Mehmet Eymür'den olay açıklamalar
Abone olMİT eski yöneticisi Eymür'den olay açıklamalar. MİT'in en önemli birimlerinden biri olan Kontr-Terör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür bir dönemin sır perdesini araladı.
MİT’in Abdullah Öcalan’a yönelik iki suikast girişimini yöneten
kıdemli istihbaratçı Mehmet Eymür Aksiyon’a konuştu:
Özdemir Sabancı suikastında DEV-SOL taşerondu
Yeşil gibi 100 tane daha adam var
Bir CHP milletvekili MİT’e bilgi veriyordu
İstihbarat hayatına 1965'te İstanbul sokaklarında Rusları takiple
başlayan Mehmet Eymür, 1998'e gelindiğinde Milli İstihbarat
Teşkilatı'nın (MİT) en önemli birimlerinden biri olan Kontr-Terör
Dairesi’nin başkanıydı.
İstihbaratçılık görevinde sayısız olayın içinde yer almasıyla Türk
istihbarat tarihinin en ilginç isimlerinden biri olan Eymür, MİT'in
1995 sonu ve 1996 başlarında Suriye ve Lübnan'da PKK lideri
Abdullah Öcalan'ı ortadan kaldırmak için yaptığı iki suikast
girişimini yöneten kişiydi.
1998'de önce MİT'in Washington temsilciliğine atanan, ardından
merkeze çağrılarak emekliye sevkedilen Eymür, eşi ve kızı ile
birlikte Washington'a yerleşti. Geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye
gelip bir süre kalan Eymür, ABD'ye dönüşü öncesinde Aksiyon'a
konuştu ve bugüne kadar bilinmeyen pek çok olayı ilk defa anlattı.
Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay'ın bazı MİT belgelerini
yok ettiğini ve bu belgeleri MİT'in kayıtlarından sildirdiğini öne
süren Eymür, Ermeni terör örgütü ASALA'ya karşı Abdullah Çatlı ve
diğer kişilerin görev aldığı Avrupa'daki operasyonları Ankara'dan
yöneten kişinin; o tarihte MİT'te Avrupa işlerine bakan (Kenan
Evren'in kızı) Şenay Gürvit olduğunu söyledi.
Özel Harp kökenli MİT yöneticilerinden olan emekli Yarbay Yavuz
Ataç'ın, "Gladyo denen yapıyı yönettim" sözlerine değinen Eymür,
"Yavuz Ataç, Mesut Yılmaz'a, 'Ben Gladyo'nun kurucusuyum' demiş.
Bunu bana Mesut Yılmaz söyledi" diyor. 1980 öncesinde Cumhuriyet
Halk Partisi Erzincan Milletvekili Nurettin Karsu'nun MİT'e bilgi
verdiğini açıklayan Eymür, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın
Yunanistan'da katıldığı gizli operasyon konusundaki sorularımıza da
cevap verdi.
MİT’in Yunan amirali öldürme planı
Milli İstihbarat Teşkilatı, Yeşil'in de görev aldığı 1996'daki bu
operasyonda, Bekaa Vadisi'ne gidip Abdullah Öcalan ile görüşen
Yunanistan Deniz Kuvvetleri'nde görevli istihbaratçı Amiral Adonis
Naksakis'i öldürmeyi hedefledi. Ancak, suikast girişiminde görev
alan Yeşil ve diğer kişiler, trafikte ters yola girince Yunan
polisine yakalandı. Birkaç gün sorgulanan ekip, suikast planını
deşifre etmeden serbest kalıp Türkiye'ye döndü. MİT'in hedefindeki
Amiral Naksakis, 1998'de Suriye'yi terk eden Abdullah Öcalan'ı,
Rusya'dan Yunanistan'a, oradan da Kenya'daki Yunanistan
Büyükelçiliği'ne götüren kişi olarak sahneye çıktı. Hatta Öcalan,
Atina'da bir gece Naksakis'in evinde kaldı. İşte istihbaratçı bir
babanın oğlu olan Mehmet Eymür'ün bütün bu olaylardan Uğur Mumcu,
Abdi İpekçi ve Hiram Abas suikastlerine kadar uzanan ve büyük
tartışmalara yol açacak açıklamaları...
