Mikrofonda 50 yıl: Halit Kıvanç
Abone olBu yıl spikerlikteki 50. yılını kutlayan Halit Kıvanç, Türkiye’de maç spikerliğinin başlangıcını ve türlü imkansızlıklarla aktardıkları karşılaşmaları anlattı.
Türkiye radyolarında maç yayınları, beyazcamın olmadığı günlerde
futbolseverlerin en önemli bilgi kaynağıydı. Stadyuma gitmeyince
futbolcuları görme imkanı da olmadığından dinleyiciler için
spikerin yorumu asla tartışılmazdı. İLK MAÇ YAYINI 1934’TE
Türkiye’de gerçekte ilk maç yayını 20 Temmuz 1934 günü Kadıköy’de
Fenerbahçe Stadı’nda yapılmış. Radyonun spikerlerinden Eşref Şefik
beyin spora merakı dolayısıyla ona “sen anlat” demişler. O da
başlamış. Yani Türkiye’de tam 70 yıldır radyolardan maç
anlatılıyor. 70 yılın yaklaşık 50’sine mikrofon başında tanıklık
eden Halit Kıvanç, spor karşılaşmalarının radyodan anlatılmaya
başlanmasının Türkiye’de önemli bir iletişim devrimi olduğunu
söylüyor: “Eşref Şefik, hem yazardı, hem spikerdi. Spordaki bilgisi
ve spikerlikteki yeteneği, bu ilk maç spikerliği görevini
üstlenmesinin başlıca nedenleriydi. Ancak Eşref Hoca, bu işin fazla
gönüllüsü değildi. İlerleyen yıllarda güreş ve boks naklen
yayınlarında da spikerlik yapmayı daha çok sevecekti. Aslında
kendine özgü anlatımıyla Eşref Şefik, ağzından bal damlayan bir
konuşmacıydı. Eşref Şefik Usta’yı dinlemek için radyo başına
geçenler olurdu. Bir de naklen yayınlarda mikrofonun yanında sütle
dolu bardağı durur, zaman zaman “Hele şu sütümü içeyim” derdi.
Bazen güreş ya da boks maçlarında tribünlerden “Eşreef Ağabey,
sütünü iç!” diye tempo tutan muzip gençlere rastlandığı olurdu. 70
yılın yaklaşık 50’sine mikrofon başında tanıklık eden Halit Kıvanç,
spor karşılaşmalarının radyodan anlatılmaya başlanmasının
Türkiye’de önemli bir iletişim devrimi olduğunu söylüyor. Ama dedim
ya, Eşref Hoca, futbol spikerliğine devamı pek arzulamıyordu. Onun
yerine bulunan maç spikeri, bu alanda öncü olarak tarihimizdeki
yerini alacak Sait Çelebi idi. Sait Çelebi aslında bu işin
yabancısı sayılmazdı. Çünkü kaç zamandır güreş müsabakalarını
radyoda naklediyordu. Organize ettiği güreş karşılaşmalarının
radyoda naklen yayın spikerliğini de kendisi yapıyordu. Sait
Çelebi, maç nakillerinde de tribünde bulunan eşine dostuna takılır,
onlarla sohbet ederdi. Bu sohbeti radyoları başındaki yüzbinler de
dinlerdi. Bugün için böyle bir uygulama yadırganır, hatta
eleştirilir. Ne var ki, o günlerde bu biçim naklen yayınlar,
aslında sporu ve spor yayınını sevdirmek gibi bir hizmet görmüştü.
