Mehmet Yılmaz'dan Aşık'a yanıt
Abone olMelih Aşık'ın Sedat Simavi Ödülü alan Hürriyet Muhabiri Çiğdem Toker’den söz ederken eski genel yayın müdürlerini eleştirmesine Mehmet Yılmaz yanıt verdi
Hürriyet Gazetesi yazarı Mehmet Yılmaz " başlıklı yazısında
kendini savundu
Yazı : Mehmet Y. Yılmaz
www.hurriyet.com.tr
MELİH Aşık, dün Milliyet’teki köşesinde Sedat Simavi Ödülü alan
Hürriyet Muhabiri Çiğdem Toker’den söz ederken, Hürriyet Genel
Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök’ü de ödül törenine katıldığı için
kutladı. Yazısında şöyle bir bölüm vardı: ‘Gazetemizde geçmişte
ödül alan gazete elemanlarını haber dahi yapmayan genel yayın
müdürlerini gördüğümüz için...’
Aşık’ın sözünü ettiği eski Milliyet Genel Yayın Müdürü bendim.
Gazetelerde kendi görüşlerini açıklayan meslektaşlarımla polemiğe
girmeyi sevmem; ama sanıyorum bir açıklama yapmam iyi olacak.
Gazetecilerin ödüllendirilmesine, ödül alan gazetecilerin de bir
gurur vesilesi olarak gazetelere haber yapılmasına karşı
değilim.
Söz konusu ödüllerin, bir gazetecilik meslek kuruluşu ya da basın
yayın fakülteleri gibi mesleğimizle doğrudan ilgili kuruluşlarca
verilmesi şartıyla!
Ülkemizde son yıllarda böyle bir moda gelişti: Değişik sivil toplum
kuruluşlarından tutun da, Papatya Yapraklarını Kaynatıp İçenler
Derneği gibi birçok ilgisiz kuruluşa kadar aklına esen herkes bir
‘gazetecilik ödülü’ veriyor. Genellikle her gazete ya da
televizyondan bir kişinin bir bahaneyle ödüllendirildiğine tanık
oluyoruz. Amaç, bu vesileyle derneğin ya da kuruluşun adından
gazete ve televizyonlarda söz ettirmek.
Bana da böyle belki onlarca ödül verildiği açıklandı; ama gidip
hiçbirini almadım.
Bu türden ödüllere ilişkin haberleri de gazeteme koymadım.
Radikal’i yönetirken de böyle yapıyordum; sanıyorum Radikal halen
bu ádeti sürdürüyor.
Bir gazetecinin mesleki başarısını takdir edebilme ehliyetine sahip
kuruluşlar bellidir. Demin de söylediğim gibi gazetecilik meslek
kuruluşları ya da ilgili yüksek öğretim kurumları. Bunlar dışında
verilen hiçbir ödülü ciddiye almıyorum. Benimle birlikte çalışan
arkadaşlarıma da bunu öğütlüyorum.
Çiğdem Toker’in aldığı ödül ise gerçek bir ‘gazetecilik ödülüdür’.
Gazetecilik meslek kuruluşunca verilen, gazetecilerden oluşan bir
jürinin seçtiği gerçek bir ödül.
Bu vesileyle Çiğdem Toker’i de kutluyor, başarılarının devamını
diliyorum.
Balkan göçmenlerine anıt
OSMANLI İmparatorluğu’nun çöküş sürecinde 1820 ile 1922 arasında
geçen bir yüz yıllık süre içinde Balkanlar’da sürdürülen ‘etnik
temizlik’ ve işlenen ‘insanlığa karşı suçların’ mağduru olan
akrabalarımızın anıları için bir anıt yapma önerim büyük ilgi
gördü.
Değişik göçmen derneklerinin yöneticileri ve göç acısını yaşamış
ailelerin çocukları, yakında bu anıt için kolları sıvayacaklar.
Okuyucularıma hassasiyetleri ve ilgileri için teşekkür
ediyorum.
Öte yandan, Balkan göçmenlerinin anısını yaşatmak üzere bir anıtın
da Kırklareli’nde heykeltıraş Tankut Öktem tarafından yapılmakta
olduğunu öğrendim.
Öktem, tanınmış bir heykeltıraş. Manisa-İzmir karayolunda,
Manisa’nın hemen çıkışında göreceğiniz ve çok beğendiğim Efe
heykeli de Öktem’in bir eseri.
Dün Öktem ile konuştum. Bana anıtın beş bölümden oluşacağını,
birinci bölümünün tamamlanmak üzere olduğunu anlattı.
Her biri 3 metre yüksekliğinde, beş metre eninde ve iki metre
derinliğinde beş tane taş blok gözünüzün önüne getirin. Her bir
blok, Balkan göçmenlerinin yaşadığı acıların değişik evrelerinin
anlatılacağı heykellere zemin olacak. Birinci blokta Balkan
Harbi’nde yenik düşen bir ordunun acıları, ikinci blokta kaybedilen
topraklarda çaresiz kalan insanların dramı anlatılacak. Bloklardan
birinde kaybedilen topraklarda yaşanan acıların verdiği direnme
gücüyle kazanılan Çanakkale Savaşı’nı anlatan heykeller yer alacak.
Diğerleri ise göç yollarında çekilen acıları, kaybedilen insanları
anlatan heykeller olacak.
Anıt yapma fikri eski Kırklareli Valisi İsmet Metin’den çıkmış.
Öktem, bu anıtları yapma fikrinin temelinde geçmişin
düşmanlıklarını canlandırma düşüncesinin yatmadığını, geçmişte
kalan insanlık suçlarının acılara sürüklediği insanların anılarını
canlı tutmak için yapıldığını vurguluyor.
Anıtın bitip kültür varlıklarımız arasına katılmasını heyecanla
bekliyorum.
Terörü lanetleyen Ermeni aydın var mı?
LOS Angeles’ta 27 Ocak 1973 tarihinde iki Türk diplomat,
Başkonsolos Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir, bir Ermeni
terörist tarafından öldürüldü.
Türk diplomatlarına yönelik terör eylemleriyle ilk kez bu olayla
karşılaştık. 4 Haziran 1994 tarihinde Atina’da Müsteşar Haluk
Sipahioğlu’nun öldürülmesine kadar geçen süre içinde 31 saldırıda
toplam 46 kişi yaşamlarını yitirdi. Büyükelçiler, konsoloslar,
kátipler, askeri ve idari ataşeler, şoförler ve tek suçları Türk
diplomatların eşleri ya da çocukları olmak olan 46 kişi...
Dün bir arkadaşım, Türk diplomatlara yönelik terör saldırılarının
bugüne kadar hiçbir Ermeni aydın tarafından kınanmadığını
hatırlattı. (Elbette aynı vatanı paylaştığımız Ermenileri
kastetmiyorum.)
Teröre karşı çıkmak, terör kurbanlarını saygıyla anmak ve
teröristleri eleştirmek günümüzde ‘aydın olmanın’ ayrılmaz bir
parçasıdır diye düşünüyorum.
Dünyanın değişik üniversitelerinde, araştırma ve sivil toplum
kuruluşlarında çalışan, 1915’teki tehcir sırasında işlenen insanlık
suçlarını ‘soykırım olarak’ niteleyen ‘aydınların’, terör
kurbanları karşısındaki bu tavırları dikkat çekici değil mi?