Meryem Uzerli’den ilginç itiraflar
Abone olHürrem Sultan’ı canlandıran Meryem Uzerli, diziden ayrılış öyküsünü, intihara teşebbüsünü ve hamileliğini Hürriyet’ten Ayşe Arman’a anlattı....
Hürrem Sultan’ı canlandıran Meryem Uzerli, diziden ayrılış
öyküsünü, intihara teşebbüsünü ve hamileliğini Hürriyet’ten Ayşe
Arman’a anlattı.
Muhteşem Yüzyıl dizisinin sevilen karakteri Hürrem Sultan’ı
canlandıran Meryem Uzerli, diziden ayrılış öyküsünü, intihara
teşebbüsünü ve hamileliğini Hürriyet’ten Ayşe Arman’a anlattı.
İşte o röportaj…
Mayıs ayında Türkiye’den apar topar kaçtın. Seninle birlikte
hayatımıza ‘tükenmişlik sendromu’ diye bir kavram girdi. Tedavin ne
durumda? Devam ediyor mu?
- Ediyor. Ama en ağır günler geçti. Daha iyiyim şimdi. Saçlarımı
kestirdim. Rengini koyulaştırdım. Doğal halime geri döndüm. Tekrar
bisiklete binmeye başladım. Bu sene sonuna kadar terapim devam
edecek.
Ne tedavisi uygulandı?
- İlk 15 gün sürekli doktor gözetimindeydim. Beni toparlamak için
önce kimyasal ilaç kullandılar sonra bitkisel.
Yine de bütün Türkiye geri dönmeni bekliyor. Var mı öyle bir
ihtimal?
- Şu anda yok. Seneye belki. Kim bilir? Ama Hürrem için dönmem
artık mümkün değil.
***
İlla "Sen baba olacaksın!" denmez, demedim
Mesele “Can istemedi, Meryem istedi” değil.Dünyaya gelmek isteyen
bu bebek. Ben bu bebeği bir hediye olarak kabul ediyorum.Ama şunu
da biliyorum, bir erkek istemiyorsa,“İlla sen baba olacaksın!”
denmez. Ben de demedim.
***
BENİ ALIP GERİ GÖTÜRECEKLER!
Sen Türkiye’ye gelen en sevilen yabancılardan biriydin. Bir Alex’e
bir sana bu kadar sevgi gösterildi. Bu kadar sevildiğini biliyor
muydun?
- Bilmiyordum. Çok hoşuma gidiyor bunları duymak. Ben de onları çok
sevdim.
Sence senin sırrın neydi? Samimi ve olduğun gibi görünmen mi?
- Bilmiyorum. Sır mır yok. Belki yalan söylemediğim için, dürüst
olduğum için.
Berlin’de kendini daha mı güvende hissediyorsun?
- Başlangıçta değildim. Klinikte tedavideyken zil çalıyordu mesela.
Korkutuyordu beni. “Türkiye’den geldiler. Beni alıp geri
götürecekler” diyordum. Kafam o kadar karışıktı. Zaten bu yüzden
Almanya’ya geldim. Evet Türkiye’de de çok iyi doktorlar ve
hastaneler var. Ama benim anadilim Almanca. Durumum o kadar
tehlikeliydi ki, birinin beni anlaması lazımdı.
Star olarak yaşadığımız sanal bir hayat
Hakkında, "Daha fazla para istiyor" demeci verildikten sonra neden
"Hayır bu böyle değil!" demedin?
Hakkımda o kadar fazla haber çıktı ki! Her gün 10 farklı haber...
Bense yatakta yatıyordum, hiçbirine cevap verecek gücüm yoktu.
Bir diziyi bırakıp gitmek, bir oyuncu için kötü bir şöhret değil
mi?
- Hem de nasıl. Ben de mecbur kalmasam asla yapmazdım. Bir de
sadece dört bölüm kalmıştı. Fakat dört bölümü bile oynayabilecek
durumum yoktu. O kadar fenaydım. Yoksa üç senedir dayanmışım, dört
bölüm daha dayanırdım. Ama yapamadım işte.
Burada, Berlin’de nasıl bir kadınsın?
