içinde olmakla birlikte, kültür ve sanat içeren yayın organları. Dolayısıyla buradaki baskı çok net hissediliyor ve bunun çok da bilinçli olduğunu düşünüyorum.
Bir yandan, bu baskıyı arttırmanın, bizim hissettiğimiz anlamda onlara eksi puan yazdığı gibi bir algı söz konusu. Ama, bir taraftan da, aslında aşırı muhafazakarlaşma ve milliyetçi söylemin dozunun iktidar tarafında çok arttığını biliyoruz. Seçim stratejisini bunun üzerine kurdular.
Ben heykel olayının da çok bilinçli olarak yapıldığını düşünüyorum. Arkasından tiyatroda benzer bir şey gelişti, şimdi mizah dergileri üzerinde aynı şey söz konusu. Çok çok ağır bir karar ve baskı olduğunu düşünüyorum.
Buradan devamla nasıl bir seçim ortamı var Türkiye’de şu anda?
Akgün: Çok sert bir seçim iklimi var bir kere, sanki Türkiye açısından çok önemli bir şey oylanacakmış gibi.
Ve aslında bir taraftan da öyle. Bu kutuplaşma, bunun altını çizecek bir durum, bir netlike bekleniyor. Bir yandan, Kürt meselesi de var.
Burada çok dikkat çekici olan, gerçekten iktidarın ve başbakanın söyleminin aşırı sertleşmesi.
Tabii ki bu sertlik, bizim açımızdan, yani mizahçılar açısından çok komik olaylara da yol açıyor. İşte, kaset skandalları gibi, bisküvi olayı gibi ve benzerleri.
Siz nasıl bakıyorsunuz bu seçimlerin gidişatına?
Yılmaz: Bir kutuplaşma yaşandığı kesin pek çok konuda. Ya şçyle olmalısın, ya böyle olmalısın ya da bunlardan birini seçmiyorsan da, bunun sonuçlarına katlanmalısın tarzında bir tavırları var ve sert, hakikaten sert.
Halk için aslında rahat bir biçimde yaşamak, ekonomik düzeyinin, saülık güvencesinin yerinde olması gibi dertler varken, insanların bu dertlerini çözmüşçesine, ikinci planda kültür ve sanat ya da kendini ifade etmeyi barındıran bütün yollarda, böyle bir çıkış ya da engelleme söz konusu.
Aslında, yaşamımızı kısıtlamak için her şeyi yapmak istiyorlar gibi.
Seçimler de mizah için malzeme üretiyor tabii ki. Peki, sizing için öne çıkan malzemeler neler oldu bu seçimlerde?
Perker: Hemen hemen her gün yeni bir malzeme çıkıyor. Mesela, en yakın olanlardan biri az önce Tuncay abinin bahsettiği gibi, “püskevit” olayı mesela.
Mesela, başbakan miting alanında, oradaki çocukları azarladı, susturdu, bu tarafa geçin dedi. Böyle çok komik şeyler de olmaya başladı. Özellikle, bu seçim atmosferinde seçimin çok daha farklı ve sert geçmesini bekliyorum ben.
Biraz da zannediyorum, iktidarda olan partinin karşısındakilerin yeteri kadar kuvvetli olmadığı için oluyor bu.
O sertlik, biraz mahalle sertliği gibi oluyor, politik bir sertlik olmuyor. Son, Obama’nın seçildiği seçimlerde nen New york’taydım ve bütün bunları takip ettim. Çok benzer bir durum yaşanıyordu orada.
Demokratlar, falasıyla bıkmış durumdaydı Cumhuriyetçi Parti’den ve artık bu dönemin bitmesi gerektiğine ant içtiler bütün democrat ve liberaller. Sevsin, sevmesin veya eleştirsin, herkes Demokrat Parti’nin etrafında birleşti.
Ve o kadar sert biçimde yaşandı ki bu, bayağı, insanlar savaştılar, sabahın köründe kuyruğa girdiler oy vermek için.
Buraya bakınca, iktidar partisinin karşısında öyle bir kuvvette biri olmadığı için, seçim sert görünse bile, bu politik anlamda sert bir seçim olmuyor.
Aslında, biraz uyutuluyor gibi de geliyor bu seçim dönemi. İşte, o ona bir şey söylüyor, bu buna, işte püskevit oldu, şunlara kızdı başbakan, bunlara kızdı falan, o ona bir şey söylüyor, öteki ona, hoopp seçimler! O kadar da, sert değil yani bence.
