MGK ile ilgili dökümanların çoğu gizlenmemeli
Abone olZaman Gazetesi Yazarı Nuriye Akman Bakan Abdüllatif Şener'i siyasi söylemlerin dışında bir röportaj yapmaya zorladı, ama olmadı...
Kamuoyu, Abdüllatif Şener’i siyasi ve ekonomik söyleminin
dışında pek tanımaz. Bu açığı kapamak istedim; ama ne benim
sorularım onu memnun etti ne de onun cevapları beni. Sorarken ben
onun misafiriydim, şu anda da o benim. Misafir umduğunu değil,
bulduğunu yer diye kendimizi teselli edelim. Sayın bakanla hafta
başında konuştuk. Ona Uzanlar’ın Adabank’ında bir problem olup
olmadığını sordum, “Zannetmiyorum” cevabını verdi. Ama dünkü
gazeteler BDDK yetkilileri ve mali polisin Adabank’ı nasıl
bastığına ve yönetimin değiştirildiğine dair haberlerle doluydu.
Acaba bakan, el konulabileceğini açıklaması halinde bunun yasaya
aykırı olacağı gerekçesiyle “ser verip sır vermemek” mi istemişti?
Şener, “Tüm bankaların mevduatlarına devlet güvencesi getirildi.
Ufukta el konacak başka bankalar da var mı?” soruma da “Hayır,
riskli banka yok şu anda.” cevabını verdi. Babanızı küçük yaşta
kaybetmenin etkisiyle belki de agresif, ani parlamaları olan,
insanlara fırça çeken, odasından adam kovan bir insan mısınız?
Öğrencilik yıllarımda hiç kavga ettiğimi hatırlamam. İradem dışında
iki kez saldırıya uğradım, kendimi kurtarmaya çalıştım. Asabi
değilim; ama politikada öyle bir algılanmam var. Her geleni
azarlayan biri olsanız, siyasette ayakta kalamazsınız. Abartılıyor
mu yani? Benim biraz terslik yaptığım doğrudur aslında. Yani o
kadar önemli olaylarla uğraşıyorsunuz ve ayak üstü, incir
çekirdeğini doldurmayacak bir konu önünüze geliyor. O konuya
harcadığım zamana acıyorum. “Bugün seçmenlerle görüşeceğim, kendimi
öyle programlayacağım” dediğim bir günümde benimle karşılaşan
herkes mutludur. Gelirler, kasaba politikacıları gibi şakalaşırım.
Çok lüzumsuz konuşmaları, işin bir gereği sayarım. Ama bir başka
gün, Meclis yoğunluğu vardır. Kendimi ona göre programlamışımdır.
Giderim, daha odaya girmeden yolda, koridorda biri çıkar ve ülke
için hiçbir işe yaramayan konularla beni meşgul etmeye başlar. Ben
onları çok hızlı geçerim, atlatmaya çalışırım, çok ısrar
ettiklerinde ters laf söyler, yoluma devam ederim. Eşinizin başını
siz mi örttürdünüz, kendi mi öyle istedi? Nişanlandığımızda örtülü
değildi. Ben, başını örteceği düşüncesiyle nişanlanmadım. Bir gün
dedi ki, “Evlendikten sonra kıyafetim nasıl olacak?” Dedim,
“Modadan anlamam.” Dedi ki; “Ben başımı örteceğim.” Dini
temayülleri vardı, özellikle anneannesinden fazla kapmıştı. ‘Beni
memnun edeceğini düşündüğü için böyle konuşuyor galiba’ dedim.
Benim açımdan fark etmiyordu. ‘İster kapan, ister açık ol’ dedim.
Bir gün baktım başını örtmüş. Bana hatta şöyle dedi: “Ben sırf
dindar bir atmosfere girebilmek için evlendim.” Yani sevgisi bana
değil, dini bir atmosfereymiş! (Gülüyor) Karınızı hiç dövdünüz mü?
Hayır hiç kavga etmeyiz. Gençliğimde dindarlar geleneksel bir İslam
anlayışı içersinde konuşurdu ve ben bunu çok sorgulardım. Kadın
hukukuyla ilgili şeyleri çok tartışırdım. Önceki Ramazan’dı. Yine
talebelik takıntılarımdan biri beni etkilemiş olacak ki, ‘şu
konunun ne olduğunu çıkaracağım’ dedim. Kadınları dövmek meselesine
takmışsınızdır inşallah. Da–re–be fiilinin dövmek diye
çevrilmesine. Evet bunu inceledim. Nisa Sûresi, 34. ayet. Bütün
tefsirleri açarsan aç, eğer yaramazlık yaparlarsa önce nasihat
edin, sonra yatağınızı ayırın sonra dövün. Kur’an kelimeleri
sözlüğünü aldım. Da–re–be’nin geçtiği ayetlerin hepsini çıkardım.
