MHP'nin 12 Eylül temizliği
Abone olTürkeş, kurmay subaylık yapmış bir isimdi. Yurtta uygulanacak bir sokağa çıkma yasağı ve genel aramanın ne anlama geleceğini çok iyi biliyordu ve emrini verdi...
Emin Pazarncı Dünden Bugüne Tercüman gazetesinde devam ettirdiği
'sırlarıyla Ülkücü Hareket' yazı dizisinin bugünkü bölümünde
Türkeş'in 12 Eylül stratejisini kaleme aldı: "Daha o günlerde,
Türkiye çapında sokağa çıkma yasağının getirileceği ve genel
aramaların yapılacağı dilden dile dolaşıyordu. Alparslan Türkeş,
orduda ihtilallerin içinde bulunmuş, kurmay subaylık yapmış bir
isimdi. Türkiye çapında uygulanacak bir sokağa çıkma yasağı ve
genel aramanın ne anlama geleceğini rahatlıkla çözebilecek
konumdaydı. Buna rağmen, kimseye "İhtilal geliyor" demedi. Sadece,
gençlik teşkilatlarından "tedbir almalarını" istedi. Ülkü Ocakları
Genel Merkezi'nin "hassas evrakları" başka yere taşındı. Hemen,
Bahçelievler'deki MHP Genel Merkez Binası'nın kalorifer kazanı
devreye sokuldu. İçeride günlerce evrak yakıldı. İmha edilemeyen
evraklar da toplanarak, çatı katına saklandı. İlginçtir, bu
evraklar, İhtilal sonrasındaki aramalarda bile bulunamadı. Ülkücü
kuruluşların evraklarını saklayanlar arasında Ömer ve Aysel İzgi
çifti de vardı. Ömer İzgi, 57. Hükümet döneminde Meclis Başkanı
seçildi. "ATATÜRKÇÜ İHTİLAL GELİYOR" İhtilalden bir gün önceydi.
Saat 19:00 sıralarında Alparslan Türkeş'in aracı Oran Şehri yolunda
üç kişilik bir asker grubu tarafından çevrildi. Tabip Binbaşı
Mehmet Ünlü, Alparslan Türkeş'in aracına bindi ve beklenen haberi
verdi: - Bu gece ihtilal olacak. Türkeş, hiçbir şeyden habersizmiş
gibi davrandı. Oysa, bu haberi ilk defa duymuş olamazdı. Hep
birlikte Türkeş'in Oran Şehri'ndeki evine gidildi ve orada
değerlendirmeler yapıldı. Türkeş sordu: - Sizce ne yapalım? Mehmet
Ünlü, "Sizin tedbiriniz vardır" dedi: - Öncelikle şunu söyleyelim,
bu harekat size karşı yapılmıyor. Sol bir darbe değil. Emir-komuta
zinciri içinde gerçekleşecek. Bu, Atatürkçü bir ihtilal olacak.
Ancak, tedbir olarak birkaç gün ortalıkta görünmemekte yarar var.
Türkeş, gerekli tedbirleri aldı. 12 Eylül Harekatı'nın ardından
bütün siyasi parti liderleri gözaltına alınmasına rağmen, O
bulunamadı. Alparslan Türkeş ihtilalin ilk günleri, daha sonra
Turgut Özal'ın ilk kabinesinde bakanlık koltuğuna oturacak olan
Halil Şıvgın'ın evinde saklandı. Bu süre içinde Türkeş'e Milli
Güvenlik Konseyi tarafından "teslim ol" çağrıları yapıldı. "Karşı
darbe" söylentileri yayıldı. Oysa, Türkeş sadece oturuyor ve
gelişmeleri izliyordu. Makul bir süre bekledikten ve durumdan emin
olduktan sonra, Kader Sokak'taki evine geçerek, Ankara Sıkıyönetim
Komutanlığı'nı aradı: - Ben Alparslan Türkeş. Kader Sokak'teki
evimdeyim. Sizi bekliyorum. Ve gözaltına alındı. MHP'DEKİ SİLAHLAR
Türkeş'e, çok öncesinden ihtilalin sinyalleri gelmişti. Ordu
yönetime el koymadan saatler önce Binbaşı Mehmet Ünlü tarafından
kendisine net bilgiler de verilmişti. Gerekli her türlü tedbir
alınmıştı. Buna rağmen, ihtilal gecesi yapılan aramada, MHP Genel
Merkezi'nde bazı silahlar ele geçirildi. Olacak iş değildi!