-1987'de Özel Harp Dairesi'nden ayrılarak MİT'e giren ve teşkilatta
bir ara sizin yardımcınız olarak da görev yapan emekli yarbay Yavuz
Ataç, "Gladyo denen yapıyı ben yönettim" diyor.
Yönettim demekle az söylemiş. Ben 1996 Aralık ayında Mesut
Yılmaz'la görüştüğümde Yılmaz, Gladyo'yu kuran adam diye ondan
bahsetti. Yavuz Ataç, Mesut Bey'le görüşürken, Gladyo’yu ben kurdum
diye kendini takdim etmiş. Bunu başka yerlerde de söylediğini
biliyorum.
-Yavuz Ataç, 26 Eylül 1990'da bir suikaste kurban giden eski MİT
Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas olayı için, "Onu DEV- SOL'un
öldürdüğüne inanmıyorum" diyor. Hiram Bey daha iyi korunabilir
miydi, sizin olaya bakışınız nedir?
Şüphesiz daha iyi korunabilirdi, ama bu benim görevim değildi.
Hiram Bey, takip edildiğini MİT İstanbul Bölge Başkanına söylemiş,
tedbir almamışlar. Plaka veriyor, şu plakalı arabadan
şüpheleniyorum diyor. Hiçbir tedbir almamışlar. Daha sonra bu
plakanın araştırması yapıldı, bir öğretmenin üzerine kayıtlı
çıkmış. Sonradan tahkikat dosyasına da baktım. Maalesef Hiram
Bey'in ölümü hakkında doğru dürüst bir çalışma yapılmamış. 1991'de
George Bush Türkiye'ye geldiğinde öldürülen bir DEV-SOL elemanı
vardı. Hiram Bey olayı onlara bağlandı, gitti. Tabii, DEV-SOL
enteresan bir teşkilat. Özdemir Sabancı olayındaki gibi, bazen
sanki taşeronluk yapıyor görünümü var. Ama kimin taşeronluğunu
yapıyor, onu kestirmek biraz zor. Yalnız, Yavuz Ataç, suikastin
solcular tarafından yapıldığına inanmıyorum diyor. O zaman ağzında
bir şey geveliyor. Bildiği bir şey varsa onu açıklasa iyi
olurdu.
Mumcu suikasti bir devlet işi
-Yavuz Ataç, "MİT, Uğur Mumcu cinayeti ile pek ilgilenmedi"
diyor.
Orada dikkat çeken bir şey var. Yavuz Ataç, Uğur Mumcu olayında
görevli olmadığı halde gidip orada araştırma yapmış. Enteresan bir
yaklaşım. Hiç görevi olmadığı halde olay yerine gitmiş. Zaten,
müsteşar da, keşke bana söyleyip gitseydin demiş. Çünkü bir görevi
yok. Yavuz Ataç, bir bomba uzmanıymış gibi gitmiş orada araştırma
yapmış. Niye yapmış, ne sebeple yapmış belli değil.
-Siz, Uğur Mumcu ile teşkilatın bilgisi dahilinde sık görüşen bir
kişi olarak biliniyorsunuz.
Sık görüşen değil, ama görüşüyorduk. Tabii teşkilata bilgi
veriyordum. Uğur Mumcu evime gelirdi, ben de birkaç kere onun evine
gittim. Telefon ederdi, sorardı. Uğur Mumcu'yu severdim. Hatta beni
niye dinliyorlar derdi. Siz iyi bir kaynaksınız, onun için
dinliyorlar. Size gelen bilgi maşallah, derdim.
-Dinleniyor muydu?
Dinlendiğini söylüyordu. Herhalde dinleniyordu.
-MİT mi dinliyordu?
Herhalde. Dinlendiğini söylediğine göre herhalde bir yerlerden
kulağına birşeyler geliyordu.
-Uğur Mumcu ölümünden önce PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Ankara
Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenci iken MİT'le ilişkisi olup
olmadığını araştırıyordu. Öcalan'ın MİT'le yolunun kesişip
kesişmediğine dair size bir sorusu oldu mu?
