Durduk yerde kimseyi zan altında bırakacak toptancı ithamların
şık olmadığını biliyorum.
Bu yüzden iftira kabul edilebilecek yakıştırmalardan
kaçınmanın yararına inanıyorum. Bu tür şeyler hedefiyle birlikte
yazarını da yıpratıyor. Eğer aynı meslek grubu içindelerse hep
birlikte bu çukurun içine yuvarlanmak kaçınılmaz hale
geliyor.
Gazeteciliğin bir temas ve mesafe mesleği olması bakımından,
basın mensuplarıyla etki ve yetki sahibi güçlü kişilerin bir araya
gelmeleri normal bir rutini oluşturur…
Paneller, sempozyumlar, kokteyller, yemekler gazetecileri üst
düzey haber kaynaklarıyla bir araya getirir. Bu ortamlarda
dostluklar gelişir, arkadaşlığa dönüşür…
İşte böylesi durumlarda gazetecilik mesleği riske girer.
Eğer “gazeteci dostu” güçlü kişi devletin üst düzeyinde yer
alıyorsa ilişki bir anda “amir-memur” düzeyine geliverir.
BANA AJANLIK ÖNERDİ
Yukarıdaki kısa girişin hayali bir metin olmadığını Radikal
gazetesinin genel yayın yönetmeni ve köşe yazarı İsmet Berkan’ın
geçenlerde Cihan Haber Ajansı dergisine verdiği söyleşide bir kez
daha ortaya çıktı.
İsmet Berkan gazetenin Ankara Temsilcisi olarak görev yaptığı
dönemde bir haber yayınlıyorlar. Fransa’da yakalanan Alaaddin
Çakıcı’nın üzerinden çıkan kırmızı pasaportun Milli İstihbarat
Teşkilatı MİT’e ait olduğunu Radikal okurlarına duyuruyor.
Bundan sonrasını Berkan şöyle anlatıyor:
“Bir hafta sonuydu, kaldığım otelin havuzunda kitap okuyordum.
Telefonum çaldı, MİT’te bekleniyorsunuz dediler. MİT Müsteşarı
Şenkal Atasagun, ağzından alevler çıkıyor, ama nasıl
bağırıyor!
MİT Müsteşarı, önemli bir gazetenin Ankara Temsilcisini
“emrindeki bir personel” gibi haşlıyor, hem de bunu avaz avaz
bağırarak yapabiliyor!
Belli bir geçmişi olmayan ilişkide bu kadar “samimiyet” çok
fazla değil mi?
Üstelik bu görüşme telefonda değil de ayağına çağrılarak
yapılıyorsa, ev sahibinin belli bir nezaket zorunluluğu olmaz
mı?
İsmet bunları açıklamamış… Onun yerine MİT Müsteşarı
Atasagun’un kendisine bazı dosyalar göstermek istediğini, o da
bunlara bakmayı kabul etmediğini söylüyor.
İlginç, bir gazeteci fazla bilgiden neden rahatsız olabilir
ki?
Ama işin içinde MİT olunca ölçüler değişebiliyormuş. İsmet
Berkan “hayır, bakmam” diyor:
-Sırlarına beni dahil edeceksin ondan sonra manevi baskı
altında bırakacaksın!
MİT Müsteşarı en son olarak “ajanlık” teklif ediyor. Berkan da
“bunu duymamış olayım” diyor. Bu gelişmelerin karşılıklı
bağrış-çağrış içinde geçtiğini de aynı söyleşi de aktarıyor.
Senli-benli olduğunu ise kendiliğinden anlaşılabiliyor.
ANKARA TEMSİLCİSİ AÇIKLIYOR
Bu görüşmenin -İsmet’in anlattığı- sonuçlarından ziyade zemini
ve gelişimi daha önemli gibi geliyor. İstihbaratın en tepesindeki
adam, önemli bir gazeteciyi havuz başından alıp makamına
getirtiyor. Sonra da mesleki açıdan “hakaret” kabul edilebilecek,
üslupla aşağılama dolu bir teklifte bulunabiliyor.
Kamuoyu bu tarihi olayı ancak bir dergide ve yıllar sonra
öğrenebiliyor!
Hakan Aygün de önemli görevlerde bulunmuş bir gazetecidir.
Show TV’nin Ankara Temsilciliği’ni yaptığı döneme ilişkin maruz
kaldığı devlet yakınlığını açıklarken, İsmet Berkan’ın hikayesine
benzer bir örnekleme yapmıştı:
-O makama gelen herkes devletle partner olmak
zorundadır!
Bunu bir grup gazeteci ile yemek yerken söylemişti. Ben de
konuyu bir Pazar söyleşisinde anlatıp anlatmayacağını sormuştum.
Her şeyi anlatırım dedi. Ama o dönem çalıştığım gazetenin genel
yayın yönetmeninin de eski bir Ankara temsilcisi olması bizim yazı
işlerini ürküttü. Söyleşi yapılamadı. Ama Hakan Aygün bunu dana
sonra bir internet sitesinde bütün çıplaklığıyla yazdı.
MİT ile gazeteciler arasındaki bağlantının bir başka
deşifresini de MİT eski müsteşar yardımcısı Mehmet
Eymür yapmıştı. O zamanlar Hürriyet yazarı olan Fatih
Altaylı’yı zan altında bırakarak “Fatih teşkilatın adamıdır”
demişti:
-Teşkilattaki kod adı ‘Kara’dır. Ankara’ya her gelişinde
teşkilata ait araçlarla karşılanır, havaalanına yine aynı şekilde
bırakılır!
Fatih Altaylı bu açıklamaya şöyle yanıt vermişti:
-O seviyeye inmeyeceğim!
Halbuki Fatih o yıllarda İtalya Başbakanı Massimo D’Alema’ya
yazılarında “maksimum dallama” diyecek düzeye inme yeteneğine
sahipti!
Hem sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletinin emrinde çalışıyor
olmak, “büyük” bir gazeteci açısından neden kötü bir şey gibi kabul
edilsin ki?
Sadece gazetecilik ahlakına uymaz, o kadar…
Zaten o yıllarda bunun yükselen kartvizit olduğu da kabul
ediliyordu:
-MİT Ajanı-gazeteci-yazar!