Akgün: Türkiye’de çok genç bir nüfus var ve çok yüksek bir özgürlük talebi var. Dünyada yaşanan böyle bir ilkim var aslında. Özellikle, baskıcı rejimlerde, genç bir muhalefet yükselişi oldu ve çeşitli kırılmalar yaşanıyor.
Bir yandan, bu iktidarın liberallerle olan işbirliğinden doğan bir işlemin daha ileride bir nokta olarak vaad ettiği şey, son dönemeçte, tam tersi bir rüzgar yarattı. Bu özgürlükler meselesinin, işte vaad edilen, umut yaratılan şeyin aslında kocaman bir yalan olduğu, balon olduğu ortaya çıktı bence.
Son zamanlarda olan bütün şeyler bunun kanıtı. Öğrenci yurtları üzerindeki ağır baskılar, bu internet üzerindekiler, Kürt hareketi üzerindeki gelişmeler ve onun siyasi kanadı üzerine yapılan baskılar. BUnları çoğaltabiliriz, en son ortada olan şeyler gerçekten çok dehşet vericiciydi.
Bunların hepsi bizim için malzeme demeyeyim aslında, işlediğimiz, işyeceğimiz konular. Hatta öylesine ki, yetişemeyeceğimiz noktada gidiyor. Biz haftalık dergiyle, bu gündeme neredeyse yetişemiyoruz, çok daha hızlı bir refleks gerektiriyor.
Ama, yaptığımız bazı şeyler, bunların ben kalıcı olduğunu düşünüyorum; bazı kapaklarımızın, bazı karikatürlerimizin, kurduğumuz cümlelerin.
Siyaseti serteştiren yalnızca iktidar partisi mi?
Yılmaz: Türkiye’nin koşullarıyla da alakalı galiba. Türkiye’nin koşulları ve iktidarın yaklaşımı, her şeyin daha kötü olması için aslında iyi bir ortam yaratıyor.
Çünkü, her konuda her gün bir problem çıkıyor ve mizah dergileri de buna yetişemiyor.
Şunu da fark ediyorum mesela, her girdiğim ortamda siyaset konuşuluyor. Genç, 20 yaşında insanlar siyaset konuşuyorlar, bakkala gidiyorsun siyaset konuşuluyor. Her yerde siyaset konuşuluyor ama, kimsenin de bir şey yapmadığı gibi bir gerçek var.
Ve bu durum unutularak, konuşuluyor gibi bir gerçek var; bizim diyecek hiç bir şeyimiz kalmıyor. Ne yaparsak yapalım, aslında her şey bizim dışımızda yapılıyor ve bizlere diyecek bir şey kalmıyor.
Sadece, herkes kendi açısından, yaptığı meslekle ya da hayata bakışıyla bir şekilde derdini ifade etmeye çalışıyor, ama, hiçbir şeyin olumluya gittiğini göremiyorum. Ve Türkiye’de bir çok sebep var tabii işlerin bu noktaya gelmesinde.
Çünkü, çok farklı kültürlerin bir araya gelmiş olması, farklı inanışların bir araya gelmiş olmasına rağmen, bir kültürün çoğunluğun kültürü olduğuna inanılıyor olması acaip.
Tabii, her şeyle ilgili bu ama, bence biraz müslümanlıkla da ilgili aslında. Türkiye’de müslümanlar çok evet, ama, müslüman olmayan insanlar da var. Ve azınlıkları yok ederek, nasıl bir sonuca varılabilir?
Tek bir sonuca varılamaz, burada farklı insanlar da yaşıyor. Onların da hakları gözetilmeli. Herkesin, tüm halkın tüm hakları gözetilmeli asıl, en önemli problem bu.
Zaten ayırım yaratılmadıktan sonra, tartışma, sorun çıkmayacaktır.
Azına da razıyım aslında, mükemmel bir Türkiye beklemiyorum şu anda, ama normal hayatımızı sürdürmekten de geri kalmamalıyız, daha kötü durumlara düşmemeliyiz.
Herkes seçim konuşuyor dediniz çevrenizde. Öne çıkan konular ne bu konuşmalarda?
Yılmaz: Benim dikkatimi çeken genellikle Tayyip Erdoğan’ın mitinglerde söylediği sözler. Çünkü bunlar komik sözler hakikaten ve bize kalmadan hemen her yerde geyiği yapılabilecek konular. İyi ya da kötü, bir şekilde yapılabilecek konular.