- Artık Hürrem değilim, tekrar benim, eski Meryem. Hürrem’le
vedalaşmam lazımdı. Vedalaştım. Hâlâ aynaya bakıp Hürrem’i görmek
olmazdı. O yüzden fiziğimi de değiştirdim.
Hayatın boyunca seni en etkileyen rol müydü Hürrem?
- Kesinlikle.
Almanya’da yaşamakla Türkiye’de yaşamak arasında ne fark
varmış?
- Burası benim evim. Arkadaşlarım, ailem... Bu şehrin sokaklarını
avucumun içi gibi biliyorum, kendimi iyi hissediyorum. Burada ünlü
değilim, herhangi biriyim. Bunun da rahatlığı var. Star da değilim.
Özgür, 31 yaşında, altı ay sonra anne olacak bir kadınım.
HAMİLELİKTE HUZUR İSTİYORUM
Almanya’daki insanlar senin Türkiye’de bu kadar popüler olduğunu
biliyorlar mı?
- Hayır. Bir dizide oynadığımı biliyor bir kısmı, hatta bazılarına
“DVD’sini gösteririm” dedim ama hep erteledim. Tekrar gerçek bir
hayat yaşıyorum. Star olarak yaşadığımız hayat sanal aslında…
Yalnız bir anne olmanın ne kadar zor olduğunun farkında mısın?
- Evet. Bazen korkuyorum. Benim için de en kolayı kürtaj yaptırmak
olurdu. Ama yaşayacağım güzel şeyler, her şeye değecektir. Benim de
karşıma ileride anlaşabileceğim birileri çıkar herhalde.
Nerede yetiştirmek istiyorsun çocuğunu?
- Hayat felsefemiz, inancımız, bakış açımız Can’la aynı olsaydı,
çocuk için Türkiye’ye bile yerleşirdim. Ama öyle olmadığı için
muhtemelen Almanya’da yaşayacağım. ‘Muhteşem’den kazandığım paraya
Berlin’de minik bir daire almıştım, hamile olduğumu öğrenince,
biraz daha büyük bir dairede karar kıldım. Bu röportajdan sonra
hakkımda bir sürü haber çıkacaktır ama ben hiçbir şey demeyeceğim.
Çünkü huzurlu bir hamilelik geçirmek istiyorum. Her habere karşılık
veremem. Ben gerçeği biliyorum, Allah da biliyor, bu da bana
yeterli. Bir sürü negatif enerjiyle, bebeğimi yeterince gerdim.
Daha fazla negatif enerji vermek istemiyorum.
Belki bir gün bir araya gelebilir, barışabilirsiniz…
- Affetmek, bu hayatta çok önemli. Hepimiz, her şeyi affetmeliyiz.
Aksi takdirde bu bizim için çok büyük bir yük. Enerji olarak Can’ı
elbette affedeceğim. Ama bir daha bir araya gelmemiz mümkün
değil…
BEN BİR ADAM SEVDİM O ADAM ASLINDA YOKTU
İntihara kalkıştığın gerçekten doğru mu?
- Evet doğru.
Ne zaman?
- Antalya Televizyon Ödülleri gecesinde. Ödülü, otel odamda her
yere attım, parçaladım. Delirmiş gibiydim. Her yerim kesildi.
Odada yalnız mıydın?
- Hayır, Can yanımdaydı. Balkondan atlamak istedim çünkü son çarem,
artık gitmekti. Yok olmak, ölmek... Kendimi öldürüp kurtulmak
istedim. Kafaca hastalandım ben…
Peki nasıl oldu da bu noktaya geldin?
- İş hayatım, özel hayatım... Her şey üst üste geldi. Taşıyamadım
yaşadıklarımı…
Her şeyi tetikleyen özel hayatında yaşadıkların mıydı?
- Hayır. Bütün yaşadıklarımdan bir tek kişiyi sorumlu tutamam. Bu
yanlış olur. Türkiye’ye geldiğimden itibaren, ben de bir sürü hata
yaptım. Kendime sıcak bir ev ortamı yaratamadım. Ev tutmak
istediler, kabul etmedim, “Yoo, otelde idare ederim” dedim.
Yanlıştı mesela. Ve tamamen bir makine gibi çalışmaya başladım.