Ben kesiştiğine dair hiçbir şey bilmiyorum. Yalnız yakın
çevresinden bazı insanların kullanıldığını, ta Ankara'dan itibaren
bazı dinlemeler filan yapıldığını, fakat gittikçe hareketin
genişlediğini biliyorum. Esasında faaliyet (Öcalan ve PKK) uzun bir
müddet kontrol altında tutulmuş. Bunun bir kısmının Öcalan da
farkına varmış. Sonra, iş büyümüş, büyümüş ve kontrolden çıkmış.
Ama bunları teferruat olarak bilmiyorum. Çünkü üzerinde çalıştığım
bir konu değil. O tarihlerde bu iş Mikdat Alpay'ların yürüttüğü bir
faaliyetti. Yıkıcı faaliyetler ve komünizm Mikdat Alpay'ların
mesuliyetindeydi.
-Siz Uğur Mumcu cinayeti için, "Bu işin arkasında bir Batı ülkesi,
Türkiye'nin laiklikten ayrılıp sağa kaymasını istemeyen ülkelerin
gizli servisleri olabilir" diyorsunuz.
Bu bir yaklaşım şekli. Uğur Mumcu gibi bir adamın Türkiye'de
öldürülmesi, genel olarak istikrarı bozmak için olabilir, ikinci
olarak böyle önemli bir ismi öldürüp halk üzerinde infial meydana
getirmek için olabilir. Yani sağa kaymaya karşı bir baskı unsuru
oluşturmak için böyle bir suikast yapılabilir.
-Mumcu cinayetleri ve benzerleri devlet desteklidir diyorsunuz.
Devlet dediğim, arkasında bir devlet var anlamında. Türk devleti
manasında demedim. Türk devleti de dahil, bu olayın arkasında bir
devlet olduğunu söylüyorum.
-Türk devletinin içindeki bazı unsurlar
dahil...
Dahil, olabilir. İhtimaller içinde. Gözardı etmemek lazım.
-Uğur Mumcu ile Bahriye Üçok cinayetlerinin aynı, Muammer Aksoy ve
Turan Dursun suikastlerinin ise ayrı nitelikte olduğunu
belirtiyorsunuz...
Yapılış şekilleri, teknikleri gibi genel bilgilerden hareketle
söylüyorum. İlk ikisi bombayla, diğer ikisi silahla yapıldı.
MİT’in Çeçen mafyasına verdiği görev
-Abdi İpekçi cinayeti için ise şöyle diyorsunuz: "Sovyetler ve
Bulgarlar bazı mafya babaları vasıtasıyla MHP ve ülkücülere hulul
etti, Türkiye'de Abdi İpekçi cinayeti, Bahçelievler katliamı, Adana
Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul cinayeti gibi provokatif ve güvenlik
güçlerini sağ mihraklar üzerine yönlendiren operasyonları
planladı."
Tabii... Bu Bulgaristan bağlantıları, Papa olayı, Bekir Çelenk
filan, hepsini ben Rus-Bulgar faaliyeti olarak düşünüyordum. İpekçi
cinayetinin arkasında Abuzer mabuzer olduğuna göre, benim
yaklaşımım buradan. Abuzer'in Bulgarlara çalıştığını biliyorduk
zaten.
-Ama Abuzer Uğurlu'yu
MİT de kullanmış...
Eh işte, ne kadar kullanmış, ne kadar kullanılmış. Kaçarken
yakalanmış, biraz da mecbur kaldığı için, tamam bilgi vereceğim
demiş, ama ne kadar vermiş?
- 1988-94 arasında MİT'te değildiniz. Abdullah Öcalan'a yönelik
suikast operasyonlarını yönetmek üzere 1994'te geri döndünüz.
Bana dönüş teklifini getiren kişi Şenkal Atasagun. Böyle bir şey
düşünüyoruz, ben seni teklif ettim, çünkü Kontr-Terör'ün başına
gelip bu faaliyetleri yürütecek olan tek kişi sensin dedi.