Çünkü kendisi zaten tek başına komik ve o noktada da bir yere gitmiyor işte. Biz bunu konuşurken, olaylar gelişiyor. Yani, hiç bir talebimize zaten karşılıklı konuşup bir mutabakata varmak gibi bir şansımız yok, taleplerimizle kalıyoruz.
Bir de işte, böyle oldu şöyle oldu diye bunlar konuşuluyor en çok zaten. Bir şekilde hoşumuza gider oldu sanki bundan bahsetmek, konumuz oldu yani.
Perker, siz Amerika Birleşik Devletleri’nde uzun yıllar yaşadınız, hala da kısmen öyle. Mizahçı olarak baktığınızda, oradaki seçimler nasıl malzeme üretiyor sanatçıya, buradaki seçimler nasıl malzeme üretiyor? Aradaki farklılık nedir?
Perker: Şöyle ciddi büyük farklılıklar var, mesela malzeme olduğunu bildiği zaman politikacılar, bu malzemeye dahil olup kendileri de parodinin içine de girebiliyorlar. Aslında öyle bir medeni hal de var.
Mesela şöyle bir şey olmuştu: İnsanlar çok ciddi para yardımında bulunmaya başlamışlardı Obama için, demokratlara. Hatta şöyle bir şey yaptılar.
Önceden cumhuriyetçi büyük sanayiciler çok ciddi meblağlarda paralar gönderiyorlardı. Bununla nasıl baş edecek demokratlar? Herkes 5 dolar göndersin, 10 dolar göndersin demeye başladılar.
Ve insanlar zarflara paralar koyup göndermeye başladılar. 5 dolar, 10 dolar, 20 dolar darken müthiş bir para topladı demokratlar ve inanılmaz meblağlarda paralara sahip oldular bu seçim çalışmaları için.
Bu dönemde de, McCain ve cumhuriyetçiler tabii o kadar paraları yoktu, yani onların da çok parası var ama o kadar çok para toplandı ki karşı tarafta.
Bunun üzerine, Cumartesi günleri NBC televizyonunda yayınlanan bir parody programında McCain ve karısı sahneye çıktılar ve “Para topluyoruz biz artık, Cumhuriyetçi Parti için çatal bıçak koleksiyonu satıyoruz. Bunları alırsanız McCain çatal-bıçak takımını bize de para gelmiş olur” deyip, böyle para yaptılar ve bunu seçim döneminde yaptılar.
Yani, seçimler sırasında kendileri oynadılar. Yani McCain ve karısını oynayan iki actor değildi onlar.
İşte böyle. Herşey öyle medeni oluyor ve zekice de oluyor. Arada ciddi bir fark var.
Bir de, haberler yapılırken tabi ki hiç korkmadan haberleri yapıyorlar. Mesela, bir tane örnek vereyim, seçim dönemi ile ilgili. Amerika’da olan bir şey değil ama şu anda biz burada seçim dönemini yaşıyoruz ve nelerden şikayet ediliyor? İşte neler var mesela?
Ahmet Şık’ın hapiste olması, toplatılan kitapla, hani bizim mizah dergisinin poşete sokulması falan da çok benzer şeyler olduğu için bu örneği veriyorum.
Bir haber var, bu sabah NPR’I dinliyordum, Amerikalı Nation Public Radyosunu ama onlarda sabaha karşı oluyor. Ben sabah 9-10 gibi dinlemeye başladığımda, BBC yayını yayınlıyorlar.
Orada bir Gülen cemaati ile ilgili bir haber yayınladılar mesela. Yarım saatlik falan bir belgesel gibiydi bu.
O kadar acayip bir haber yapmışlar ki, çok detaylı herkesle konuşmuşlar. Çok uzun çalışılmış belli ki, röpörtajlar yapmışlar falan. Öyle bir anlattılar ki ve herşey de doğru yani, olan biten şeyler ve çok cesurca.
Çünkü BBC yapıyor ve Amerika’daki NPR’da yayınlanıyor bu. Onları dinlediğim zaman tüylerim diken diken oluyor, nasıl oluyor da böyle bir şey oluyor diye.
Burada böyle bir haber de yok. Şimdi bizdeki seçim döneminde bunlar da aslında seçimi etkileyecek ve insanların oylarını etkilemesi icap eden unsurlar olduğu halde bunların hiçbirisini göremiyoruz.
