Daha önceki yazılarımda “Meleklerin cinsiyeti” konusuna
yazı içerisinde değinmiş ama müstakil bir yazı konusu yapmamıştım.
Ancak müşahede ettiğim bazı olaylar beni bu konuda müstakil bir
yazı yazmaya itti.
Fatih Sultan Mehmet, genç yaşında muazzam ordusuyla
İstanbul’un kapılarına dayandığında ve fethin
gerçekleşmesi an meselesi olduğu zamanlarda şehirde Hristiyan
papazlar gündemden o kadar uzak bir haldeydiler ki
kiliselerinde meleklerin cinsiyetini tartışmakla
meşguldüler.
Bugün maalesef ilahiyatçı, sosyolog, edebiyatçı ve
alimlerimizin durumu aynen buna benziyor.
Maatteessüf ilahiyatçı, sosyolog, edebiyatçı ve
alimlerimiz gündemi takip etmekten o kadar uzaklar ki yaklaşan
tehlikeden bîhaber şekilde adeta fildişi kulelerinde gündemle
alakası olmayan kavramlar, olaylar ve halkın anlayamayacağı süslü
cümleler kurmakla meşguller.
Birbirleri aralarında ilmî açıdan kaliteli münazaralar,
müzakereler yapmaktalar velakin bütünüyle gerçek gündemlerden uzak
şekilde.
Biz bugün aileyi ifsat eden “İstanbul Sözleşmesi
iptal edilsin” diye feryat ederken,
“gençlik elden gidiyor, siyaset ve deizm gençleri esir
alıyor” diye sesimizi bir yerlere duyurmaya
çalışırken, “Müslümanlar dini hassasiyetlerini
kaybettiler, para, makam ve kadın tuzağına düştüler”
diye canhıraşane gayret gösterirken maalesef “ilahiyatçı,
sosyolog, edebiyatçı, alim” olan insanlar devekuşu misali
başlarını kuma gömmüş bir halde “şimdi bunun sırası değil,
iktidarda Müslüman bir parti var, bunları konuşmak onlara zarar
verir” deyip güya ikazlarda bulunuyorlar.
Bu kıymetli büyüklerimizin yazılarına ve sohbetlerine
baktığımızda “tarihselcilik, mitoloji, alt kültür, ayna benlik,
gelenekselcilik, heterojen toplum, vb.” gibi günümüzde yaşanan
sıkıntılarla uzaktan yakından alakası olmayan felsefi ve dini
kavramlarla dolu yazılar kaleme alıp, konuşmalar ile meşgul
olduklarını müşahede ediyoruz.
Sanki gözlerine gizli bir el tarafından mil çekilmişçesine
toplumun yaşadığı sıkıntıları görmemekte ısrar ediyorlar.
Sanki bir yerlerden talimat almışçasına aile ve gençliğin içinde
bulunduğu dramı yazmamak konusunda ısrar ediyorlar.
Oysa ilahiyatçı, sosyolog, edebiyatçı ve alim
sıfatına sahip olanların değil tamamı yarısı bile bu konularda
kalem oynatmış, konuşmalar ve uyarılar yapmış olsaydı bugün ne
İstanbul Sözleşmesi’ni konuşuyor olurduk ne gençleri
cenderesine alıp öğüten deizm belasını ne de politize olmuş
gençliğin şahsiyetten yoksun, statü kazanma arzusu ile köşe kapma
yarışında olduklarını yazıyor olurduk.
Ama maalesef bugün toplum, aile ve gençlik bu musibetlerin
altında ezildikçe eziliyor ve bu gidişle inanın yakın bir zamanda
ne konuşacak ne de üzerine yazı yazacak aile de gençlik de
kalmayacak.
Ey muhterem “ilahiyatçı, sosyolog, edebiyatçı ve alim”
sıfatlarına haiz hocalarımız… Ne olur uyanın içinde bulunduğunuz
ilim uykusundan?
Fildişi kulelerinizden inip halkın dertleriyle ilgilenin!
Zaman anlaşılmaz kavramların ve terminolojinin müzakere zamanı
değil…
Zaman yıkılan aileleri, heder olan gençliği, tuhaflaşan
Müslümanları görme ve onların dertlerine derman olma
zamanı…
Bittabi ilmi konuşmalar, makaleler, müzakereler olmalı ve bunlar
sistematik olarak ifa edilerek göndere çekilmeli. Hatta film
festivalleri olduğu gibi ilim festivalleri dahi yapılmalı. Lakin
bütün bunlar tek amaç ve gaye halinde ümmetten ve milletten uzak
olmamalı/olamaz.
Sizler bizim kanaat önderlerimiz ve mihmandarlarımız
olmalısınız. Size temas etmeye, yanaşmaya ve en önemlisi de
zikrettiklerinizi anlamaya çalışmanın, cesaret perspektifinde zor
ve imkânsız kalındığını görerek uzaklaşmamalıyız.
Toplum ve genç size gelme cesaretinin kararsızlığı içerisinde
bocalamadan sizler toplumun ve dahi gençlerin her daim; aynı dili
kullanan, aynı derdi paylaşan önderleri olarak yanında olmalısınız
kanaatindeyim.
Sohbetlerinizi, konuşmalarınızı ya da makalelerinizi ne kadar
anlaşılması zor kavramlarla süslerseniz süsleyin, ne kadar çok
edebiyat yaparsanız yapın, ne kadar çok tarihin geçmiş
problemlerini tartışırsanız tartışın, toplumdan ve dahi geleceğin
sermayesi olan gençlerden kopuk ve bîhaber kaldığınız sürece;
İstanbul fethedilirken meleklerin cinsiyetini tartışan
papazlardan bir farkınız olmayacaktır.
“Bade harabül Basra” (Basra harap olduktan sonra/iş
işten geçtikten sonra) yapacağınız feryadu figanların, yakacağınız
ağıtların bir faydası olmayacaktır vesselam…