Sait Çelebi yıllarca sadece futbol değil, bir çok spor dalında
naklen yayın spikerliği yapmış, pek çok dinleyiciyi radyo başına
çekmişti. Maç spikerliğine başladığım sırada bu alanda ün yapmış
iki büyük isim vardı: Sulhi Garan ve Muvakkar Ekrem Talu... İkisi
de saydığım meslek büyüklerimdi. İyi dostlarımdı. Sulhi Garan’la
spor yazarlığındaki ilk duraklarımdan Şut Dergisi’nde ve daha sonra
da gazetelerde birlikte çalışmıştık.” ”1956’DA MOSKOVA’DA BAŞLADIM”
Halit Kıvanç'ın futbol karşılaşmalarını anlatmaya başlaması,
tamamen bir tesadüften ibaretmiş. Kıvanç'a bu işin duayeni olma
fırsatını, 1956’da basın mensubu olarak gittiği Sovyetler
Birliği’nde anlattığı Fenerbahçe-Dinamo Moskova maçı vermiş. 1955
yılında ‘radyoculuğa’ başlayan Halit Kıvanç kendisinin futbol
karşılaşmalarını anlatmaya başlamasının ise tamamen bir tesadüften
ibaret olduğunu aktardı. Kıvanç 1956’da basın mensubu olarak
gittiği Sovyetler Birliği’nde geçmiş maç mikrofonunun başına:
“Fenerbahçe’nin Moskova’da Dinamo takımıyla yapacağı özel maç
Moskova Radyosu’nun Türkçe yayını vasıtasıyla Türkiye’ye
iletiliyor. Spikerlik görevini üstlenen Niyazi Sel, bu işin
yabancısı değil. Fenerbahçe’nin ve Milli Takım’ın eski
sağaçıklarından, çağının yıldız futbolcusu Niyazi Sel, İstanbul
Radyosu’nda çalıştığı için mikrofona yakınlığı var. İşte Niyazi
Ağabey maçtan önce, beni kenara çekiyor: -Halit, diyor, maç
yayınında kulübeye birlikte girelim. Ben maçın iki devresi arasında
yönetici olarak soyunma odasına gitmek zorundayım. Büyük Fikret’le
teknik konuşma yapmalıyız. Onun için sen iki devre arasında
mikrofonda konuşur, ilk yarının kritiğini yaparsın, seyahatimizden
bahsedersin. Nasılsa radyoda eğlence programlarında mikrofon
karşısına geçtiğin için bu işi kıvırırsın. Ben ikinci devre
başlarken yetişirim. “NİYAZİ AĞABEY GELMEYİNCE...” Niyazi Ağabey
ilk devreyi anlattıklatan sonra mikrofona geçtim. Devre arası
böylece geçti ama niyazi Ağabey gelmedi. İkinci devre başlıyor
bile. Çare yok, konuşmaya devam edeceğim. Nasılsa gelir Niyazi
ağabey, durumu kurtarır. Hele ben şu takımların çıkışını filan
söyleyeyim de... Anlatacağım, başka çare yok. Başımı sık sık arkaya
döndürüyorum, Niyazi Ağabey kapıdan girdi mi diye. Fakat yok!
Yanımda, Moskova Radyosu’nun yardımcı olarak verdiği Türkçe bilen
Rus spiker... İşaretle ona anlatmaya çalışıyorum derdimi. O ise
eliyle “İyi”, “Güzel” gibi işaretler etmekle yetiniyor. 1-0 yenik
Fenerbahçe. İlk yarıda yediği bir penaltı golüyle... Niyazi Ağabey
gelecek diye beklerken, beklemediğimiz ikinci gol geliyor. Derken
üçüncüsü. Eyvah!.. Bir bozgunu mu anlatacağım yoksa? Artık bu maç
böyle biter diye düşünürken... Son dakikalarda Fenerbahçeliler
atakta. Anlatıyorum: Halit Kıvanç teknolojinin bir spor
karşılaşmasının anlatımında büyük farklar yaratabileceğini söylüyor
ve spikerliğinin ilk yıllarında maçları 'zor' şartlarda
anlattıklarını vurguluyor. “Fenerbahçe akını soldan. Can. Daldı
topla. Ceza laanında Can Bartu, yerde. Fena düşürüldü. Gerçek
penaltı bu işte. Ve çalıyor Finlandiyalı hakem. Hakem Karni penaltı
noktasını gösteriyor. Kalede Yaşin. Futbol dünyasının büyük
kalecisi Yaşin. Hiç değilse bu penaltıyı gole çevirsek de. Bir
şeref sayısı kazansak... Bizim Mehmetçik Basri gerildi. Vurdu. Gol
gol gol. Top ağlarda... Ve maç bitiyor. 3-1’lik yenilgiye karşın
sevinçliyim. Maç anlattım. Üstelik gol anlattım. O sevinç içinde,
artık Niyazi Ağabeyi filan unutmuşum. Konuşmaya devame idyorum
mikrofon başında: “Sevgili dinleyiciler. Fenerbahçe ikinci maçını
13 haziran Çarşamba günü Leningrad’da Zenith takımıla yapacak. İyi
akşamlar dileğiyle hoşçakalın...” Arkamı dönüyorum: Niyazi Sel
ayakta, gülüyor. “Nerede kaldın, Niyazi Ağabey?” diye adeta
çıkışıyorum, “Hani ikinci devre başlarken yetişecektin?” Niyazi Sel
gülmesine devam ediyor: “Halitçiğim” diyor, “yetiştim. Yetişmesine
yetiştim ama baktım ki, kaptırmışsın kendini. Gayet iyi de
anlatıyordun. Hiç bozmadım keyfini. Sessizce çıktım dışarı.
