Mehmet Yılmaz bunu hep yapıyor
Abone olHer çalıştığı gazetede 'infial' yaratan Mehmet Y. Yılmaz'ın yakın dönem maceralarını Ahmet Kekeç kaleme aldı. İşte Kekeç'in kaleminden bir Mehmet Yakup klasiği
Her çalıştığı gazetede 'infial' yaratan Mehmet Yakup
Yılmaz, Yenişafak yazarı Ahmet Kekeç tarafından alındı. Kekeç,
Mehmet Yakup Yılmaz'ın yakın geçmişteki yapıp-etmelerini anlatınca
ortaya ilginç bir tablo çıktı. İşte Kekeç'in kaleminden bir Mehmet
Yakup klasiği
Yazı: Ahmet Kekeç
Kaynak:
Sartre, Nietzche, Kierkegaard ve tabii ki Mehmet
Yakup!
Eskiden, anasının ak sütü gibi helal olan Yakup ismini niçin "Y"
harfiyle geçiştirdiğini merak ederdim. Bir arkadaşım, "dinsel
çağrışım yaptığı için kullanmıyor" demişti ama, pek de inandırıcı
değildi. Çünkü, Mehmet ismi de dinsel çağrışım yapıyordu ve aynı
saikle ondan da vazgeçilebilirdi. Fakat Yakup Yılmaz arkadaşımız,
"Mehmet" olan ismini özenle korudu ve adeta hafızalarımıza
kazıdı.
Bu yazıyı geçen hafta (Hürriyet'in "Mehmet Yakup diyor ki: Her gün
önemlidir" anonsundan hemen sonra) yayımlayacaktım. Araya tam sayfa
ilanlar ve AB meselesi girince bugüne kaldı.
Evet, Mehmet Yakup diyormuş ki "Her gün önemlidir..." Hürriyet
refikimiz, bu çok ilginç, harikulade, hiç duyulmamış, akıllara seza
aforizmayı iki gün boyunca birinci sayfanın sol üst köşesinden
anonsladı. Sonra da, değerli yazarın, artık günlük yazılarıyla
aramızda olacağını müjdeledi.
Bu güzel müjdeyi değerlendirmeye başlamadan önce, Mehmet Yakup'un
aforizma, savsöz, darbımesel değerinden öte, bir teze, bir iddiaya,
(hadi bir kıyak geçelim kendisine) bir felsefeye işaret eden lafını
irdeleyelim azıcık.
Her gün önemlidir, tamam da; bu konuda karşıt bir önerme, bu
önermenin istinad ettiği bir felsefe, yahut gözümüzün içine baka
baka "Hayır, hiçbir gün önemli değildir" diyen bir müddei mi var
ki, Mehmet Yakup bizleri her günün önemli olduğuna inandırmaya
çalışıyor.
Hem, Mehmet Yakup kim ki, sıradan bir laf olmaktan öte değer ifade
etmeyen bu cümle birdenbire önem kazanıyor? Üstelik bunu Sartre,
Nietzche, Kierkegaard filan da değil, Mehmet Yakup söylüyor...
Haksızlık etmek istemem ama, bana birazcık Kenan Evren'in
vecizelerini hatırlattı. Evren de, devr-i saadetinde, olur olmaz,
"Orman milli servettir", "Ateş felaket getirir" türünden laflar
eder, TRT televizyonu da "ibrik" ve "necefli maşrapa" eşliğinde
çerçeve içinde sunardı bunları. Anlardık ki, orman milli servettir
ve ateş felaket getirir.
Birileri Mehmet Yakup'u kekliyor muydu yoksa?
Belki de Ertuğrul Özkök'ün başının altından çıkıyordu bu çılgın
fikirler.
Olabilir miydi?
Neyse... Şimdi gelelim, önce Sabah grubuyla anlaştığı söylenen,
sonra da Doğan grubunda kaldığı ilan edilen Mehmet Yakup Yılmaz'ın
Hürriyet yazarlığına.
Önceki performansına bakarak çılgın bir Türk yazarı olacağını
tahmin ettiğimiz Mehmet Yakup, anlaşılan Fatih Altaylı'dan boşalan
yeri doldurmak için konuşlandırıldı o köşeye.
Hayırlı uğurlu olsun diyoruz.
Mutlaka iyi bir insandır, mutlaka başarılı bir gazetecidir,
muhtemelen güzel yazılar yazacaktır ve havasını bulduğunda "Her gün
önemlidir" türünden hiç kimsenin aklına gelmeyen laflar edecektir
ama, bence bir imaj sorunu var değerli yazarın. Nasıl derler, fazla
seveni yok. Çünkü, gittiği yerlerde infialle karşılanıyor.
Sabah grubuyla pazarlığa oturduğunda Aktüel yazarı Ahmet Altan
istifa etmişti. Hürriyet'te yazacağı kesinlik kazanınca da Murat
Bardakçı ("Ben bu adamla aynı çatı altında çalışamam" diyerek)
gazeteyle yollarını ayırdı. Medyatava'dan istihbar ettiğimize göre,
Ahmet Hakan da rahatsızlığını Ertuğrul Özkök'e iletmiş.
Mehmet Yakup, dün, özür anlamına gelen bir yazı yazdı ve aile boyu
ajanlıkla suçladığı Bardakçı'nın gönlünü aldı.
İyi de yaptı.
Kırdıklarıyla bir şekilde halleşmesi gerekiyordu. Bence Ahmet Altan
ve Ahmet Hakan'a da bir özür borcu var. İlkini, "Fransız Ahmet"
diye manşetten "vatanseverlere" hedef göstermiş, ikincisini de
(yine manşetten) yolsuzlukla suçlamıştı. İleriki vadede, iki
Ahmet'ten de özür dileyeceğini zannediyorum.
Fakat benim korkum şu: Gittiği yerlerde infialle karşılanan Mehmet
Yakup Yılmaz, olur a, bir gün Yeni Şafak'a gelmeye kalkarsa ne
yaparız?
Daha doğrusu ben ne yaparım?
İsmi "Ahmet" olan yazarlardan hoşlanmadığını zannettiğim Mehmet
Yakup Yılmaz, kendisiyle ilgili olmayan bir benzetmeyi (niyeyse)
üzerine alınıp bu satırların yazarını mahkemeye vermiş, o zamanın
(5 yıl öncesinin) koşullarına göre "yüklü" sayılabilecek bir
tazminat kazanmıştı. Üstelik, normal tahsilat yoluna gitmemiş, bir
de "haciz mekanizmasını" devreye sokmuştu. Böylece, "meslektaşının
maaşına haciz koyduran ilk gazeteci" olarak altın harflerle Türk
basın tarihine geçmişti.
Büyük konuşmak istemiyorum ama, beni "özür" kesmezdi...