Mine Kırıkkanat ırkçı bir yazar mı?
Abone olRadikal yazarı Yıldırım Türker, aynı gazeteden Mine Kırıkkanat'ı fena haşladı. Türker, bugünkü yazısında Mine Kırıkkanat'ı isim vermeden 'ırkçı bir yazar' olarak niteled
Radikal Gazetesi'nde pazartesi günleri yazı yazan sYıldırım
Türker, aynı gazeteden Mine Kırıkkanat'ı fena halde haşladı.
Kırıkkanat'ı olarak nitelendiren Türker'in yazısı medya
dünyasında hayli tartışılacağa benziyor:
Yazı: Yıldırım Türker
Kaynak:
- 'İstanbul'da '40 yıl sonra yeniden' sloganıyla hayata geçirilen
ve geçtiğimiz ay şaşaalı bir törenle hizmete sokulan Caddebostan
Plajları'na halk büyük ilgi gösteriyor. Ancak yıllardır burada
oturanlar dertli mi dertli. Özellikle Caddebostan ile Fenerbahçe
arasında uzanan sahil bölümü sağlıklı yaşam için koşu, yürüyüş ve
diğer aktiviteleri yapan vatandaşlar için ayrı bir önem taşıyor.
Çünkü bu bölgede özel olarak hazırlanmış yürüyüş parkurları, özel
hocaların verdiği aerobik dersleri ve spor alanları bulunuyor.
Ancak plajların açılmasından sonra bu bölgede spor aktiviteleri
yapanların yerini, ortalık yerde soyunup giyinenler, sereserpe
güneşlenenler, hatta mangalla piknik yapanlar almaya başladı.
Özellikle Bağdat Caddesi, Caddebostan ve Fenerbahçe civarında
oturan vatandaşlar, bu manzarayı görmemek için plajın bulunduğu
bölgeye uğramaz oldular' diye başlıyordu geçtiğimiz çarşamba günü
Sabah gazetesinin haberi. Daha sonra 'ismini açıklamayan' bir
Caddebostanlının yakınmaları ve ismini açıklama konusunda sıkıntısı
olmayan yine Caddebostanlı (elli senesini burada geçirdiği de
belirtilerek) yüksek mimar Erkan Sözen'in uzmanlığını da
hissettiren görüşleri aktarılıyordu. Sözen, bütün eğitimli Türk
vatandaşları gibi sözlerine cebinden dünyayı çıkararak
başlıyor:
"Dünyanın bütün plajlarını görme fırsatım oldu. Hiçbir yerde bu
görüntülere rastlayamazsınız. İnsanlar belli bedeller ödeyerek
yaşıyorlar. Buranın bir tarzı var. Bu plaj ise buranın tarzına
uygun bir plaj değil. Nasıl ki Taksim Meydanı'na gecekondu
yapamazsanız, bu bölgeye de böyle bir plaj oluşturamazsınız"
diyesi. Haber burada sona eriyor. Öğreneceğimizi öğrendik. Türk
basınının hemen hemen bütün zaaflarını içinde toplayan örnek bir
haber. Gazetecilik taslayacak değilim. Gazeteci değilim. Ama bu
haberde beni rahatsız edenlerin üstünden birlikte geçebiliriz.
'Büyük ilgi gösteren halk', plajın amacına ulaştığını gösteriyor
diye bir oh çekmek üzereyken 'yıllardır burada oturanların dertli
mi dertli' olduğunu öğrenerek söz konusu halkın uzaklardan
geldiğini, yani dışarlıklı olduğunu anlıyoruz.
Daha sonra, bu bölgede yaşayanlardan vatandaş diye söz edilmesiyle
konunun halk ve vatandaşlar arasında cereyan eden bir anlaşmazlık
olduğuna vâkıf oluyoruz. Burada hitap edilen, biz, yani
vatandaşlardan olduğu kabul edilmiş gazete okuru. Dolayısıyla
konunun diğer muhatabı olan halktan da bir kişinin olsun burası
hakkında düşündüklerinin yansıtılmaması çok doğal. Biz, onlardan
yakınan türdeşlerimizin başına gelenlerden haberdar ediliyoruz.
Bizden beklenen, vahvahlanmamız. Elbisesiyle denize giren,
şambrelli türden birkaç kişinin buraya nasıl, nereden, hangi
koşullardan, nasıl hayatlardan geldiğine dair bir bilgi yerine
sayın mahalleli vatandaş mimarın yakın zamanlarda bizim de dünyada
pek sık işitir olduğumuz 'hayat tarzı' dersine yer vermek elbette
keskin bir ideolojinin yansıması. İnsanların belli bedeller
ödeyerek yaşadığı saptamasında o söz konusu edilen 'bedel'in para
anlamıyla kısıtlı olduğunu fark etmişsinizdir. Beyefendi, ücret
demek istiyor. Yoksa orada denizle tanışan halkın hayatta kalmak
için ödediği bedeller, biraz düşünse, mimar beyi uykusuz
bırakır.