Bir de bütün bu aslında baskıcı tutum, dergiler poşete girebilir, şu, bu veya basılmayan kitaplar toplatılıyor. Bütün bunlar aslında bu seçim atmosferinin de bir parçası olması gerekiyor.
Ama nerede görebiliyoruz biz bunları? Hiçbir yerde göremiyoruz. Mesela, Ahmet Şık’ın “Dokunan yanar” lafını öyle bir vurguladılar ki belgesel boyunca, çok ciddi bir alıntı gibi yanılandı yani. Bütün bir belgeel boyunca ondan bahsettiler ve eminim bir yerlerde de onu kullanacaklar.
Hatta eski İstanbul muhabirelerinden bir tanesi konuştu, zamanında hem Ak Parti’yi, hem de Gülen cemaatini sempatik bulan bir adammış bu. Sonrasnda da, şunu da söyledi. Onların böyle bir şiddete yönelik taraları yok ama dedi, oradan yola çıkarak başka sitelerden benim hakkımda ölüm fermanları falan çıkardılar, dedi adam.
Bütün bunlar, hiçbirisi yok yani buradaki gazetelerde, dergilerde. Hiçbir yerde göremiyoruz.
Bunları görürsek mizah dergilerinde görürüz diyeceğim de, bunları haber olarak göreceğiz ki, bir yerlerde mizah dergileri de bunu alıp onların parodisini yapsın.
Dolayısıyla o sertlik de, yine sadece mizah dergilerinde oluyor, başka bir yayın organında olmuyor.
Bu seçim diğer seçimlerden farklı mı? Varsa, ne farkı var?
Akgün: Şimdi bir fark bence var. Teknik olarak baktığımızda da bu farkı çok net olarak görebiliriz. Bu bahsettiğim kutuplaşma falan meselesinin dışında.
Türkiye’de her zaman benzer kutuplaşmalar olmuştur ve Türkiye’de siyaset daha çok bunun üzerine şekilleniyor. Ama burada ciddi bir durum var.
Bir kere iktidar partisi beklediği çoğunlukla iktidara gelemediğinde, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ondan sonraki dönemdeki siyasi hayatının noktalanması gibi bir şey söz konusu.
Belli ki, şöyle bir hedef var. Tam çoğunlukla iktidara gelecek, gelmek niyetleri var ve bu gerekli çoğunluğu sağlayamadan geldiklerinde anayasa değişikliğini yapamayacaklar ve işte başkanlık yolu açılamayacak, cumhurbaşkanlığına gelemeyecek. Dördüncü defa seçilme ihtimali yok kendi içtüzükleri gereği.
Ben sertleşmenin altında en belirleyici şey olarak bunu görüyorum.
Başbakan’ın, Tayyip Erdoğan’ın karizmasının ve oradaki belirleyiciliğinin noktalanması gibi bir şey söz konusu ve çok büyük bir gerilim var bu anlamda, yani iktidar tarafında.
İşte malum, (MHP’nin) baraj altında kalması kalmaması meselesinin çok büyük bir belirleyiciliği var. Kürt siyasetinin orada çok çarpcı bir gelişme var. Yani, o tarafta çok taşma noktasına gelen bir durum var. Bu anlamda çok tarihsel bir süreç yaşadığımızı düşünüyorum bu seçimle.
Zaten bu, bütün taraflarca da kabullenilmiş bir şey. Bir önkabul olarak da söyleniyor. CHP’de enteresan bir değişiklik var, genel başkan değişiminin getirdiği farklı bir ivme var.
Orada aynı zamanda farklı etnik şeyin, özellikle başbakan tarafından çok vurgulanan işte o Alevi, Kürt kimliği noktası var. Özellikle o da çok altı çizilen bir şey ve bence çok ayıplı bir durum. İşte, Aleviliğini vurgulayıp seçim meydanlarında o kitleye Aleviliğini yuhalatması gibi bir korkunç bir gelişme yani.
Bir yandan, işte bu kaset siyaseti dediğimiz son dönemde korkunç bir yoğunlaşma, herkeste olan çok yüksek dozlu bir dinlenme, izlenme paranoyası gibi bir şey söz konusu.
Sonuçta, bütün bunların kirlettiği ve aynı zamanda çok gerdiği, şiddetin yükseldiği, bir yandan meydanlarda ölen insanlar var. O ölen insanlardan “birisi” diye söz edilmesi gibi bir korkunç bir realite var.