Alparslan Türkeş, aradan aylar geçtikten sonra bu silahların bir
"komplo" neticesinde MHP Genel Merkezi'nde bulunduğunu
söyleyecekti. Çünkü MHP Genel Merkezi, ihtilal günü bazı polis
timleri tarafından illegal bir şekilde aranmış ve talan edilmişti.
İlginçtir, daha sonra Dev-Yol Davası sanıkları arasında isimleri
geçen bazı polisler de oradaydı. Ancak, arama tutanaklarında bu
polislerin isimleri yoktu. Ayrıca, dönemin Ankara Sıkıyönetim
Komutanı Recep Ergun da daha sonra MHP Genel Merkezi'nin aranması
için emir vermediğini net bir dille açıklayacaktı. Genel Merkez,
yetkisiz şahıslar tarafından basılmış ve arama yapılmıştı. Türkeş,
12 Eylül Mahkemesi'nde yaptığı savunmada, Genel Merkez'deki aramada
bulunan emniyet mensubu Zeki Kaman'la ilgili olarak şu bilgileri
veriyordu: - Bu Zeki Kaman kimdir? Bu Zeki Kaman, jandarma
alayından, jandarma alayının gizli dosyalarından, çok gizli evrakı
alarak, Dev-Yol mensuplarına vermiş olan kişidir. Bu kişiyi
savcılık, bizim davada sanıklara işkence yapmak, tahkikat yapmakla
da görevlendirmiştir. Bunlar, 12 Eylül akşamı da Genel Merkez'e
gelmişler, daha savcılar heyeti sabahleyin arama yapmadan önce,
Genel Merkez'de arama yapmışlar, orada bulunan gençleri almışlar,
götürmüşler, ortalığı karıştırmışlardır. "BUNLARA DESTEK VERMEYİN"
Türkeş, teslim olduktan sonra Uzunada'ya götürüldü. Yurt içindeki
Ülkücüler darmadağınıktı. Bir kısmı gözaltına alınmış, bazıları da
"kaçak" durumuna düşmüşlerdi. Sadece yurt dışındaki teşkilatlar
ayaktaydı ve onlar faaliyet gösterebiliyorlardı. Ülkücü Köylüler
Derneği Genel Başkanı Bahattin Ergezer, o günlerde gelişmeleri
Almanya'dan izliyordu. Alparslan Türkeş'in, Uzunada'ya
götürüldüğünü öğrenir öğrenmez telefona sarıldı. "Görüşemesem bile
en azından belki notum iletilir" diye düşündü. Karşısına çıkan
askere ümitsiz bir ses tonuyla "Alparslan Türkeş'le görüşmek
istiyorum" dedi. Asker, bir süre bekledi... Belli ki,
komutanlarıyla görüşüyordu. Ardından cızırtılar ve tıkırtılar
gelmeye başladı. Herhalde gerekli dinleme düzeni de kuruldu.
Santraldaki asker tekrar sordu: - Siz kimsiniz? - Ben Bahattin
Ergezer. - Nereden arıyorsunuz? - Frankfurt'tan arıyorum. -
Alparslan Türkeş'in neyi oluyorsunuz? - Ben oğluyum! Oysa, bu
"oğluyum" sözcüğü, Ergezer'in ağzından şaşkınlıkla çıkmıştı. Çünkü,
heyecanla verecek cevap bulamamış, "oğluyum" deyivermişti. Asker,
yine "bir dakika" dedi... Aradan yaklaşık 10 dakika geçtikten sonra
Alparslan Türkeş'in sesi duyuldu: - Alo, alo. - Efendim ben
Almanya'dan arıyorum. Ben Bahattin Ergezer. - Oğlum nasılsın?
Arkadaşlarımız nasıllar? - Biz hepimiz iyiyiz. Tek düşüncemiz
sizsiniz. Size yapılan muamelenin doğru olmadığını düşünüyoruz.
Bize emriniz nedir? Nasıl hareket etmemizi istiyorsunuz? Türkeş, bu
soru üzerine yaklaşık 10 dakika kadar konuştu. Milletin birliği,
ülkenin bütünlüğünden bahsetti. Türk Ordusu'nu öven sözler
sarfetti. İhtilali gerçekleştiren kadronun "dost ve düşman tefriki
yapamadığını" söyledi. Son cümlesiyle de noktayı koydu: - Bunlar
dost ve düşman tefrikini yapana kadar, bunlara destek vermeyin.
