Mengi, gazetecileri ele aldı
Abone olRuhat Mengi, son yazısı "Gazetecinin rolü" ile basının toplum üzerindeki etkisini ele almış. Mengi yazısının bir kısmında Alman Die Welt Gazetesine şöyle seslenmiş:
Vatan Gazetesi yazarlarından Ruhat Mengi son yazısı "Gazetecinin
rolü" ile gazetecilerin kişiler ve toplum üzerindeki etkilerini ele
almış. Mengi yazısına şu sözlerle başlamış:
Gazetecinin rolü
Avukatlar gücenmesinler, hemen bana teessüflerini iletmek için
davranmasınlar ama bazı avukatların en haksız, en savunulamayacak
suçluları bile savunduğunu görünce 'acaba bu meslekte ilke yok
mudur' diye düşünebiliyor insan
Avukatlar gücenmesinler, hemen bana teessüflerini iletmek için
davranmasınlar ama bazı avukatların en haksız, en savunulamayacak
suçluları bile savunduğunu görünce 'acaba bu meslekte ilke yok
mudur' diye düşünebiliyor insan. Nitekim birçok ülkede avukatlığın
bu yönü nedeniyle yazılmış mizah kitapları var.
Meselâ ben geçenlerde 'annesini kızının odasında iken, onun
yanında, yanıbaşında, gözlerinin önünde vurarak öldüren alkollü
babayı savunan avukat' haberini okuyunca bunları düşündüm. Avukat;
adamın silahını temizlemekte olduğunu, olayın kaza olduğunu
söyleyince, 'babasının annesini bilerek, kasıtlı olarak
öldürdüğünü' görmüş olan zavallı genç kız "Sanki ben babamın
düşmanıymışım, yalan söylüyormuşum gibi konuşuyorsunuz. Zaten acım
büyük" demiş.
Aynı günlerde benzer bir olayı biri erkek, biri kız iki genç kardeş
daha yaşadılar. Babalarının sırf 'boşanmak ve çalışmak' istediği
için öldürdüğü annelerinin başında sinir krizleri geçirdiler. Zaten
hayatlarının bundan sonraki kısmını yaralı ruhlarını tedavi etmekle
geçirecek olan bu şanssız gençlere bir de avukatların, hukuk
adamlarının kendi elleriyle 'yalana karşı savaş' zorunluluğu
getirmesi korkunç bir yaşam gerçeği değilse nedir?
İşte cezaların ağırlaştırılması, hukuk sisteminin doğru temellere
oturtulması, hakimlerin bağımsız ve rahatça karar verebileceği
şartların sağlanması bunun için çok önemli.
Artık çoğunuz Türk Ceza Kanunu Tasarısı'yla getirilmek istenen
çağdışı maddelere ilk günden, daha komisyonlarda tartışılmaya
başlar başlamaz, İsrarla ve uyarı için gerekli cümlelerle karşı
çıktığım için Tasarı'yı hazırlayanlardan iki profesör tarafından
bana açılan davalan biliyorsunuz. 2004 kışı benim bu davaların
duruşmaları için Ankara-İstanbul arasında mekik dokumamla
geçti.
Sonra iki profesörden biri, Sulhi Dönmezer -ki kendisi 85 yaşın
üzerinde ve hastaydı- uzun süredir yatmakta olduğu hastanede
yaşamını yitirdi. Her şeye rağmen üzüldük tabiî, Allah günahlarını
affetsin. Şimdi avukat olan ve dava duruşmalarına onun yerine giren
kızı duyduğuma göre her fırsatta; "Babam bu olaya çok üzüldü, olay
hastalığının ağırlaşmasına sebep oldu" diyormuş.
İnsanları bu şekilde haksız yere suçlamak hukuken de suç sayılıyor
mu bilmiyorum ama manevî açıdan mutlaka suçtur, buna da inanıyorum.
Zira en iyi kızı biliyor ki babası hem yaşlı, hem de hastaydı. O
kadar uzun bir yaşamı herkes kendisi veya yakınları için ister.
Örneğin; ben de çok daha genç yaşta kaybettiğim babamın bu kadar
yaşayabilmesi için neler vermezdim.
Ayrıca o davaları kendileri açtılar, isteyen ben değilim. Genel
olarak bir anlayışa karşı yazdığım ve o Tasarı'yı hazırlayan,
yıllardır emeği geçen herkese hitabettiğim halde (Komisyon üyeleri
bana teşekkür ederken) onlar öfke yolunu seçtiler.
Bu nedenle ben de avukatların 'kazanmak için her yol meşrudur,
mubahtır' anlayışının zararlarını yakından görmüş, yaşamış
oldum.
Yine de adaletin bir gün mutlaka yerini bulacağına dair inancımı
kaybetmiyorum. İnşallah bu ülkede adaleti bizim kuşağımız görecek
ve o kazançta bu kuşak gazetecilerinin de mutlaka rolü olacak.
Sonuç ne olursa olsun, o gazetecilerin arasında olmak, görevini tam
yapmış olmak bana huzur ve mutluluk veriyor.
AB de alışacak huylarımıza!
Daha zamanları var, alşırlar, alışırlar. Avrupa Birliği de bizim
hükümetlerin sık sık karar değiştirmesine -birkaç şoktan sonra-
alışacak nasıl olsa... Hayatın zannettikleri kadar kolay olmadığını
Türk halkının neler çektiğini anlamaları da belki iyi olacak.
Başbakan Tayyip Erdoğan 'zina' inadıyla ülkeyi birkaç hafta yoğun
bakım şartlarında tuttuktan, imajını ve ekonomisini alt üst
ettikten sonra karar değiştirmiş. Dün 'karar değiştirmezlerse yandı
gülüm keten helva' diyerek bitirmiştim yazımı, neyse ki helva
tümüyle yanmadan kurtarabileceğiz. Milletimize uğurlu, kademli
olsun ve de büyük geçmiş olsun.
Kim bilir belki bu olumlu adım Samsun Belediyesi'nin başındakiler
gibi kafaların yerine oturmasına, din üzerinden siyaset yaparak bir
yere varılmayacağının bu kafalar tarafından anlaşılmasına da
yardımcı olur.
Almanya'nın "saygın" gazetelerinden Die Welt'in Başbakan Erdoğan
için önce "Kuzu postunda kurt mu yoksa Atatürk mü" sorusunu
sorması, sonra Atatürk benzetmesini aşırı bularak "reformcu mu"
şeklinde değiştirmesi dün gündemin önemli haberlerinden
biriydi.
Neyse ki Die Welt yanlışını fark ederek dönüş yapmış da
"saygınlığını bir nebze koruyabilmiş. Gördüğü her bıyıklıyı Mustafa
Kemal zannetme hatasına düşen bir gazeteye saygın tanımı pek
yakışmazdı yoksa. Ne var ki yabancıların bu cehaletini fazla da
suçlayamıyor insan; Atatürk'ten bu yana adamlar Türkiye'de reformcu
yöneticiye pek rastlayamadığı için akıllarına bir tek o
geliyor:
Parçalanmış bir imparatorluğun küllerinden koca bir cumhuriyet,
özgür demokratik bir ülke yaratan mucizevi lider!
Keşke ona benzeyen birileri çıkabilseydi...