Yani, o alıştığımız anlamda Türkiye’deki sol-sağ meselesinin ötesine taşmış bir durum söz konusu. Türkiye’nin aşağı yukarı yapısı belli, muhafazakar bir ülke ve işte maksimumyüzde 30 sol seçmen ve yüzde 70 sağcı damarı olan bir ülke burası. Ama burada bu seçimin böyle ayırt edici özellikleri olduğunu düşünüyorum.
Kadınlar üzerinde büyük baskı var Türkiye’de, aile içi şiddet deniliyor. Hemen hergün bir haber okuyoruz, kadınlar bıçaklanıyor, öldürülüyor. Ensest korkunç bir şekilde yaygın ve her 4-5 çocuktan biri ensest kurbanı. Hiç duyuyor musunuz meydanlarda, siyasetçilerden bu sorunların çözümüne yönelik herhangi bir plan, program, proje?
Yılmaz: Bazı partilerde buna yönelik bir teyit var ama, hani ne kadar yaparlar, ne kadarı gerçekleşir bunun bilmiyorum. Çünkü Türkiye’nin, hükümetin veya muhalefetiyle ilgili bir konu da değil aslında.
Türkiye’nin halkıyla da ilgili bir şey. Bizim kendi törelerimizle, geleneklerimizle, bakış açımızla, hayata tutunuşumuzla da ilgili, kültürümüzle ilgili bir şey yani.
En son okuduğum haber şuydu kadına yönelik şiddetle ilgili, şiddet değil yani bayağı her yerinden bıçaklamış. Doyamamış, 7 kere karnından bıçaklamış, doyamamış adam, bıçakladıkça bıçaklamış. Çünkü neymiş, namus cinayeti diyor.
Sanırım asıl önemli olan şey bunun kanuni olarak bir şekilde bu namus cinayeti denildiği zaman bunun hafifletici bir sebep olmaması gerektiğini düşünüyorum. Kanunlara bağlı olarak değişiklikler olabilir bunun çözümünde, ama sosyal kısmı, yani toplumda da baktığım zaman komşumun da bakış açısı önemli.
Komşum da eğer bunu destekleyici bir tavırda bulunursa olumlu. Ama değilse, kanunen bu değişse bile, durumlar, cinayetler, dayaklar ensestler değişmeyecektir.
Çünkü zaten kadının ikinci planda olması durumu şundan çıkıyor, ataerkil sistemden çıkıyor. Ama bir şekilde, kadın ne yaparsa da yapsın, onun sanki kaderi buymuş gibi bir yere getiriliyor, kadın bunu yaşamak zorunda bırakılıyor.
Ha, bunun biraz azını yaşar, biraz çoğunu yaşar. Bu dönemde bunun çoğunu yaşıyoruz, iyice arttığını görüyoruz. Bu da bir çok konudaki baskıdan aslında. Bir çok konuda düşünememekten kaynaklandığını düşünüyorum.
Kadına yönelik şiddetin son yıllarda korkunç bir şekilde arttığı söyleniyor. Bu, resmi rakam, yüzde1400 artmış kadın cinayetleri. Bu artışın sizce özel bir nedeni var mı, yoksa son dönemdeki artış bir rastlantı mı?
Yılmaz: Rastlantı olması mümkün değil. Bu soruyu asıl bir kadına değil, bunu bunu yapan erkeklere daha çok sormak lazım. Çünkü erkeklerin çoğunlukla bakış açısı bu ve nedense kadını silip, süpürüp atmak istiyorlar.
Burada ben cinsel bir bozukluk da görüyorum. Sosyal hayatta kadının olmamasını isteyen, herhalde kendi ailesindeki kadınlarla istediği türden cinsel bir ilişkiye girip normal hayatında devam ettirebilmeyi bekleyen, bir topluluk var.
Bu sayı çoğaldığı için buna topluluk diyebiliyorum artık ve bunların çözümü konusunda hakikaten sadece şu noktaya takılıyorum.
Bizim genel bakış açımızda şu var, biz dedikodudansa birini öldürmeyi tercih edebiliyoruz, mesela namus cinayetleri adı altında. Ya da bir çocuk belli bir yaşa geldikten sonra cinsel arayışlara girdiği zaman, yani sadece bir erkek arkadaşı olsun istediği zaman, bunun önü kesilip saçma sapan bir ilişkiye aile içinde zorlanması daha doğal karşılanabiliyor.