Türkeş, bu sözleriyle sadece Ergezer'e cevap vermiyordu.
Dinlendiğini biliyor ve Milli Güvenlik Konseyi'ne de mesajlar
gönderiyordu. Telefon görüşmeleri, Türkeş Uzunada'dan ayrılana
kadar devam etti. Aradan yıllar geçti. Türkeş, tahliye edildi.
Kurtuluş'ta bir dost yemeğinde Bahattin Ergezer'le biraraya
geldiğinde, şunları söyledi: - Oğlum, belli ki bunlar gafil. Ama
Türk Ordusu bizim ordumuz, göz bebeğimiz. Bu ordu bize lazım. Türk
Ordusu haksız da olsa, beni lime lime de etse, ben sesimi
çıkaramazdım ve çıkaramam. YENİDEN TEŞKİLATLANMA 12 Eylül Yönetimi,
Ülkücü Hareket'in üzerinden bir silindir gibi geçmişti. Neredeyse
herkes yakalanmış ve cezaevlerine doldurulmuştu. Ramiz Ongun,
Türkmen Onur, Yılmaz Saka, Muhsin Yazıcıoğlu, Lokman Abbasoğlu,
Muzaffer Şahin, Hakkı Duran gibi isimler dışarıda olmalarına rağmen
aranıyorlardı. Büyük sıkıntı içindelerdi. Kalacak yer bulup,
hayatlarını devam ettirmekte bile zorlanıyorlardı. Kimsenin
kimseyle bir irtibatı yoktu. Dışarıda bulunan bu kadroya ne bir
lira para , ne de bir satır belge devredilmişti. Yeniden
teşkilatlanmaya ihtiyaç vardı. Bu işi yapabilecek isimler ise çok
kısıtlıydı. Ali Güngör, Ziraat Mühendisleri Birliği Başkanıydı ve
Kızılay'daki Birlik Binası, İhtilal Yönetimi tarafından
kapatılmamıştı. Ali Güngör, Selahattin Baysal, Ahmet Hamdi Ayan ve
Devlet Bahçeli biraraya gelerek ilk nüveyi oluşturdular. Sonradan
bu yapıya, yurtdışından dönen Bahattin Ergezer de dahil oldu.
Kaçaklardan Lokman Abbasoğlu ile Yılmaz Saka ise "Aranan
Ülkücülerle" irtibatı sağlıyorlardı. Yapılan toplantıların sonunda
dörtlü bir plan uygulanmasına karar verildi: 1) 12 Eylül yönetimine
karşı direnilecekti. 2) İç bünyede dayanışma sağlanacak, dağılma
önlenecekti. 3) Parasal ve hukuki çalışmalar yapılacaktı. 4)
Anadolu, yeniden teşkilatlandırılacaktı. Önce, basın yayınla
irtibat için Mayaş işminde bir şirket kuruldu. Başına İsmet
Büyükataman getirildi. Tuğrul Türkeş, Muharrem Şemsek ve Yılmaz
Şenyüz de bu yapıya dahil edildi. Tuğrul Türkeş, zaman zaman
babasıyla görüşüyordu. Hem talimatları getiriyor, hem de finansal
destek sağlıyordu. Türkeş soyadının bu yeni yapılanmaya monte
edilmesiyle, büyük rahatlama sağlanmıştı. İhtilal Yönetimi,
rahatsız da olsa Tuğrul Türkeş'in çalışmalarına karşı bir tedbir
alamıyordu. Ailenin bir ferdi olarak öne çıkması, hukuki açıdan
sıkıntı getirmiyordu. Gerekli koruma zırhı sağlanmış, "gizli örgüt"
görüntüsünden çıkılmıştı. Alparslan Türkeş'in, Dil Okulu'na nakli
ile birlikte, avukatları ile görüşme imkanı da doğdu. Şahap Homriş,
Kaya Alpkartal ve Mehmet Eke'den oluşan bir "Hukuk Merkez Bürosu"
kuruldu. Mehmet Eke, bu büroda 12 Eylül sonrası yapılanmanın
sorumlusu olarak yer aldı. Artık, Alparslan Türkeş'in bütün
talimatları, anında dışarıdaki teşkilata ulaşıyordu. Bu sırada,
dışarıdaki teşkilatın sorumlularından Ahmet Hamdi Ayan yakalanarak
tutuklandı. Ayan'la görüşen Türkeş, böylece dışarıdaki yapılanmayı
da öğrendi. Bütün bilgileri ilk ağızdan alma imkanını buldu.