Düşünülebilir dedim. Bir ara Ankara'ya geldim. MİT Müsteşarı Sönmez
Bey'le tanıştım, yemek yedim. Bu arada bir başka arkadaşım beni
Tansu Çiller'e tavsiye etmiş. Bir de Çiller çağırdı, onlarla
görüştük. Sonra, gel göreve başla dediler, başladık.
-Size Öcalan ortadan kaldırılacak, diye somut bir teklif mi
yapıldı?
Kontr-Terör'ün başına gelecek, bu işi yapacak kişi sensin dendi.
Zaten Öcalan belası o zaman vardı. Şunu söyleyeyim; ben geldiğim
zaman, PKK'nın kamplarının yeri dahi bilinmiyordu. Öcalan'ın nerede
olduğu bilinmiyordu. Daha önce bazı eski Avrupalı gruplara, eski
bir İngiliz özel harpçisine, bazı Hollandalı özel harpçilere, Çeçen
mafyası gibi gruplara Öcalan'ın ortadan kaldırılması ihale edilmiş.
Hep paralar gitmiş, hiçbir iş de yapılmamış. Bu işler için büyük
paralar sarf edilmiş. Ama Öcalan'ın yerini bile bilen yoktu. Biz
gittik, ondan sonra bu faaliyet başladı. Taşeronlara çok büyük
paralar gitmiş.
-Bunların içinde yerli insanlar da var mı?
Yerli, yabancı hepsi var. İstihbarat kökenli, asker kökenli
birtakım adamlar, bir vesileyle geliyorlar, biz yaparız bu işi
diyorlar. Bizimkiler de ihaleyi, paraları vermişler. Hepsi
gitmiş.
-Giden para birkaç milyon dolar
kadar var mı?
Herhalde üst üste konulursa var. O işlerin parasal yönlerini de
Yavuz Ataç idare etmiş.
-Binbaşı Kaşif Kozinoğlu gibi özel harpçi bazı subay ve
astsubayları MİT'e almanız bu süreçle başladı değil mi?
Evet.
-Peki Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım?
Yeşil çok sonra...
MİT neden Öcalan’ı ortadan kaldıramadı?
-İşe nasıl başladınız?
Tabii önce birtakım çalışmalar yaptık. Suriye ve Lübnan'da bazı
imkanlar oluşturduk. Devlette o zaman bilgi yoktu. Halve diye
Bekaa'da terk edilmiş bir kamp vardı, onun dışında Öcalan'ın nerede
olduğu bilinmiyordu. Bir sürü de taşeronlardan alınan ve birbirini
tutmayan yalan yanlış bilgiler vardı.
-Bütün bu çalışmalardan sonra neden MİT'in Öcalan'a yönelik iki
suikast girişimi başarısızlıkla sonuçlandı?
Çok başarısız oldu diyemem. Büyük bir merhale aldık. Ama Abdullah
Öcalan'a yönelik nihai şeyde, bir başarısızlık oldu. Onun da
mesuliyeti tabii ki bize ait. Başarısızlık dediğim, netice
alamadık. Yoksa, Suriye'yi ve Öcalan'ı hayli korkutan bir eylem
yapıldı. Suriye'nin sonradan Öcalan'ı bırakmasının nedenlerinden
biri de Şam'daki o patlamadır. En azından işin ciddiyeti
anlaşılmıştır. Beyrut'taki operasyonda ise Öcalan gelmediği için
patlama olmadı. O eve gelseydi, halledecektik. Tabii çok mani olan
şeyler oldu. Mesela, Genelkurmay'dan patlayıcı talebinde bulunduk.
Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'ndan almamız söylendi. Gölcük'ten
bir ton patlayıcı almamızdan sonra, nasıl olduysa bu iş Cumhuriyet
gazetesine haber olarak sızdı.
-Yani Öcalan'a yönelik suikast girişimleri sabote mi edildi?
Evet. Hem teşkilat (MİT) içinden hem dışından sabote edildik.
Ayrıca dış konjonktür de müsait değildi. Nitekim şartlar uygun hale
gelince Amerika Öcalan'ı Kenya'da bize teslim etti.
-Yeşil, sizin Öcalan'a yönelik bu iki operasyonunuzda kullanıldı.