Birinci sezon çok ağır geçti çünkü her dizide olduğu gibi çalışma
düzeni ve ekip daha oturmamıştı. Bir de her ne kadar Türk’üm desem
de, aslında bilmediğim bir kültür, bilmediğim bir dil...
Uykusuzluk, insanın psikolojisini mahvediyor. Üstelik ben
mükemmeliyetçiyim iş konusunda. Diyalogları unutmak istemiyordum.
Türk oyuncuların yarım saatte halledeceği iş için benim sabahlara
kadar çalışmam gerekiyordu. ıkinci sezon da ağır geçti, Meral
(Okay) hastalandı. Hastalık süresince, senaryo sürekli değişti,
mekânlar değişti. Kimsenin suçu yok ama ekip olarak yıprandık. Ağır
zamanlar yaşadık. Bir de her ne kadar etrafımda insanlar olsa da,
ben çok yalnızdım…
GÜVEN ARADIM
Arkadaşların filan yok muydu?
- Vardı ama yoktu. Gerçek arkadaşlık, dostluk, güven yoktu. Bir de
hassas bir insanım ben. Öyle bir yapım var. Belki de o yüzden bazen
iyi oynayabiliyorum. Rolün içine girebiliyorum. Hürrem çok zor bir
karakter ve benden çok uzak aslında. “O güçlü, ben zayıfım”
demiyorum, benim de güçlü taraflarım var ama biz Hürrem’le tamamen
farklı kadınlarız. O olmaya çalışmak kolay değildi. Ve ben ona son
nefesime kadar verdim, gerçekten Hürrem için yaşadım. O yüzden de
şimdi bir Hürrem fotoğrafı görünce çok sarsılıyorum. Hemen ağlamaya
başlıyorum. Benim sorunum, ben Meryem’i tamamen yok ettim. Üç sene
gerçekten Hürrem’le yaşadım. Son aylarda da, onu yaşatmak için
kendimde kuvvet bulamadım. Bu da beni çok hırpaladı. Çünkü içim
bomboştu. Ben bir kadınım, tabii ki herkes gibi ben de, beni
tamamlayabilecek bir erkek hayal ettim. Türkiye’de birinden çok
etkilendim, onun haberi bile yoktur, platonikti zaten hislerim.
Tabii bir şey olmadı. Yalnızlığım devam etti. Ben aslında güven
aradım, sırtımı dayayabileceğim, kendimi iyi hissedebileceğim
birini…
Ve bulamadın…
- Evet bulamadım. Bir sürü kadın var benim durumumda. Kadın-erkek
ilişkisi açısından ‘dengesiz bir enerji’ var Türkiye’de. Garip
seksüel bir enerji ve kadın olmak orada daha zor. Rahat
olamıyorsun. Güvenemiyorsun, insanların aklından ne geçiyor
anlayamıyorsun, göründüğü gibi değil insanlar, hep kendini koruyup,
kollaman gerekiyor. Almanya’da benim her kesimden arkadaşım var.
Fakat Türkiye’de öyle olmuyor, olamıyor. Ya sosyetiklerle arkadaş
oluyorsun ya Cihangir kafelerinde oturanlarla, bir tür kast sistemi
söz konusu. Tüm bunlar beni yıprattı. Zorlandım, bocaladım. Kültürü
bir türlü çözemedim…
TEK SEBEP CAN DEĞİL
Can Ateş’le nasıl tanıştın?
- Nebahat Çehre ile çalışıyordum biliyorsun, gerçekten büyük bir
sanatçı, o bizi tanıştırdı…
Son sorulacak şeyi baştan sormak istiyorum. Hâlâ seviyor musun
onu?
- Hayır. Çünkü ben bir adam sevdim ve o adam aslında yoktu. Ben onu
idealize ettim. Bir resmi sevmek gibi. Arkası boştu. Ama tabii ki
zaman içinde ona âşık oldum ve aşk acısı çektim. Bir yıl süren
ilişkimiz boyunca, ben her şeyimi ona verdim. Her anlamda. Kendimi
tamamen unuttum. Sadece “Can, Can, Can” dedim. Ama ne yazık ki,
ben, benim için yanlış adama âşık oldum...
İyi de o ‘yanlış adam’ı seçen de sensin!