"TÜRKEŞ BİTTİ" Kısmi bir rahatlama sağlanmasına rağmen, maddi
sıkıntı bir türlü giderilemiyordu. Lokman Abbasoğlu ile Bahattin
Ergezer, daha önce MHP'ye yardım yapan işadamlarını gezmeye
başladılar. Ancak, bütün kapılar yüzlerine kapanıyordu. En ilginç
görüşme ise, ünlü bir işadamı ile yapıldı. İşadamı, yardım
telebine, "Evinize gidip, çoluk çocuğunuzla ilgilenin" cevabını
verdi: - Bugüne kadar ülkeye çok hizmet ettiniz. Ancak, Kahraman
Ordumuz geldi, artık size ihtiyaç kalmadı. Lokman Abbasoğlu, ısrar
edecek gibi oldu... Abbasoğlu'nun polis tarafından arandığını bilen
iş adamı, kestirip attı: - Artık kafanıza iyice sokun. Türkeş de
bitti, Ülkücü Hereket de bitti. Daha fazla ısrar ederseniz, sizi
şikayet ederim. "BEŞİKTAŞ NASIL KURTULUR?" 1980 yılının aralık
ayına gelindiğinde, nisbeten bir toparlanma sağlanmıştı. İçerideki
ülkücülere destek, dışarıdakilere de mesaj vermek üzere, haftalık
"Yeni Sözcü" dergisi çıkarıldı. Derginin başında Avni Özgürel
vardı. Gerekli finansmanı ise, Tuğrul Türkeş sağlıyordu. O dönemin
şartlarında bütün mesajlar "örtülü olarak" veriliyordu. Sözcü'de
"Bilge Erdem" takma adı ile yazı yazan Galip Erdem, "Beşiktaş nasıl
kurtulur" başlığı altında Ülkücülere şöyle sesleniyordu:
"Beşiktaşlılar, inanan insanlardır. İnanan insanlar güçlüdür, güçlü
insanlar sabırlıdır. Fırtına dinecek, bulutlar dağılacak, hava
açacak, güneş yeniden doğacak, eski günler yeniden gelecektir.
Takımımızın puan cetvelindeki sırasına üzülmeyin. Bütün büyüklerin
hayatında böyle talihsizlikler vardır. Birbirinizden kuvvet alın,
birbirinize kenetlenin, güzel günleri bekleyin. Dava büyüktür ve
elbette çetindir. Ama muhakkak kazanılacaktır ve Beşiktaş küme
düşmemekle kalmayacak, mutlaka şampiyon olacaktır..." Ahmet Bican
Ercilasun da, "Safahat" başlıklı yazısında, Mehmet Akif Ersoy'un,
"Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?" mısraının ardından
şunları yazıyordu: "Cani geziyor dipdiri.. Can vermede masum! Suç
başkasınındır da, niçin başkası mahkum? Öyle zannediyorum ki, bugün
bu soru, Türklük için çalışan herkesin ağzındadır. Ve buna cevap
vermesi gerekenler, hala susmaktadırlar." İhtilal Yönetimi,
Sözcü'nün çıkmasına izin vermiş, ancak yaşamaması için de elinden
geleni yapmıştı. Bu arada, Sözcü'den yola çıkarak, aranan
Ülkücülerin yakalanmasına çalışılıyordu. Milli Güvenlik Konseyi, bu
amaçla "gizli" damgalı bir iç emir yayınladı: "Yeni Sözcü
Dergisi'ni büfelerden satın alanlar tek tek tesbit edilecekler." Bu
kadarla kalınmadı. Aynı zamanda gazete ve dergi satan büfelere de
talimatlar verildi. Sözcü'ye "teşhir yasağı" geldi. Sözcü tipi
dergilerin yaygınlaştırılmalarının önüne geçilmesi istendi. Yeni
Sözcü, 27. sayısını çıkardıktan sonra sıkıyönetim komutanlığının
bir bildirisi ile yasaklandı. Bu arada çok ilginç bir gelişme oldu.
Ülkücülerin çıkardığı Sözcü ve Ecevit'in yayınladığı Arayış
dergilerine savaş açan askeri yönetim, İslami bazı dergilerin önünü
açtı. Milli Eğitim Bakanı emekli general Hasan Sağlam'a bağlı olan
Talim-Terbiye Kurulu, "İslam" ve "Sızıntı" isimli dergileri
okullara özellikle tavsiye etti."