Yani, hakikaten akıl hayal erecek bir şey değil, mantıkla cevap verilebilecek bir şey değil. Kimse için, bunları yaşayan insanların da sosyal hayatta sağlıklı ve normal insan olmalarını beklemek de zaten olacak bir şey değil.
Bir şekilde buna dur denilmesi gerekiyor. Bunun da, genel olarak çözümü şu olabilir benim açımdan: Kesinlikle bu tür konularla ilgili yasaların daha sertleştirilmesi.
Başbakan’ın çok yaygın bir söylemi var. Özellikle nikahlarda ifade ediyor, 3 çocuk. Nasıl bir durum bu?
Yılmaz: Tabi ki, komik. Bir karı-koca bile evlendikleri zaman hayatlarını devam ettirmeleri bu ülkede çok zorken, gelen her çocuk daha sağlıksız olsun diye sayısı artırılmış demek ki.
Yani çünkü bir çocuğa bakmak, her açıdan onu destekleyebilmek çok zorken, 3 sayısı ya da daha fazla olması gerçekten onların da daha verimsiz bireyler olmasını sağlar.
Ve sonuçta bunun toplamında da, topluluğun belki de iyice niteliksiz, kendi hakkında hiçbir fikri olmayan, çevresi hakında hiçbir fikri olmayan, dünya hakında hiçbir fikri olmayan, düşünemeyen insanlar haline gelmesini sağlar.
Çünkü adam beslenemiyor, çocuklar beslenemiyor. Çocuklar olması gereken, yapmaları gereken şeyleri yapamıyorlar ve sonuç olarak her anlamda olumsuz etkileniyorlar. Birey olarak da olumlu bireyler, faydalı bireyler olamıyorlar.
Herşeyi bir kenara bırakalım, hayatlarını yaşayabilmek için, yani bu dünyaya gelmek ve hayatlarını yaşamak gibi bir şansları olmuyor, seçim şansları olmuyor. Bu yüzden tamamen komik tabii ki.
Sokağa baktığınız zaman insanların siyasete ilgisi seçim öncesinde nasıl? Neler konuşuluyor?
Akgün: Hayati bir seçim yaşadığımızı düşünmekle beraber, seçim atmosferinin ve insanların siyasete olan, politikaya olan ilgisinin buna ters orantılı olarak çok düşük profilde seyrettiğini düşünüyorum.
Aynı zamanda, Türkiye’nin bu genç nüfusunun politikaya olan, siyasi alana olan çok büyük bir ilgi kaybı olduğunu gözlemliyorum. Son 5-10 yılın gerçeği de bu.
Mutaka bunun bir takım nedenleri vardır. Belki başka bir gelecek, başka bir paradigmayla düşündükleri ya da hissetttikleri için, bunun böyle olduğunu tahmin ediyorum.
Onun dışında, eskiden insanların kökenlerinden de gelen siyasi bağları ya da ilgileri, üç kuşak CHP’li olmak gibi, Adalet Parti’li olmak gibi, Menderes kuşağından gelmek gibi bir muhabbet düzeyinde bile bir şeyin şu anda yaşanmadığını düşünüyorum.
Eskiden sokağa çok daha fazla yansıyan bir tarafı da vardı bunun. Şu anda bunların hiçbiri yok. Dolayısıyla bu atmosferde büyük bir ilgi kaybı var. Muhabbet düzeyinde de, ben çok fazla bunun muhabbetinin olduğunu gözlemlemedim açıkçası insanlarda.
Bu projeler seçimi gibi nitelendiriliyor bazılarınca. Mesela CHP hep katı muhalefetle eleştirilirdi, şimdi 40 küsur projeyle geldi. MHP, Hilalkart’tan aile yardımına kadar projelerden bahsediyor. Başbakan bir 2023 vizyonundan bahsediyor. Bir de çılgın projeler var. Bu projelere nasıl yaklaşıyorsunuz? Bunlar gerçekçi mi, yoksa gerçekten çılgın mı?
Akgün: Toplamda baktığımda, açıkçası ben en basit olanlarının bile çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum.
Şimdi CHP’de bir paradigma değişikliği oldu. Gerçekten o katı, laik ve işte statükoyu koruma siyasetinden, Deniz Baykal’ın ayrılmasıyla beraber vaad eden bir politika ürettiler.
