MİT açık konuştu: "Sen git, abin gelsin"

Selçuk Baymaz selcukbaymaz@internethaber.com

Hakan Fidan'ın öncülüğünde İmralı ile gerçekleşen müzakerelerin hız kazandığı günlerde, Malatya’dan Fidan’la ilgili bir haber gelmişti.

Habere göre; Suriye sınırında düşen Türk uçağında şehit olan Teğmen Hasan Hüseyin Aksoy’un yakınları, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da aralarında bulunduğu bazı kişiler hakkında “ihmal ve savaş kışkırtıcılığı” nedeniyle suç duyurusunda bulunmuştu.

Suç duyurusunun ardından, medyada bazı kalemlerce “yeni bir kapışma mı yaşanıyor?”  yada müzakerelere ilişkin  “birileri Fidan’a gözdağı mı vermeye çalışıyor?” iddiaları gündeme gelmişti.

Yalnız bu iddiaları dile getirenlerin unuttuğu bir şey vardı?

Söz konusu aile, anayasa m.125.’den aldıkları güçle çocuklarının ölümüne sebep olan olayın “sorumlularını”  bulmaya çalışıyorlardı.

Yani kullandıkları anayasal bir haktı. Ve ciğeri yanmış insanların verebileceği doğal bir refleks olarak anlaşılabilecek bir durumdu.

Ki olayın meydana geldiği günden beri Aksoy ailesi gibi bizler de hala “jetlerin neden ve nasıl düştüğüne dair” mantıklı ve tutarlı bir cevap alabilmiş değiliz.

Ortada tatmin edici bir açıklama yok.

Herhangi bir yanıt alınamadığı gibi, Aksoy ailesinin açtığı davaya karşılık MİT, Müsteşar Hakan Fidan hakkında soruşturma başlatan Malatya Cumhuriyet Savcıları ve ailenin avukatı Mehmet Katar hakkında “Planlı bir psikolojik harekâtın parçası olarak davrandığı ve savaş kışkırtıcılığı yaptığı” iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.

Yani kısaca “siz kim oluyorsunuz da MİT’e kafa tutuyorsunuz” dedi.

Ve palamarları koparıp oradan uzaklaşmak için güzel bir hamlede bulundu.

Hatırlayacağınız üzere, KCK davasında savcının Hakan Fidan’ı şüpheli sıfatıyla sorgulama girişiminde bulunması, yargı ile yürütmenin birbiriyle bilek güreşine tutuşmasıyla sonuçlanmıştı.

Ve yürütme gerekli yasal düzenlemeyi gerçekleştirdikten sonra, Fidan’ı yargı erkine karşı koruma altına almıştı.

"Teğmen Hasan Aksoy davası" ise, yürütme ve yargı arasındaki mücadelenin yeni  perdesidir diyebiliriz.

Şüphesiz Fidan, Türkiye için son derece stratejik görevleri olan bir makamı temsil ediyor. Yıpratma kampanyalarıyla en çok muhatap olunan bir görevi ifa etmeye çalışıyor.

Fakat tuhaf olan, hukukun üstünlüğü ilkesinin savunulduğu bir ülkede, MİT müsteşarı üzerinden açık açık bir güçler ayrılığı savaşının yaşanıyor olması ve tarafların birbirlerine taviz vermeden diş bilemeye çalışmalarıdır.

Öyle bir durumdayız ki, belirli durumlarda yürütme yargıya, yargı da yürütmeye güvenmiyor. Kendini koruyup kollayacak tedbirlere başvuruyor.

Aynı şekilde, muhalefet partileri de yargı bağımsızlığına şüphe ile bakıyor.

Yani toplumun farklı kesimlerini temsil eden partilerin, yargı erki ile olan ilişkilerinin içler acısı halini görebiliyorsunuzdur. 

Bu durum, anayasasında “…bir hukuk ülkesidir” yazan bir devlete hiç yakışmayan görüntülerdir.

Demokrasi, şeffaflık, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı gibi ilke ve değerlerle bağdaşamayacak hallerdir.

***   

Emin olun bu yaşananlardan sonra hiçbir savcı kolay kolay MİT müsteşarına karşı dava açamaz.

Hukuku işletmek istemez.

İşletse bile “bu işte kesin bir hinlik var” zannı altında kalmaktan ve dedikodularından kurtulamaz.

Hele ki KCK davasında Fidan için soruşturma izni almak isteyen iki savcının görevlerinden alındığını ve Malatya savcılarına MİT tarafından karşı dava açıldığını gördükten sonra hepten cesaretleri kırılacaktır.

Eğer siz hukuku, bir savaş aracı haline indirgerseniz;

çocukluktaki mahalle kavgalarında yaşandığı gibi, sadece abisi olan kazanır.

Bu da  “güçlünün” hukukunun egemen olması anlamına gelir.   

Böylelikle gerçekler ise, mazlumların suskunluklarının ardına gizlenir.

Ve kaybolur.