58 defa kullanılmış. 29 yerde örnek vermek, 6 yerde yolculuk etmek,
2 yerde anlatmak, 1 yerde kapalı tutmak, 1 yerde vazgeçmek, terk
etmek, 1 yerde koymak, bırakmak, salmak, 1 yerde yol açmak, yol
tutmak, 1 yerde çekmek, ayırmak, engel olmak, 3 yerde de yazıldı,
takdir edildi anlamına kullanılmış. Birine vurmak anlamında
kullanılması tek bir yerde geçiyor. O da Eyüp Peygamber, hastalığı
sırasında hanımına bir şeyden dolayı kızıyor, ‘Bu hastalıktan
kurtulursam, sana yüz değnek vuracağım.’ diyor. Fakat hastalıktan
iyi olduktan sonra onu yapmanın medeni bir şey olmadığını görüyor.
Yüz buğday sapını bir arada topluyor, onunla vuruyor, sözünü tutmak
için. Nisa 34, öyle bir ayet ki, cümle orada bitiyor. Ne gelişinden
kelimenin hangi anlama geldiğini çıkarabilecek bir vaziyet var ne
de devamında. Dolayısıyla dövmek diyerek çok zayıf bir anlamı
yükledikleri kanaatindeyim. Siz hangi anlamı yüklediniz? Burada
nüşuz kelimesi geçiyor. Bunu şirretlik yapan kadınlar gibi
yorumluyorlar. Bu sûrenin son tarafı, eğer erkeklerin nüşuz durumu
varsa, yani erkekler haylazlık yaparsa kadınlara tavsiye sadedinde.
Yani boşanma ile ilgili şeylerden bahsediyor. Süre verip ıslah
olabilirlerse boşanma iradesinden vazgeçebilecekleri ile ilgili
ifade var. İkisini birleştirirsek boşanma, ayırma ile ilgili anlamı
daha yakın gibi geldi bana. Şu anki hükümet içinde istemeden destek
vermiş gibi göründüğünüz bir şey var mı? Hiçbir milletvekilinin
hiçbir partide tam kafasına uygun görüşleri bulması mümkün
değildir. AK Parti’nin programı üç dört safhadan geçti. Bütün
heyetlerde komisyon başkanı bendim. Programda ne varsa hepsinde
imzam var. Ama siyaseti sevmiyorum. Tutan mı var sizi, çıkın? Çok
doğru. (Gülüyor) Siyaseti bırakmayı düşündüğümü son iki dönemdir
devamlı söylüyorum. Ama bırakamıyorsunuz. Ego baskısından mı?
Hayır. Ben mesela güzel bir yazı yazdığım zaman çok zevk duyarım.
İlk milletvekili olduğumda, bir seneyi aşkın bir köşede yazdım.
Milli Gazete’de dedem de yazar. Normal bir gazetede yazsaydınız.
Doğru söylüyorsunuz. Bir sene boyunca yazdım ve bir tek okuyucu
mektubu veya telefon almadım. Onun için de bıraktım. Siyaseti niye
bırakmadınız? AK Parti’yi kurduktan sonra aday olmamayı çok
düşündüm. Ama beraber siyaset yapacağımız arkadaşların hepsi beni
zorladı. Zannedilenin aksine öyle yumruğu da kesin vuramıyorum
demek ki bırakamıyorum. Bırakayım mı, bırakmayım mı diyorsunuz,
ondan sonra da Tayyip Bey Cumhurbaşkanı’na isim göndereceği zaman
“Gül ismine itiraz olursa ben de adayım başbakanlığa.” diyorsunuz.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Öyle değil o iş. Kendisi o
zaman kimi başbakan önerdiğimizi bize sordu. Ben, Abdullah Bey’in
uygun isim olduğunu söyledim. Ama bu noktada, sizin açınızdan veya
benim bilmediğim başka mülahazalar açısından, eğer bir sıkıntısı
varsa öyle bir atmosferde aday olabileceğimi söyledim. Ama bu biraz
evvel çizmeye çalıştığınız “politikayı sevmiyorum” portresiyle
çelişen bir şey. Hayır. Milletvekili olmuşsun zaten. Kabinede
olacağın da belli. Bu yapının korunmasının gerektiği
düşüncesindeyim madem. Bunun için birini uygun gördükten sonra,
diğer yelpazeye baktığımda da kendimde bu özelliği görüyorsam, bir
kompleks edinip de bunu telaffuz etmeyeyim diye düşünmem. O zaman
parti protokolünde ikinci sıradaydınız. Adınız hep potansiyel lider
olarak geçti; ama gölgede bırakıldınız. Neden üçüncü adam bile
olmanıza izin verilmedi? Benim öyle bir kaygım yok. Çok ön planda
dolaşmaktan zevk almam. Sade bir vatandaş olarak çarşıda pazarda
dolaştığım zaman daha mutlu olurum. Ama Fazilet’teki ilk isyanda,
Recai Kutan’a karşı Abdullah Gül aday olduğunda, siz de aday olmak
istediniz. Her zaman vardı yani sizde bir birinci adam olma isteği.