- Tabii ki. O yüzden de “Her şey Can’ın suçu demiyorum. Asla demem.
Bu kadar hastalanmamın tek sebebi Can değil. Haksızlık olur böyle
söylemek. Onunla Türkiye’deki üçüncü senemde tanıştım. Ve duygusal,
fiziksel ve psikolojik anlamda güçlü değildim. Küçülmüş, küçülmüş,
kendi içimde ufacık kalmıştım. Ve Can hayatıma girdiğinde, “Kim bu
adam? Biz birbirimize uyar mıyız? Nasıl biri? Bana iyi mi gelir,
kötü mü?” diye sorgulamadım bile. Araştırmadım. Sormadım. Biri
geldi, “Sen manyak mısın, önce bir Google’a girseydin!” dedi. Çok
şaşırdım. “O seni üzer. Güzel kadınlarla birlikte olan bir playboy”
dedi. Ama işte tanıştığım insanları Google’lamak aklıma bile
gelmedi benim…
ÇOK YALNIZDIM
Sonra peki…
- İki-üç kez buluştuk. Gerçi sezgilerim, “Sadece arkadaş kal!”
dedi. Onun hayatının bana göre olmadığını hissettim. Hatta
Bebek’teki dairesinin terasında oturduğumuzda, “Can, biz sadece
arkadaş kalalım” dedim. O zamana kadar hiçbir şey olmamıştı
aramızda, “Tamam, tamam, sen merak etme” dedi. Sonra ben tekrar
stüdyo-otel, stüdyo-otel, kendi hayatıma ve çekimlere döndüm. Yine
o eski yalnızlığıma. Sonra baktım Can’dan mesaj: “Yemeğe gidelim
mi?” diyor, ekliyor “Arkadaş olarak…” Belki kabul etmemem
gerekiyordu ama o kadar da yalnızdım ki. En azından beni beğenen,
benimle ilgilenen biri vardı hayatımda. ıçsesime kulağımı tıkadım,
yola devam ettim. Ve ilişkimiz başladı. Sonra da âşık oldum. Gerçi
Almanya’da psikoloğum bu ‘tükenmişlik sendromu tedavisi’nde sordu:
“Sence, sen bu adama neden âşık oldun? Hiç düşündün mü? Almanya’da
olsan âşık olur muydun?” Bir an verecek yanıt bulamadım. Almanya’da
muhtemelen olmazdım…
İlişkiniz nasıl ilerledi?
- Başlangıçta Can çok pozitifti. “Yaşasın. Bu adam bana güç
verecek” gibi geldi. “Duygusal anlamda beni kollayacak” filan…
HEP DESTEKLEDİM
Öyle olmadı mı?
- Hayır, tamamen tersi oldu. Bir süre sonra, enerjisi düşüverdi.
Ben depresif, problemleri ve sıkıntıları olan biriyle karşı karşıya
kaldım. Ve birden, benim ‘hemşire tarafım’ ortaya çıktı. Üzüldüm
ona. “Aslında ne kadar hassas, ne kadar duyarlı. Kimse onu
tanımıyor. Hayatının zor bir döneminde. Benim ona destek olmam
gerekiyor. Çok acı çekiyor” dedim. Ve gerçekten de ona her
anlamıyla destek oldum. Psikolojik anlamda onu ayağa kaldırmaya
çalıştım. Bir sürü konuda ona yardım ettim. Ama tabii gerçek şuydu:
Ben zaten güçsüzdüm, onun dertleri, sıkıntıları eklenince daha da
güçsüz olmuştum. Ama belli de etmemeye çalışıyordum. Ertesi gün
setim mi var, reklam çekimim mi var, onun için önemli değildi. O
daha çok kendiyle ilgilendi. Biz, tamamen onun hayatını yaşamaya
başladık. Ve 11 ayın sonunda feci bir şekilde tıkandık.
Peki hamilelik…
- Böyle bir planımız yoktu. İsteğimiz de. Tamamen kazara oldu.
Ama doğum kontrolü diye bir şey var…
- Ben hormon alamıyorum, doğum kontrol hapı kullanamıyorum. Bugüne
kadar yapmadığım bir teknik kullandık. Çok riskli değildi ama
tamamen güvenli de değildi. Kaç kere de söyledim kendimi rahat ve
güven içinde hissetmiyorum diye ama çok emindi. Her konuda olduğu
gibi. Hep “Bir şey olmaz” dedi. Ama oldu işte.