Bu anlamda çok olumlu aslında. Burada ciddi bir tıkanıklık aşılmış oldu CHP açısından baktığımızda. En azından proje yapmaları güzel işte aile sigortası ve benzeri projeler gibi.
Ben de açıkçası bunların kaynakları ile ilgili kuşkular duyuyorum. En azından bunların gerçekleştirilebilir olma ihtimalinden dolayı. Yani yoksa bunların gerçekleştirilmesinin bir ütopya olduğundan ya da çok zor olduğundan dolayı bunu düşünmüyorum. Yani o bazı kaynakların oraya aktarılmasıya yapılabilecek bir şey.
Şimdi CHP bu projeleriyle bu çıkışı yaptıktan sonra, bence AKP kurmaylarında da, o siyaseti belirleyen, AKP siyasetini belirleyen şeylerde de ciddi sersemleşme yarattı ve onların ayarlarını bozdu.
Ve çok uyduruk olduğunu düşünüyorum, ondan sonra gelen çılgın projelerin. Tamamen alelacele üretilmiş şeyler olduğunu düşünüyorum. Benim sezgilerim tamamen bu yönde. Alelacele yapılmış, anormal projeler.
Böylece Türk halkının belki de işte çocuk tarafına hitap eden, aslında yükselme ile ilgili naïf tarafına hitap eden, belki etkili de olabilecek, ama bence yeterince etkili olacağını da düşünmediğim bir durum var. Demek ki iyice uçmuşlar.
Onun dışında gerçekleştirildiği zaman zaten, tut ki böyle bir şey yaptılar, korkunç sonuçlara yol açabileceğini düşünüyorum bu projelerin. Ama genel eğilimim, hissiyatım bu projelerin inandırıcı olmaktan çok uzak olduğu.
Yani siyasetin bir oyunu gibi, o tiyatro için üretilmiş senaryolar gibi gözüktüğü kanaatindeyim ben.
Bu seçimin ironik tarafları neler sizce?
Perker: İronik tarafı, iktidardaki partinin karşısında güçlü bir parti olmaması. Bir seçime gidiliyor ve herşeyin artık değiştirilmesi gerekiyor gibi bir anlayış var genel olarak herkeste.
Ama herkes farkında ki, eşit değil şartlar. Yani insanlar da eşit derecede, eşit anlamda bölünmüş değiller. Bence bu biraz ironik. Aslında, aşağı yukarı sonucu da hepimiz biraz biliyoruz. Değişen bir şey de yok.
Karşılığında alternatif olarak üretilen politikalar da, isimler de, partiler de yeni yani. Partiler derken, CHP’deki yeni değişim de yeni ve ciddi bir değişim değil. Daha iyi niyetli bir değişim belki ama, yine aşağı yukarı aynı.
Bir de mesela daha komik şeyler de oldu CHP’de. Mesela Süheyl Batum gibi bir adam var, Deniz Baykal’dan bile komik bir adam bence orada bulunması. Ama başta o değil diye, neyse ki o kadar da komik görünmüyor. Bütün bunları düşününce dengesizlik bence ironi.
Bir de bu projelerle ilgili bir şey söylemek istiyorum ben de. Projeler de zaten seçim dönemindeki projeler değil sadece. Seçim öncesindeki projeler de bir işe yaramıyor. Kürt açılımı falan mesela.
Zaten olmayan projeler var. Bu böyle yeni bir söylem çıktı son 3-4 senede, biz proje üretiyoruz. Üretiyoruz da, bir şey olduğu yok zaten. Sadece bunlar böyle ortaya çok rahatlıkla atılıyor, insanlar bir müddet bunlarla oyalanıyor. Ondan sonra devam ediyorlar.
Şimdi bizatihi seçim öncesinde ortaya atılan projeler zaten tutmadığı zaman veya onlardan bir çıkar elde edilmediği zaman, seçim döneminde ortaya atılan projede zaten istediğini söyleyebilirsin o zaman.
Bugün işte Devlet Bahçeli de, acayip şeyler söyledi. Öğrencilere 400’er lira cep harçlığı verecekmiş mesela, öyle şeyler artık çok rahatlıkla söyleyebiliyor.
Bir ara bunlar çok geçmişte kalmış şeylerdi. Demirel’in flan da böyle çok acaip iddiaları oluyordu ya, karikaür gibi şeylerdi bunlar. Bunlar atlatılmıştı artık, gülünüp geçiliyordu.