O kadar da geride değilsiniz yani. Ben mücadele versem alırdım
zaten şimdiye kadar. (Gülüyor) Kongre olayı şu: Ayrı bir liste
çıkarmaya karar verdiğimizde, kimi genel başkan adayı olarak
kongreye sunacağız diye tartışma açtık. Dediler ki, Abdullah Gül,
Bülent Arınç, Abdüllatif Şener anlaşsınlar, aralarından birini
kendileri seçsinler. Üçümüz bir araya geldik, dedim ki, “Ben
ikinize bırakıyorum. Ben aday değilim. Anlaşın, hanginizde
mutabakatı sağlarsanız ben razıyım.” İkisi arasındaki mutabakat da
Abdullah Gül üzerine kaldı. Peki sonra, gereğinden fazla bir güç
odağı olacağınız korkusu yarattığınız için mi pasifize edildiniz?
Benden kimse korkmaz. Pasifize de edilmedim. Daha önceki kabinede,
bakanların bağlı olduğu birimlere bakacak olursan, bende şu anda
bulunan birimler, birkaç bakanın elinde bulunan birimlerin tamamı.
Dolayısıyla şu an güçsüz bir konumum yok. Yapmakta olduğunuz bir
işin başka birine verilmesinde hiç mi onur kırıcı bir şey yok? Onur
kırıcı bir hadise demek yanlış. Bir birimin kimde olacağına zaten
Sayın Başbakan karar veriyor. Bugün bir birimi bana verir, yarın
benden alır başkasına verebilir. Sorgudan uzak bir alan mıdır
burası? Sorgudan uzak değil; ama takılmayı gerektirmeyecek bir
alandır. Peki nasıl sorguladınız kendi içinizde? Böyle zorla cepten
alınmış bir şey yok. (Gülüyor) Bunları konuşmak siyaseten şık
değil. (Teyp kapanıyor, yazılmamak üzere bir şey anlatılıyor.) Peki
tokmak sizin elinizdeyken aşırı iddialıydınız, 17 yıllık
özelleştirmenin yarısının bir yılda gerçekleşeceğini söylüyordunuz.
Tokmağınızı kaybettiniz ve hükümetin özelleştirmekteki iddiası da
suya düştü. Üretilen mazeretler karnınızı doyuruyor mu? Bireyin
rolüne fazla inanmam. Akademik hayatımda da ‘tarihi bireyler değil,
toplumsal dinamikler üretmiştir’ görüşünü savunmuşumdur. Önemli
olan, hükümetin özelleştirme yapma niyetidir. Ama bu sene 4 milyar
dolar kasaya girmeyecek. Petkim ne kadar ucuza gitti? Bir iki ay
içinde Tekel’le ilgili özelleştirme raporu ortaya çıkacak. Ama yine
de iddianız gerçekleşmeyecek. Umut ederim daha fazlası gerçekleşir.
Taş çatlasa sizin hedefin yarısı bile tutmayacak. Yalan mı?
Özelleştirmeye sadece parasal değer olarak bakmak yanlış.
Özelleştirme programının iyi yürüyeceğine inanıyorum hâlâ.
Özelleştirme borçlarının ikinci kez ertelenmesini isteyenler
arasında bazı AK Partililer de olduğu için mi bunu istemedi Tayyip
Bey? Şahıslara bağlı bir hadise değil. Daha önce 37 kez mi ne
benzer işlem yapılmış. Yani artık teamül haline gelmişti. Artık
birinin “yetti gari” demesi lazımdı, siz onu dediniz. İddialı bir
özelleştirme programı koymuştuk ortaya. Bunun yürütülebilmesi için
prensipli olmak gerektiğine inanıyorum. Onun için böyle bir
ertelenişine hoş bakmadım. Sizin prensiplerinizin hükümetin
prensipleri haline gelememesinin nedeni nedir? (Uzun uzun gülüyor)
Farklı yaklaşım tarzlarından biri, öbüründen iyi demek doğru değil.
Dediniz ya, çok sert, uzlaşmasız bir insana benziyorsunuz diye,
işte o yönüm orada ortaya çıktı demek. MGK Yasası’nın 21. maddesi,
bu yasaya dayanılarak çıkartılan yönetmeliklerin gizli olacağını
söylüyor. Hükümetiniz döneminde kaç tane gizli yönetmelik çıktı?