Ama Yeşil'i üç operasyonda kullanmışsınız. Yeşil'in kullanıldığı
üçüncü operasyon Yunanistan'da mı oldu?
Ben yer olarak söylemeyeyim, ama böyle bir şey çıktıysa, herhalde
doğrudur.
-Peki Yeşil Yunanistan'daki bu operasyon sırasında Yunan polisinin
eline düştü mü?
Öyle bir olay olması lazım, evet.
-Oradaki faaliyet neydi?
Yine PKK ile bağlantılı hedefler. (Yunan Amiral Adonis
Naksakis)
-Yeşil yalnız mı gitmişti?
Yok, yine bir ekip vardı. Hem kendi personelimizden arkadaşlar
vardı, hem de Yeşil ve diğerleri.
-Şimdi Yeşil'i Yunanistan'daki bu operasyondan sonra, Beyrut'a
yurtdışı göreve gönderiyorsunuz. Ve Yeşil Beyrut'tan döndükten
sonra 1996 sonunda birdenbire ortadan kayboluyor. Sizin
kullandığınız bir eleman nasıl bu şekilde ortadan kayboluyor?
Şimdi siz elemanı böyle bir memur gibi her gün gelip giden bir adam
gibi düşünmeyin. Eleman ihtiyaç duyuldukça görülen, gerek
görüldükçe görüşülen bir adam. Onun için, kaybolduktan sonra bizim
bulamamış olmamız gayet doğal. Çünkü Yeşil zaten bizim zaman zaman
gördüğümüz, bir işe yolladığımız zaman gelip raporunu yazan, ondan
sonra gene ortalardan kaybolan, gerektiğinde telefonla irtibat
kurduğumuz, gerektiğinde gelip yüz yüze konuştuğumuz bir adam. Ama,
gerekçe de yoksa, yeni bir şey olana kadar, ona bir görev
vermeyeceğimiz için beklemeye geçecektir.
Yeşil’in Ankara’daki özel sorgu yeri
-Yaptığınız araştırmadan ne çıktı?
Çok araştırdık. Çağrı cihazı vardı, onu araştırdık. Kullandığı
telefon vardı ona baktık. Arabası kayboldu, onu arattırdık. Arabası
bir sene sonra filan ortaya çıktı. Ayrıca bizim dışımızda da, yeni
müsteşar (Şenkal Atasagun) geldikten sonra, Yeşil'le ilgili bir
ekip kurarak, hem yurtiçinde hem yurtdışında Yeşil'i bulmaya
çalıştılar. Araştırdılar. Benim haricimde kapsamlı bir çalışma
yapıldı. Ben Amerika'daydım. Devlet bunu senelerce kullanmış.
Hüviyetler vermiş, toplantılara katılmasını sağlamış. Bizim
kullandığımız kısa bir periyot. Ve tamamen yurtdışı faaliyetlerle
ilgili. Jandarma kullanmış, polis kullanmış, asker kullanmış. Her
yere girmiş, çıkmış. Sıkıyönetim toplantılarına kadar katılmış
adam. Cumhurbaşkanlığı'na gitmiş. Orada tanıdığı var, burada
tanıdığı var. Her yere giriyor, çıkıyor. Ben bir adam tanıyorsam, o
onbeş, yirmi kişi tanıyordu. Yeşil diye bir adamı çıkardılar, ama
devlete bu tür şeyler yapan Yeşil gibi 50-100 tane daha adam çıkar.
Bizim Yeşil'le temasımız son derece tahditlidir. Eğer biz Yeşil'i
kullanmasaydık, bir serseri mayın gibi ortada kalırdı. Elinde
silahlar, patlayıcılar, aldığı kişileri Ankara'da sorguladığı özel
bir sorgu yeri bile vardı. Topladığı paraları ilişkide olduğu
kişilere (devlet görevlilerine) dağıtıyordu. Ben MİT'e geldiği bir
gün bunu Mehmet Ağar'la da konuştum. Müsteşar'ın yanında konuştum.
Bu adamı ortalarda bıraktınız dedim. Onu bir bakalım, konuşalım
dedi.
-Ankara'daki özel sorgu yerinde
neler yapmış?