Şimdi tekrar o naifliğe dönüldü. Çünkü aslında ortada öyle büyük bir dengesizlik var ki, iktidardaki parti ve diğer partiler arasında. Onlar da bunun farkındalar. Yani bu eşit bir boks maçı değil.
Eşit olunmadığı zaman da herkes böyle atıp tutabiliyor. Yani küçücük bir adam Muhammet Ali’nin karşısına çıkıp da atıyor tutuyor gibi oluyor. İroni bu galiba.
Bu bir ironi mi bilmioyurm ama 275 kadın aday istendi, böyle bir kampanya başlatıldı kadın örgütleri tarafından. Sonra baktık ki üç büyük siyasi partinin gösterdiği kadın adayların toplam sayısı 275’i bulmuyor.
Sonuçta, bu kadın adayların hepsi birden seçilse bile 275 olmayacak. Aşağı yukarı seçilebilir kategoride görünenler ise, adayların yüzde 15-20’si.
Dolayısıyla meclisteki kadın temsil oranı geçen seçimde yüzde 9 iken, bu seçimlerde 15-20 arasında olması bekleniyor. Bu komik mi, trajik mi, nedir sizce bu durum?
Yılmaz: Trajik tabii bu durum, ama aksinin olması da beklenemezdi. Çünkü Türkiye’deki bütün iş sahalarını düşünürsek, sonuçta bu da bir iş sahası.
Kadınların çalışma oranlarına baktığımız zaman her zaman daha düşüktür. Sadece kadının yapabileceği işler adı altında kodlandığımız işler içinde kadınların sayısı belki daha çok olabilir.
Ama zaten genelde çok düşük oranda kadınların çalışma seviyesi.
Peki, şimdi 4 kişiyiz. üç erkek bir kadın oturuyoruz. Onlara hiç erkek sorusu sormuyorum, size hep kadın sorusu soruyorum. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yılmaz: İşte bu özel durum sebebiyle. Bir şekilde pozitif ayrımcılık durumu oluşmak zorunda kalınıyor.
Kişisel olarak bundan yana değilim ama, ister istemez bu oluşuyor. Çünkü çoğunluğun oluştuğu yerde azınlığa bir “haydi siz önden başlayın, biz yetişiriz zaten” gibi bir durum söz konusu olduğu için, bunu yaşıyorum.
Sadece bunu avantaja çevirmek gibi bir kişisel derdim olabilir ama böyle olmasını gerçekten istemezdim. Kadın ya da erkek diye soru sorulmasından, öte kişisel herhangi bir konudaki fikrimi sormanızı tercih ederdim.
Siz çok seçim yaşadınız bir mizahçı olarak. Bu seçimler diğer seçimlerden daha mı komik, ironik? Ya da değil mi?
Akgün: Daha komik olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Yani geçmiş seçimlerde çok renkli figüler vardı. Çok karikatürize edilmiş, artık bizim gözü kapalı çizdiğimiz insanlar. Demirel gibi, Erbakan gibi, hatta Ecevit gibi, Türkeş gibi.
Türk siyasetinin bugünkü belirleyici kahramanlarını tanıyoruz. Burada şimdi baktığımızda, bu kadar belirgin şeyler göremiyoruz.
Yani, en çok çizdiğimiz Tayyip Erdoğan bile çok espri verdiği halde, aslında kendisinde olmayan, eksik olan hümor duygusu nedeniyle çizilmesi, işlemesi çok da keyif vermeyen bir figür.
Bahçeli zaten gerçekten çok nötr bir adam ve insanlar o püskevit çıkışından dolayı çok büyük bir rahatlama yaşadılar. Bence kendisi de yaşamıştır ama, transparan gibi bir adam yani. Hissedilemeyen bir adam, ne olduğu çok belli olmayan bir adam.
Kemal Kılıçdaroğlu’ndan biraz ümitliyim, daha çok öne çıktığında. Onunla bire bir karşılaştığımızda hissettğiimiz bir hümor duygusu var, ondan ümitliyim.
Bu arada Erdal İnönü mesela, gerçekten komik bir adamdı. Dolayısıya, daha çok malzeme verdiğini de düşünmüyorum. Daha çok malzeme vermenin ötesinde bu konuları işlemenin çok keyif verdiğini düşünmüyorum.