Mademki gizli, söyleyemem bunu. MGK ile ilgili bütün dokümanlar
bende var. Bir gün oturdum, baştan sona o dokümanların hepsini
okudum. Yani ilgili olan şahsa gizli değil. Bizden gizlenmeye değer
miydi? Bunların birçoğu gizlenmesi gereken şeyler değil. Kamu
yönetiminde şeffaflık asıldır. Bazı sır noktalarının kalması da
gerekli. Ama bunu sulandırmadan, genişletmeden, rasyonel bir
noktada belirlemek lazım. Vatandaşın bilgi edinme kanununu bunun
için çıkarmaya uğraşıyoruz. MGK’nın varlığından dolayı sizi
rahatsız eden bir şey var mı? Şu ana kadar MGK’nın yaptığı işlerden
dolayı hiç rahatsızlık duymadım. MGK’ya yani ülkenin güvenliğiyle
ilgili çok temel konuların tartışılacağı, hükümete bir görüşün
oluşturulacağı bir zemine her zaman ihtiyaç var. Bu, sizinle
hükümetiniz arasındaki bir ayrışma noktası mı yoksa? 7. Uyum
Paketi’nde MGK Genel Sekreterliği’nin yetkilerinin
sınırlandırılmasına karar vermiş bir hükümetin bakanısınız. Ayrışma
noktası yok. Türkiye bir hukuk devletidir. Türkiye’nin hukuk değil,
kanun devleti olduğunu biliyorsunuz. Eğer kanun devleti gibi
işliyorsa, Türkiye’nin hukuk devleti gerekleriyle bağlantılı bir
yapıya kavuşması için her şeyi yapmak görevimizdir. Şimdiki hukuk
düzeni meşru bir hukuk düzenidir. MGK da görevini yerine getiriyor.
Bir kurumun çağdaş normlara daha uygun hale getirilmesi, AB
normlarında bir düzenlemeye ihtiyaç duyulup duyulmadığı farklı bir
konu. MGK’nın yetkilerinin sınırlanması pakete alındığına göre, siz
“Türkiye hukuk devleti değil; ama bunu söylemeyelim, bunu söylersek
hukuk devleti haline getiremeyiz” demek mi istiyorsunuz? Siz şimdi
kata yapıyorsunuz. Kata karatede, hayali rakibe karşı dövüş tekniği
uygulamaktır. Karateci çıkar sahneye, sağında, solunda kimse
olmadığı halde birtakım bağırtılarla yumruk ve tekme hareketleri
yapar. Dolayısıyla siz şimdi benim söylemediklerimi söylemiş farz
ediyorsunuz. Ben sadece satır aralarının analizini yapıyorum.
Çünkü, siz şunu netlikle ortaya koyamadınız. MGK’nın yetkileri
nerede sınırlandırılmalı? Ben MGK üyesi olduğumdan beri, katıldığım
bütün toplantılara ve o çerçevede yapılan işlere baktım, tamamen
mevzuat çerçevesinde görevini yapıyor. Ve demokratik teamüllere ve
anlayışlara da aykırı hiçbir şey görmedim. Yani şimdi sizin
muhalefet şerhiniz mi var, bu yetkilerin sınırlandırılması ile
ilgili? Hayır. Neresini sınırlandırmaya çalışıyorsunuz öyleyse?
(Gülüyor). Bir kata daha yapalım. Hem sınırlandıralım hem de
sınırlandırmamış gibi yapalım! Bunu ben söylemiyorum! (Gülmeler)
Yani daha güzel bazı şeyler yapılabilir. Nedir onlar mesela? Şimdi
ben incelemedim onu. Hani okumuştunuz bütün belgeleri? Yani AB
standartlarında bu kuruma nasıl bir işlevsellik yüklenmiş bunu
incelemedim. Çerkez inadı diye bir deyim var. Siz de bir
Çerkezsiniz. Ben Çerkez değilim. Kafkas orijinliyim. Kuzey
Kafkasya’dan Anadolu’ya, 19. yüzyıldan beri gelen herkese
Türkiye’de Çerkez diyorlar. Meclis başkanı siz olsaydınız, eşinizin
türbanı yüzünden o gerilim yaşanır mıydı? Prensip olarak insanların
istediği gibi düşünmesine, istediği gibi inanmasına, insanların bu
özgürlük alanına müdahalenin toplum için faydalı olmadığına
inanırım. Ama insanların bir kısmında veya bazı çevrelerde tehdit
algılamaları olduğuna da inanıyorum. Bence yanlış bir algılama; ama
daha önemli olan, böyle bir algılamaya niye kapıldıklarıdır.
Dolayısıyla bana düşen görev, ‘böyle bir algılama zeminini ortadan
kaldırmak için ben ne yapabilirim’ diye kendimi sorgulamaktır. Ben,
rahatsız olacakları görüntüler vermezdim.