Mide bulandıran yazarlar
Abone ol‘Mankenler, şarkıcılar, sarışın ve esmer bombalar köşe yazarı yapıldı. Birileriyle yatarak yazar olanlar var" diyen Emin Çölaşan'ın sözleri olay yaratacak!
Star'dan Ersin Yılancı ile konuşan Emin Çölaşan'ın sözleri,
birçok meslektaşını kızdıracak:
EN son çıkardığı ‘Şu Benim Gazetecilik, Yaşadıklarım’ adlı kitabı
hakkında konuştuğumuz Emin Çölaşan basının gidişatından hiç de
memnun değil: ‘Oturduğum sandalyeden baktığım zaman durumu son
derece vahim görüyorum. Basında çok açık bir çöküş var. Kitabımdaki
bazı mesajlarda zaten basındaki bu çöküşü belgeliyor. Bu kitabı bir
yerde de onun için yazdım’ diyor. İşte Çölaşan’a sorularımız ve
verdiği cevaplar:
28 yıldır okuyucunuzla kurduğunuz köprüyü bir anı kitabı olarak
karşımıza çıkardınız. Kitapta asıl kahraman sizden çok
okuyucularınız. Böyle bir anı fotoğrafına neden gerek duydunuz?
Çoğunlukla hiç tanımadığınız insanlarla çok ilginç anılar
yaşıyorsunuz. Bunlar hep renkli anılar; acı, komik, tatlı. Bu
anıları yazmak hep aklımdaydı. Çünkü gazeteci içine kapanık bir
insan olmamalı. Benim konumumdaki bir insan dışa da açık olmalı.
Her arayanla olmasa da okuyucusuyla arasındaki bağı sürdürmeli.
‘Okuyucu bana saygı duyuyor’
Kitabınızda da belirttiğiniz gibi, ‘Çölaşan, çok sert, acımasız,
asık suratlı’ bir insan olarak bilinir. Açıkçası kimi yazarlar gibi
çok renkli yazılar yazmazsınız. Ama buna rağmen okuyucunuzla
aranızda sıcak bir bağ kurduğunuz anlaşılıyor. Bunu nasıl
başardınız?
Yazılarımı içtenlikle yazmama bağlıyorum bunu. Okuyucu da, ‘Emin
Çölaşan düzgün bir adam, yalan yazmaz, bizi kandırmaz’ gibi bir
izlenim doğmuş anlaşılan. Böyle olunca da okuyucu saygı duyuyor,
seviyor ve kendisine yakın görüyor.
Dürüstlüğünüz mü prim yapıyor?
Okuyucu seni, yazdıkların ve cesaretin nedeniyle hem takdir ediyor,
hem de seni kendinden bir parça olarak görmeye başlıyor. Tabii bu
her köşe yazarı için geçerli birşey değil. Ben öyle yazarlar
biliyorum ki okuyucusundan günde bir tane bile mektup gelmez. Bana
tomarla geliyor.
‘Gazeteciler sadece seyrediyor’
Araştırmacı-gazeteci tipi son yıllarda pek kalmadı gibi. Artık daha
çok televoleci-gazeteciler rağbet görüyor. Meslektaşlarınız
arasında kendinizi giderek yalnız hissetmiyor musunuz?
Bizim gibi gazeteciler, Türk basınında sayısı giderek azalan, ender
süs bitkilerine dönüştü. Bu çok acı. Mesela ben bu sözleri 10 yıl
önce duysaydım, ‘Ah be abi, bir tek sen kaldın’ deseydin, gurur
duyardım. Şimdi korkunç üzülüyorum. Çünkü elinde kalem olan
kişilerin Türkiye’de olan olumsuz olaylara karşı çıkması gerekir.
Ama karşı çıkmak yerine çoğu seyretmeyi yeğliyor.
Niye?
Ya gazetenin politikası öyle, ya da arkadaşlarımızın kendi
korkaklığı. O yüzden tabi sen gazeteci olarak azınlıkta kalıyorsun.
Ama azınlıkta kalmanın da onurunu yaşıyorsun, o da madalyonun öbür
yüzü.
‘Bir gecede köşe yazarı oluyor’
Türk basınındaki bu dejenerasyonu neye bağlıyorsunuz? 70’lerdeki
idealist gazeteci tipinden sizin deyiminizle ‘iş bitirici
gazetecilere’ nasıl gelindi?