Mikrofonu sahiplenişin öylesine hoşuma gittiği için...” “TEKNOLOJİ
ÇOK ÖNEMLİ” Kıvanç teknolojinin bir spor karşılaşmasının
anlatımında dahi nasıl büyük farklar yaratabileceğini anlatmak
içinse kendi tecrübelerinden örnekler veriyor: “Antrenman haberleri
filan, yok öyle şey. Çok önemli bir şey varsa, bu hafta büyük ezeli
rakipler çarpışacak. O zaman antrenmanların günü vardı. Gazeteciler
derdi ki, yahu Salı günü Fener’in antrenmanı 2’deydi değil mi?
Beşiktaş’ın Çarşamba, Cuma... Hatfa iki gün, üç gün antrenman
yapılır, futbolcuların hepsinin işi gücü vardı. O zaman her yere
uçak yok. Hafta iki gün, üç uçak olanlar var. Ben, bir gün önce
gidiyorum, o şehirde kalıyorum. Ertesi gün maç oynanıyor. Daha
ertesi gün, uçak var... Zaten bir şehirde, hava muhalefeti oluyor,
iki üç kalıyoruz. Uçak gidemedi mi, araba tutup gidiyoruz. Ben,
mesela küçük dürbün almıştım, maçlarda iyi göreyim, diye. Yani, çok
yardımsız, çok zordu. Yalnız başka avantajlar... Maçtan önce
soyunma odalarına girerdik, futbolcularla konuşurduk. Ben,
gelirdim, filancanın beli ağrıyor, ama ona rağmen oynayacak lafını
birinci ağızdan söylerdim. Bu çok önemli bir şey... Biz, bir
kulübeye ya termosla sıcak çay götürürüz. Yanında bir şey
yiyeceksin, kapının önünden simit filan alır gireriz. Konfor filan
yok. Bir radyo açılır, yanımızda teknisyenle maç naklen yayını
başlar. Sonra ben Avrupa’da gittim, gördüm, geldim, söyledim,
yönetim kuruluna başvurdum. Avrupa, aynı anda iki-üç maç anlatıyor,
dedim. Ve Avrupa’da iki-üç maç olayını ciddiye alan yönetim kurulu
konuştu ve bu iş gerçekleşti. İlk hafta biz İstanbul’da ve
Ankara’da iki maç anlattık. Fakat bazı gazetelerde aleyhte yazı
çıktı. Bana ne kardeşim. Ankara’daki bilmem ne maçından diye buna
karşı olan tavırlar oldu. Anadolu’da maç anlatmaya başladık.
İstanbul’un dışında Ankara vardı. İzmir vardı... Diğer şehirlerde
çok zordu. Halkın içinden anlatırdık.” HALİT KIVANÇ'IN 50 YIL
GALASI Radyo spikerliğinin duayenleri arasında yer alan Halit
Kıvanç, 50 yılını 4 Nisan Pazartesi günü Lütfi Kırdar Kongre
Salonu'ndaki özel Gala Gecesi ile kutluyor. Gecede sahne alacak
sanatçılar arasında Ahmet Özhan, Ajda Pekkan, Alagöz Kardeşler, Ali
Kırca, Ali Kocatepe, Aşkın Nur Yengi, Beyazıt Öztürk, Cem Davran,
Cem Yılmaz, Çiğdem Tunç, Demet Akbağ, Ebru Akel, Emel Sayın, Erkan
Yolaç, Erol Evgin, Esra Ceyhan, Fatih Erkoç, Füsun Önal,
Gazanfer-Gönül Ülkü, Göksel Kortay, Gülben Ergen, Hakan Peker,
Hülya Koçyiğit, İbrahim Tatlıses, İclal Aydın, İstanbul Gelişim
Orkestrası, İzzet Öz, Korhan Abay, Metin Uca, Müjdat Gezen, Neco,
Nevra-Metin Serezli, Nilüfer, Nurhan Damcıoğlu, Nükhet Duru, Sezen
Aksu, Sezen Cumhur Önal, Süheyl-Behzat Uygur, Türkan Şoray, Uğur
Dündar, Yılmaz Erdoğan, Zerrin Özer bulunuyor Söyleşi: Kansu Şarman
Kaynak: www.ntvmsnbc.com