Valla kimleri alıyordu, ne yapıyordu bilmiyorum. Biliyorsunuz Cem
Ersever olayında da adı geçer. Ama ben onun arka planı hakkında
bilgi sahibi değilim. Yalnız elindeki malzemeyi aldık. Bütün
bildiğim, devletle çalıştığıdır. Resmi makamlarla irtibatlı bir
adam olarak biliyorum. Ona ne gibi görevler vermişler. Ne
yaptırmışlar. Arada sohbetvari konuşurken bir kısmını öğreniyorduk.
Bir kısmını da hiçbir zaman öğrenemedik.
-Ama bir ara esaslı bir sorgudan geçirmişsiniz?
Evet ama, o sorgu daha ziyade İstanbul'da iki İranlının öldürülmesi
ile ilgiliydi. Ondan şüphelendiğimiz için sorguladık. Ama temiz
çıktı.
-Bu sorgunun görüntülü kaydı da var mı?
Zannedersem var. Bende bir kısmı duruyor, kendimi savunmak için.
Mahkemeye çıktığımda da söyledim. Kendimi korumak için bir takım
şeyleri bulunduruyorum dedim. Yoksa, yok deseler ne olacak?
Diyorlar da.
ASALA operasyonlarının
perde arkası
-İlk görüşmemizde, Abdullah Çatlı'yı sorguya alacaktım, ama
alamadım dediniz?
İzin verselerdi alacaktım. Müsteşar izin vermedi.
-Ne zaman almak istediniz?
MİT elemanı Tarık Ümit kaybolduktan sonra.
-Nasıl alacaktınız?
Kolay canım, işimiz o bizim. Ankara'ya geldiğinde Sheraton otelinde
kalıyordu. Kimsenin haberi olmadan alacaktım. Herkes arayacaktı, o
adam ne oldu diye.
-Müsteşar neden izin vermedi?
Siyasi irtibatları çok diye. Herkesle görüşüyordu. Birçok
parlamenterle görüşüyordu.
-Peki MİT Çatlı'yı sorguya alsaydı,
neler olurdu?
Hiçbir şey olmazdı. Biz sağlam çıktıktan sonra, ifadesini aldıktan
sonra, hiçbir şey olmazdı. Çatlı'yı içeri attıracak kadar bilgiyle
çıkardık. Devlet içindeki bu yapılanmayı ortaya çıkarırdık,
çözerdik, hukuka intikal ettirirdik. Delillendirme çalışmalarını
yapardık. Zaten elimizde bir sürü bilgi vardı.
-Yani Çatlı'yı mahkemeye çıkaracaktınız?
Tabii. Zaten yapılması gereken şey oydu. Çünkü artık devletin
güvenliği safhasını aşmış, devletin güvenliğine zarar verir hale
gelmişti.
-O zaman Mehmet Özbay kimliğini kullanıyordu. Sorgulasaydınız,
gerçek kimliğini deşifre edecek miydiniz?
Tabii. Zaten gerçek kimliğini biliyorduk.
-Ama gerçek kimliğini Susurluk kazası olduğu güne kadar
açıklamadınız...
Kime açıklayacaksınız? Birisi çıkmış diyor ki, neden ihbar etmedi?
Kimi kime ihbar edeceksiniz?
-ASALA operasyonlarına gelirsek, 1982'de yurtdışına çıkarılan veya
yurtdışında temas kurulan ülkücülerin bu işte görev alması nasıl
oldu?
Muhatap alınan kişi Abdullah Çatlı. Onunla konuşuluyor.
-Abdullah Çatlı ile kim temas kuruyor?
Çatlı ve Avrupa'daki ASALA operasyonları tamamen MİT İstanbul Bölge
Başkanlığı'nın, o zamanki Bölge Başkanı Nuri Gündeş'in ve Metin
Günyol'un yürüttüğü bir şey. Nuri Gündeş üst yönetici olarak işin
başındaydı. Sonra Ankara'ya tayin oldu, orada da devam etti.