Medya, 'biz'i saptayıp tescil etme konusunda elbette en militan
aygıt. Kara donlu halk, elbette gazetelerin okur profilinin dışında
kalıyor. Onları en gülünç halleriyle göstermek, onlardan çaresizlik
içinde yakınmak mubah. Bu arada onlarla aramıza gerili perdenin
günden güne yükseltildiğinin de farkındayız. Dünya sertleştikçe,
ırkçılık, elemecilik, dediğim dedikçilik yükselmeye geçtikçe,
'biz'im de güvenli tarafta, uygar beyaz dünyanın merkezinde değilse
de çalışkan kenarında kendimize yer tutmamız gerekiyor. 'Biz'im de
bizi Avrupalı bizden uzak tutan safraları bağrımızdan söküp atmamız
gerekiyor. Onlar hırsız, onlar pis kokuyor, onlar kaçak
gecekonducu, onlar intihar bombacısı, onlar sabıkalı, onlar
okumamış, onlar yememiş, onlar aç.
Irkçı yazar
'Bu gazetenin de neresi radikal?' diye şaşıra şaşıra bu gazeteden
vazgeçmeyen sebatlı ve umudu kavi okur, yine aynı çarşamba günü
belki de sorusuna cevap bulmuştur. Bir yazarımız, her zamanki
üslubunun epeyi pohpohlanıp şişirilmiş haliyle olağanüstü bir
radikallikle esip savuruyordu. O da yazısına cebine dünyayı
cebinden çıkararak başlıyordu elbet. "Dünyayı harmanlayan her Türk,
sanırım İstanbul Atatürk Havalimanı'yla gurur duyar"dı ilk cümlesi.
Havalimanı "Türkiye'nin 'Arap olmayan' yüzünü ağartıyor"muş.
Fransız arkadaşı bile belirtmiş. Ve fakat "Havalimanı'ndan
Türkiye'ye giriş yapan insan"ın karşılaştığı tüyler ürpertici
manzaralar keyif ve gururdan eser bırakmıyormuş. Yazara keşke
yamyam olsalar bile dedirten düşüklükte insanlar durmadan mangal
"yelliyor". "Geviş getirerek yatan" "kara halkımız kıçını döndüğü
deniz kenarında" balık pişiren tek aileye rastlayamazmışsınız.
Yazarın en olağünüstü cümlesi burada patlak veriyor: "Belki balık
sevseler, pişirmeyi bilseler, kirli beyaz atletleri ve paçalı
donlarıyla yatmazlar, hart hart kaşınmazlar, geviş getirip
geğirmezler, zaten bu kadar kalın, bu kadar kısa bacaklı, bu kadar
uzun kollu ve kıllarla kaplı da olmazlardı!"
Yazarın Kemalizm varaklı çerçevesi içinde sergilediği ırkçılıkla
tanışlığımız var. Ama bu kadar cüretkâr bir dille hissiyatını
ortaya döküvermesinin altında aramamız gereken, kanımca dünyanın şu
halinin kendini haklı çıkardığını hissetmenin verdiği özgüven olsa
gerek. Tam zamanıdır. Vurun abalıya.
Yaşadığı ülkede bu rahatlıkla Le Pen'in risalelerinde bile
kullanılmasına izin verilmeyecek fütursuzlukta yazabilen, ince,
uzun bacaklı, kısa kollu ve kılsız olduğunu anladığımız balıksever
yazar, Sabah'ın haberindeki açıklardan birini dolduruyor. Adres
veriyor: "Ümraniye plaja indi". "Tesettür anaları" ile "irili
ufaklı danaları" oradan geliyorlarmış meğer.
Yazar, hunharca karikatürleştirdiği aç sınıf karşısında kendisinden
de bir karikatür çıkarıyor. Eski Türk filmlerinin kötü kalpli Lale
Belkıs'ı olarak, neredeyse gülünç kibrinin, küstahlığının, sonunda
başından bir kova su dökülerek ya da en beklemediği anda delikanlı
şamarı yiyerek cezası verileceğini bildiğimizden gönül rahatlığıyla
izlediğimiz bir masal cadısını canlandırıyor. Sami Hazinses, Necdet
Tosun, Suna Pekuysal
gibi erken devşirilmiş, iyiliğin doğal müttefiki olan kölelerin
gözleri önünde köşke yeni gelmiş uzak akraba kıza, taşralıya
işkence ediyor. Edepsizliği öylesine gemlenemez ki, mangaldan
yakınırken kendi dili kuyruk yağı kokuyor.
Türk ırkının Kemalist yorumlu ıslahı projesinin öncülerinden olmaya
niyetli görünen yazarı okuruna emanet ediyorum.
Şükür, derdimiz onunla değil, temsil ettiğiyle.
İnsanları kolları bacakları, donları paçaları, renkleri ciltleriyle
işaret ederek onları aşağılık, iğrenç, baş belası ilan etmenin
meşru bir dile dönüşmesine karşı uyanık olmalıyız. Bu konuda
umursamaz olan herkesin sonunda Arap olma ihtimalini bir an olsun
unutmamalı.
Estetik duyguları harap olan bay ve bayanlara gelince. Yürüyüş
parkurlarını, açıkta aerobik derslerini de nasılsa filmlerde
görmüştük. Yanıbaşınızda zulüm görmüş bir aç ordusuyla yaşarken
tokluğunuzun keyfini sınırsız çıkarabilme umudundan bir an önce
vazgeçin. Tarih, hayat, adalet buna izin vermez.