İş bitiricilik birkaç yıl önce daha yaygındı. Şimdi televole
kültürü hakim. Ama en vahimi gazeteciler korkak oldu. Özellikle
köşe yazarları. Bir bakıyorsun adam gazeteye bir gecede torpille
köşe yazarı yapılmış, paraşütle inivermiş. Mankenler, şarkıcılar,
sarışın ve esmer bombalar. Bunların bir kısmı yatak ilişkileriyle
bulundukları noktaya gelmiş. Onun dışındakiler de torpilliler.
Eskiden birisinin bir gazetede köşe yazarı olması ciddi bir işti.
Tırnakla kazıya kazıya o noktaya gelinirdi.
Peki yazdıkları?
O daha da felaket. Bu yollarla yazar olanlardan nasıl iyi bir yazı
beklenir ki? Sevgilileriyle olan ilişkilerini, hangi otel ve
restoranın kendilerini nasıl beleş ağırladığını, hangi ünlü kulüpte
kafayı çektiklerini yazar, bedava yiyip-içmenin karşılığını ise o
yerlerin telefonunu yazarak verirler. Beleşçiliğin adı yazarlık
olmuş.
Hıncal Uluç ve Fatih Altaylı’ya taş
Evet, hatta bazılarının seks hayatını bile yazılarından takip
ediyoruz!
İşte bu söylediğinin son örneği kaç gündür manşetlerde, televizyon
ana haberlerinde boy gösteriyor. Adam, kendisinden iki karış uzun
sevgilisiyle ortaya çıkıyor. Hatta bu tür yazarlar beleş davetler
yüzünden birbirleriyle bile kapışıyor. ‘Yok beni 100 bin değil 500
bin dolarlık arabalarla taşıdılar’ gibi. Böyle cıcık cıvık
çatışmalar. Bu korkunç bir şey, mide bulandırıcı bir olay.
Peki gazete patronları daha çok bu tür yazarları mı
yeğliyorlar?
Patronlar açısından birşey söyleyemem. Çünkü benim hiçbir patronla
muhabbetim yok. Ama ben kendi oturduğum sandalyeden baktığım zaman
durumu son derece vahim görüyorum. Basında çok açık bir çöküş
var.
‘Ben de aynı şeyi yapardım’
Kitabınızda yer verdiğiniz ilginç anılardan birisi de Hattatların
size rüşvet imasında bulunması. Size rüşvet teklif edememişler ama
Milliyet o rüşveti reklam yoluyla kabul etmiş. Hem de merhum Abdi
İpekçi’nin yönettiği Milliyet?
O anıyı özellikle yazdım. Amacım İpekçi’yi küçültmek değil. O günkü
ekonomik kriz döneminde İpekçi’nin yerinde ben olsam belki aynı
şeyi ben de yapardım. Çünkü gazete 5 kuruşa muhtaç, ilan sıfır,
ekonomi çökmüş ve bir kuruluş benim haberimi yayınlamamak
karşılığında gazeteye bir gün yarım sayfa, bir günde tam sayfa ilan
veriyor.
Gazetelerin bu tür rüşvet ilişkisi bugün nasıl?
Kesinlikle daha kötü. Reklam karşılığı her türlü dolap bugün daha
çok var.
Basında kartelleşme?
Var tabi. Çok uzun olacağı için o konulara ayrıntılarıyla girmek
istemiyorum ama basının gidişatından memnun değilim.
‘Beni 2.5-3 milyon kişi okuyor’
Okuyucu sizden memnunda acaba Çölaşan okuyucusundan memnun mu?
Gayet tabi. Ama her okuyucu benden memnun değil. Beni internet
dahil hergün 2.5-3 milyon kişi okuyor. Bunun içinde şeriatçılar,
hırsızlar, bölücüler, vurguncular, hortumcular ve onlar gibi
düşünenler de var. Onlar benden memnun olamaz.
Bazen, ‘şu yazının dozunu fazla kaçırmışım’ dediğiniz olmuyor
mu?
Olmaz çünkü her yazımı geçmeden önce 3-4 kere okurum. Okurken
düzeltmek, yazmaktan daha çok zamanımı alır.
‘Kapıştıklarımı mat ettim’
Bazı isimlerle yaşadığınız polemikler adeta klasik oldu. Çölaşan
deyince bu polemikler akıldan çıkmaz. Kavgayı seviyor musunuz?
Evet bazılarıyla ciddi polemikler yaşadım ama bunların hiçbirisi
magazin boyutunda değil. Avantacılık, rüşvet, şantaj boyutunda
yaşanmadı. Siyasi konularda bir takım kişilerle tabii ki kapıştım.
Bu da son derece doğaldır. Kapıştıklarımın çoğunu da mat
etmişimdir.