Ankara'da Müsteşarlık'ta da Şenay Gürvit (Dönemin Cumhurbaşkanı
Kenan Evren'in kızı) dış operasyonlara bakıyor o zaman. Karargahta
o var. Operasyonun aktif sorumluluğu, alan sorumluluğu Metin
Günyol'da. Masa sorumluluğu ise Nuri Gündeş ve karargahta o tarihte
dış istihbarata bakan masada çalışan Şenay Gürvit'te. (Şenay
Gürvit’in eşi Erkan Gürvit de bu tarihte Çankaya Köşkü’nde
kayınpederi Kenan Evren’in yanında MİT’in Cumhurbaşkanlığı
temsilcisi olarak görev yapıyordu. MİT’in ASALA’ya yönelik
Lübnan’daki operasyonlarını organize ve icra eden kişi ise, Erkan
Gürvit ile yakın arkadaşlığı olan eski MİT Müsteşar Yardımcısı
Hiram Abas’tı.)
-MİT Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay'ın, MİT'in bazı belgelerini
yok ettiğini iddia ediyorsunuz...
Evet, çok ciddi bir şekilde yok edildi. Yok edilen belge önemli bir
belgedir. İkinci MİT raporu diye bir kısmı çıkan belgenin esası,
benim başkanı olduğum Kontr-Terör Dairesi'nden ilgili bölgelere
dağıtıldı. Müsteşar adına yazdım ve yolladım. Bunları
toplattırdılar. Ondan sonra Mikdat onların kayıtlarını da
sildirmiş.
-MİT kayıtlarında şimdi bu belgeler yok.
Yok. Ama bende var. Ben yolladığım belgeyi biliyorum. Onları
toplattırdılar, ama ne oldu? Susurluk kazası oldu. Raporda yazılan
her şeyin doğru olduğu da çıktı.
MİT’e bilgi veren CHP milletvekili
-Son olarak, istihbarat hayatınızdaki çok ilginç bir olayı sorayım.
1979'da CHP Erzincan milletvekili Nurettin Karsu'nun oğlunu
dövdüğünüz gerekçesiyle Başbakan Bülent Ecevit'in talebiyle MİT'ten
çıkarılıyorsunuz.
O olay önemli bir faaliyetle ilgiliydi. Bir yabancı büyükelçiliğe
bir yerleşme yapılıyordu. Hedef bir ülkenin elçiliğine mikrofon
yerleştiriliyordu. Olay, o çalışma sırasında oldu. Nurettin
Karsu'nun oğluyla bizimkilerin sıradan bir trafik sürtüşmesi olmuş,
bizim teknisyenleri dövmüşler. Onlar gelip bize söyleyince, biz de
acaba olay bizim yaptığımız faaliyetle mi ilgili diye, bu
milletvekilinin iki oğlunu alıp karakola götürelim dedik. Ana avrat
küfür ettiler. Birini yakaladım, diğeri kaçtı. Aldığımı biraz
tartakladım, tekrardan evine bıraktırdım. O zaman hükümette
dengeler çok kritikti. Ecevit bir sandalye ile iktidardaydı.
Oğlanın babası Nurettin Karsu'nun da içinde olduğu 11 Doğulu
milletvekili Ecevit'e, ya bu adamları MİT'ten kovacaksınız ya da
biz istifa ederiz, diyorlar. Mecburen bizim tayinimizi çıkardılar.
Beni Maocuların yuvası olan Devlet İstatistik Enstitüsü'ne
gönderdiler. Bir sene rapor aldım. O arada ihtilal oldu zaten.
Nurettin Karsu'yu da, sakıncalı milletvekilleri arasında içeriye
aldılar. Ondan sonra davasını geri aldı. Fakat ilk başta bana çok
silah gösteriyordu. Bir gün yine "Seni mahvedeceğim" deyince, "Bak
Nurettin Efendi fazla şey ediyorsun. Eski elemanımızsın diye
sesimizi çıkarmıyoruz." dedim. "Öyle bir şey yok" dedi. "El
yazısıyla yazdığın raporların duruyor" dedim. Manisa'da bir yerde
büyük bir fabrikada çalışırken, MİT'e bilgi veriyormuş. Bu
konuşmamızdan sonra bir daha sesi çıkmadı.
Nurettin Karsu'dan Eymür'e cevap
Kaynak: Aksiyon