Sen hamile kalmak istiyor muydun?
- Asla! Bir sezon daha Hürrem’e devam edecektim, hamile olarak
edemezdim ki. Kesinlikle hayır.
BİR YANLIŞ VAR
Evlenme gibi hayallerin var mıydı?
- Hayır. Evliliğe çok inanmadığımı da baştan söyledim. Evlilik zor,
birbirine çok uygun iki ruh olmak gerekiyor. Ama itiraf ediyorum,
birlikte yaşamaya hayır demezdim.
O istemedi mi?
- Hayır. Can istemez…
Neden?
- Çünkü bu, onun özgürlüğünü kısıtlar. Benimle çıkıp dolaşmayı,
güzel lokantalara, kafelere gitmeyi seviyordu. Ama o kadar. Gecenin
sonunda ben otele, o evine…
Kafandaki ilişki biçimi bu muydu?
- Tabii ki hayır. Yemek yiyoruz, güzel vakit geçiriyoruz, birlikte
oluyoruz, sonra ayrılıyoruz. Benim bir evim bile yoktu. Ben bu
ilişkide sadece bir ‘misafir’dim. şimdi düşünüyorum da, galiba o
benimle bir ilişki de yaşamadı aslında, sadece takıldı. Ama tabii,
yanlış anlama, benimle birlikte olmaktan, birlikte görünmekten
keyif alıyordu. Öyle değil gibi davranıyordu ama gazetecilerin
fotoğrafımızı çekmesi de hoşuna gidiyordu. Hatta bir gün bir kafeye
gittik. Önü gazeteci doldu. Ben, panik içinde kafenin sahibine
gidip, “Arka taraftan çıkış var mı?” diye sordum. Can bana nasıl
kızdı anlatamam. “Zaten 100 metre yürüyeceğiz, ne gerek var arka
kapıyı sormaya?” Anladım ki, aslında görüntülenmek hoşuna
gidiyor…
Peki sen 11 aylık ilişkiniz boyunca, onunla birlikte yaşamak
istediğini söyledin mi?
- Evet söyledim. Her zaman bir bahanesi vardı: “Henüz zamanı değil.
Bana biraz zaman ver. Ama inan seni çok seviyorum.” Ben de aslında
bu kadar da salak değilim, o kadar ikna edici konuşuyordu ki, beni
bir şekilde sevdiğine inandırdı. Ama değişen bir şey olmadı. Her
geçen ay daha mutsuz oldum. ıçsesim sürekli bana, “Burada bir
yanlış var!” diyordu. Çünkü insanın içi, aslında neyin ne olduğunu
biliyor. Kendine yalan söyleyemiyorsun. Ve bir gün geldi ben
bittim. Artık hiçbir şeyi taşıyamaz oldum.
YARALI HAYVAN GİBİ KAÇTIM
Bu arada bir de zayıf-lamaya çalışıyordun değil mi? Diziden mi
böyle bir talep geldi?
- Yok canım. Onlar halimden ve kilomdan memnundu. Memnun olmayan
Can’dı. “Cinsel anlamda seni çekici bulmuyorum. Biraz zayıflarsan
daha güzel olur!” dedi. Yanlış anlamamalıymışım, bunu benim
iyiliğim için söylüyormuş, zaten ben eskiden daha zayıfmışım filan
falan. Onunla birlikteyken özgüvenim de yerle bir oldu.
Giydiklerimi de beğenmiyordu. Galiba kendine yakıştırmıyordu. Ben
tabii kendimden de nefret ettim çünkü o kadar çaresiz ve güçsüzdüm
ki ona itiraz da ediyordum. O istedi diye bir diyetisyenle çalıştım
ve gerçekten zayıfladım. İki sene stüdyo-otel arasında mekik
dokumak o kadar büyük bir travmaydı ki, ondan ayrılmak o travmaya
geri dönmek gibi geldi. Beş-altı gün çok mutsuzdum ama bir gün
mutlu olabiliyorduk. O bir gün mutluluk için beş gün mutsuz olmayı
kabul ettim. Bu da beni çok hırpaladı. Gözümdeki ışık gitti. Ve
sonunda tükendim.
