Bismillahirrahmanirrahim
Ankara’da vakit geçirecek yer yok.
İki seçenek var. Şehir ya çalışıyor ya
da kokoreç yiyor.
Cumhurbaşkanlığı külliyesindeki Millet
Kütüphanesine girince Heri Potır’daki sihir bakanlığına girmiş gibi
olduk.
Çok ilgi çekici bir bina.
Üzerinde düşünülmüş, taşınılmış ve bir
kütüphane nasıl olmalı sorusu sorulmuş.
Sıra buldun gir…
Önce köyden indim şehre misali ağzımız
açık kütüphane binasını temaşa ettik.
Baktım gençler bir kapının önünde sıra
olmuşlar.
Bunlar durup dururken sıraya girmez.
Mutlaka vardır bir hikmeti, diye düşündük.
Geçtik biz de çoluk çocuk sıraya.
Hanım “Biz neyin sırasına durduk” diye
soruyor.
Bilmiyorum ama kesin bedava ve faydalı
bir şeydir, deyip konuyu kapattık.
Bir müddet sonra çorba sırasında
olduğumuz anlaşıldı.
İstediğin kadar ekmek ve bir tas çorba
veriyorlar.
Ekseriyeti lise sonlarda ve üniversite
öğrencileri olan çorbacılardan bazıları yanlarında sefer tası da
getirmiş.
Dolmalar börekler masalara açılmış,
yanına bir tas da tarhana.
Bebeler karınlarını doyuruyor.
Çorbanın üzerine isteyen makinalardan
gidip bedava çay da alabilir.
Yani bir genç sabah çalışmak için
evden çıkıp millet kütüphanesine gelse öğle yemeğinde çorbasını
içip işine bakabilir.
Üstelik çorba son derece
lezzetliydi.
Utanmasam sıraya girip bir tas daha
alacaktım ama şimdi “Bebelerden birisine yetmez metmez neme lazım
idare edelim” dedim geçtim oturdum yerime.
Kütüphanede ortam sıcaklığı, ışık,
duvar boyaları her şey mükemmelen düşünülmüş.
Kitaplardan haber ver
Hoca!
Bu fakirin kitapları varsa bu
kütüphanede bulunmayacak kitap yoktur.
Ayrıca kitap restorasyonu, çocuklar,
gençler, bilim adamları için de birçok farklı mekân ve salon
var.
Gençler gençler bizim
gençler
Bütün masalar doluydu.
Herkes çalışıyordu.
Ortamın havası öyle güzel ayarlanmıştı
ki ne üşüdük ne de terledik.
Ben ya bedava çorba sırasındaydım ya
da makinaların önünde kahve sırasında.
Şimdi bildiğim kadarıyla CE-HA-PE
partisinin hazineden aldığı paralar var bir de İş Bankasının
birtakım hisseleri bu partide.
Kursunlar kardeşim bir tane millet
kütüphanesi. Şimdikinin yarısı kadar olsa ona da razıyım.
Dağıtsınlar çayını çorbasını
bebelere.
Bakalım günlük ne kadar elektrik
parası gidiyor, çaya çorbaya ne harcanıyor.
Bıdı bıdı konuşması kolay.
Bu arkadaşların memlekete çaktığı bir
tane çivi var mı?
Konuştukları zaman da boş
konuşuyorlar, ona yanıyorum.
Lafın özü
Keşke bu kütüphanede geçen bir film
yapılabilseydi.
Şimdi adam gitmiş, çayını çorbasını
içmiş, aklına da gele gele film çekmek gelmiş, diyeceksiniz.
Ama bazı şehirleri ve taşınmazları
anlatmanın en güzel yolu sinema!
İnsanlar hikâyeleri seviyor!
Ne Ankara’nın ne İstanbul’un ne de
dünyaya gösterilmesi gereken farklı bir Türkiye’nin filmi var.
Mesela Vudi Elın’ın “Pariste Gece
Yarısı” filmi, hikâyesinin içinde şehri anlatır. Aynı yönetmenin
çektiği “Roma’ya Sevgilerle” hikâyesini anlatırken Roma’yı
gösterir.
Biz nedense böyle şeyler
yapmıyoruz.
Günlerden Bir Gün
Ankara’da
Başkentimizde geçecek bir filmde
-Mümkünse Kurtlar Vadisi Tarhana Çorbası olmasın- Millet
Kütüphanesinde çekilecek iki üç sahne bile yeterdi. Ezcümle
İstanbul’un ve Ankara’nın başrolde olacağı sinemaya ihtiyaç
var.
Son Söz: Millet Kütüphanesinde çalışan
özverili personeli tebrik ediyorum. Çok nazik ve işlerini severek
yapan insanlar oldukları belliydi.
Bir de fotoğrafları hayat arkadaşımız,
diğer yarımız çekti -Her ihtimale karşı önlemimi alayım- kendisine
çok teşekkür ediyorum.
Asıl Son
Söz:
Sadakalarınızı, kendilerini
Allah yoluna adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip
dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı,
bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden
tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden birşey de isteyemezler. Ne
türden bir iyilik yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu bilir.
Bakara-273