PERİŞANDIM
Peki ya hamilelik…
- Bodrum’da büyük bir kavga ettik. Bir teknedeydik, birilerinin
doğum günü vardı. Birden çekip gitti. Beni orada yalnız bıraktı,
yanımda para da yok, kimseyi tanımıyorum, nasıl taksi bulacağımı
bilmiyorum, bir de yanımda Almanya’dan gelmiş bir kız arkadaşım
var. O da çok şaşırdı. Perişandım. Gözlerinin altı çökmüş bir
kadın, şu andaki halimden de yedi kilo daha zayıf. Sonra ıstanbul’a
döndüm, otel odama girdim, Allah’tan arkadaşım Anna yanımdaydı,
çünkü yine Antalya’daki gibi kendimi yok etme duygusuna kapıldım.
Baktım ki, gerçekten de kendimi öldürmeye niyetleniyorum, “Kendimi
bu kaostan kurtarabilmek için buradan gitmem lazım” dedim. Herkes
benim kötülüğümü istiyor, herkes beni kullanıyor gibi düşüncelere
kapılmaya başlamıştım. Kimseye güvenmiyordum. Doktorlar da “Tedavi
görmen lazım!” dedi.
5 yaşındaki bir çocuk gibi, daha doğrusu yaralı bir hayvan gibi
kaçtım… Canımı kurtarmak için…
Fenaymış! Ama sonra eski sevgilin, yaşadığın ‘tükenmişlik sendromu’
sanki sadece ağır çalışma şartlarından kaynaklanmış gibi bir
röportaj verdi…
- O olay da şöyle oldu. Beni aradı, “Herkes beni arıyor. Sağlık
durumu hakkında sorular soruyor. Çok samimi bir gazeteci arkadaşım
da aradı…” dedi. “Tedavi görüyor, gittikçe iyileşiyor diyebilirsin”
dedim. Sonra verdiği röportajı gördüm. O da ne! Çalışma şartlarım
korkunçmuş. İnsanlık dışıymış. Her şey bu yüzdenmiş. Aldığım para
da azmış. Sette bayılmışım! Filan falan.
YANLIŞ ANLAŞILDIM
Gerçi senin de çalışma şartlarıyla ilgili Antalya televizyonuna bir
açıklaman olmuştu…
- Evet. Dizilerin sürelerinin uzun olduğunu söyledim. Ama bir sene
önce Halit de aynı şeyi söyledi, Okan da. Tabii onlar kendilerini
daha iyi ifade edebiliyorlar, Türkçemden dolayı bazen söylediğim
şeyler yanlış anlaşılabiliyor. Diyeceğim şu: Ben canımı kurtarmak
için kaçtım…
KENDİMDE BEBEĞİ ÖLDÜRME HAKKI GÖRMEDİM
Hamile olduğunu nasıl öğrendin?
- Can, ben Almanya’ya döndükten sonra toplam üç kere geldi. Öyle
her hafta sonu yanımda filan değildi. Beni son ziyarete geldiğinde
-ki Haziran’ın 20’siydi- “N’oldu sana? Memelerin büyümüş!” dedi.
“Çünkü şişim!” dedim. Aklımda hamilelik hiç yok. Sıfır. “Gebelik
testi yap” dedi. Onunla dalga geçtim. Ama eczaneden bir test alıp,
tuvalete gittim. Ve inanamadım, gerçekten iki çizgi çıktı. Evet,
hamileydim!
ŞOK OLDUK
Tepkisi ne oldu?
- İkimiz de şok olduk, sadece birbirimize bakıyoruz. Çünkü ikimiz
de hiç beklemiyorduk. Bisikletlerimizi alıp, parka gittik.
Oturduğumuzda, “Benim zaten iki çocuğum var. Bu çocuğu istemiyorum.
Kabul edemem. Kürtaj olman lazım. Senin için de en iyisi bu değil
mi?” dedi. Ben susuyorum, o devam ediyor: “Ayrıca biliyorsun,
birileri bunu öğrenirse kötü olur. Dizi de sana dava açar. Hamile
olduğun için diziyi bıraktın sanırlar. Kimse sana inanmaz. Bu bebek
her şeyi mahveder. Kesinlikle kürtaj yaptırmalısın!”
Sen ne dedin?
- “Senin durumunu anlıyorum. Ama ben biraz düşünmek istiyorum.
Hemen karar veremem” dedim. Ben, “Tabii ki kürtaj olacağım”
demediğim için, o her geçen dakika biraz daha fazla panik oldu. Ve
agresifleşti. “Ayrıca biz korunuyorduk, ben dikkat ettim, bu çocuk
nasıl oldu?” demeye başladı. Ben de ona dedim ki: “Coitus
interruptus’la (geri çekilme) tam olarak korunma diye bir şey yok.
Bir sürü kadın, korunduğunu zannettiği halde hamile kalıyor. Ben
sana bunun güvenli bir yöntem olmadığını söylemiştim…”
KALBİM HAYIR DEDİ
Sonra?
- Psikolog bir arkadaşıma gittik birlikte. Ben, Can ve o oturduk
konuştuk. Ben orada ikisine de söyledim, “Ben yapamayacağım. İçim
kabul etmiyor. Kalbim ‘hayır’ diyor. Saçma gelebilir ama bir ruh
dünyaya gelmek istiyor. Kürtaj olmak, kendimi Tanrı yerine koyup,
‘Doğsun ya da ölsün’ kararını vermek gibi benim için. Onu yok
edemeyeceğim.” dedim. Can da sinirlendi, “Nasıl da abartıyorsun!
Bazı kadınlar 10 kere kürtaj oluyorlar. Ne var bunda?” Sonra daha
da sinirlendi: “Zaten her şeyi planladın sen! şimdi gerçek yüzünü
gördüm.” Bunun gibi tartışmalar oldu. Ayrıldık..
CAN O GÜN BİTTİ
Babasının istemediği bir çocuğu, dünyaya getirmek, çocuğa haksızlık
olur diye düşünmedin mi?
- Evet ama çocuğunun babasız büyümesi kararını ben vermedim ki. O
gün Can, bana daha kötü şeyler de söyledi. Üzerime tükürür gibiydi.
Can o gün, benim için bitti. Bir daha ona hiçbir zaman
güvenemeyeceğimi biliyorum. Bundan sonra yaşayabileceğim bütün
zorlukları da kabulleniyorum. Ben bu bebeği yok edemedim.
Tanrıcılık oynayamadım. Bu, benim inancım. Ve benim kararım.
Bedellerini de ben ödeyeceğim. Kimseden bir beklentim yok. 12 hafta
kadar kendiliğinden gidebilirdi, düşebilirdi. Ama kaldı. Hayata
tutundu, o zaman ben de onu doğurmaya karar verdim.
20 Haziran’dan beri görüşmüyor musunuz?
- Hayır ne buraya geldi ne de aradı sordu beni. Sadece mesaj attı.
Hayatı boyunca bu çocuğa karşı saygı duymayacakmış, bana zaten
duymuyormuş, gerçek yüzümü görmüş, onu hiçe saymışım, Türkiye’de
bir adam istemezse, kadın bunu yalnız başına hayatta yapmazmış.
Böyle mesajlar. İlk haftalar o kadar çok ağladım ki. Ama sonra
kendimi toparladım. Bebeğim ve ben yola yalnız devam ediyoruz…
BEKLENTİM YOK
Peki psikologlar, zaten zor bir süreç yaşadın, hamilelik daha da
zorlaştıracak diyorlar mı?
- Onlar, bana “Niye bu çocuğu doğurmak istiyorsun?” diye sorular
sordular. Çünkü bazı kadınlar, adam geri gelsin. Ya da daha çok
sevsin diye çocuk dünyaya getiriyorlar. Uzun uzun tartıştık tüm
bunları. Onlar da ikna oldu. Gerçekten hiçbir beklentim yok. 31
yaşındayım, hayatta hiçbir şeyin garantisi yok, belki bir daha
hamile bile kalamayabilirim. Ailemdeki kadınların bu konuda sağlık
sorunları da oldu, ben yoluma bebeğimle devam edeceğim…
KAYNAK: Hürriyet Gazetesi
(İHA)