Mehmet Ali Ilıcak'tan annesi Nazlı Ilıcak hakkında bombalar
Abone olPeki annesi Nazlı Ilıcak'ın cemaate desteği için ne düşünüyor Mehmet Ali Ilıcak? Neden "Annem duvar gibidir, dinler ama kendi bildiğini yapar" diyor?
İNTERNETHABER.COM – ÖZEL
İÇERİK
Bir zamanların en popüler medya patronlarından biriydi Mehmet Ali Ilıcak. Tercüman'ın patronu Kemal Ilıcak ile ünlü yazar Nazlı Ilıcak'ın oğlu Mehmet Ali Ilıcak'ın medya ile ilişkisi bununla sınırlı değildi... Bugüne kadar 8 gazete kurdu. Hepsini sattı. Kurduğu televizyon kanalları Azerbaycan'da Türkiye'de yayın yapıyor.
Son dönemde sadece annesi Nazlı Ilıcak'ın cemaati destekleyen açıklamalarına Twitter üzerinden yazdığı yanıtlar ile gündeme gelmiyor Mehmet Ali Ilıcak... Yaptığı açıklamalar da dikkat çekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile 1991 yılından beri tanıştıklarını kendisinin içkiyi bırakmasında Erdoğan'ın sözlerinin rolü olduğunu, hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hediye ettiği Kur'an-ı Kerim'den başka bir şey okumadığını söylemesi ile konuşulmuştu Ilıcak.
Peki annesi Nazlı Ilıcak'ın cemaate desteği için ne düşünüyor Mehmet Ali Ilıcak? Neden "Annem duvar gibidir, dinler ama kendi bildiğini yapar" diyor?
Kendisini AK Parti seçmeni ve şeriatçı bir müslüman
olarak gören Ilıcak, neden "ben laik değilim"
diyor?
Mehmet Ali Ilıcak 17-25 Aralık süreci için ne düşünüyor? Hükümetin ve "yaptığı üç hareket benim hayatımı değiştirdi" dediği Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sık sık çok sert polemiğe girdiği Aydın Doğan için ne diyor?
İşte o röportaj:
Hande Aydemir: Öncelikle çok teşekkürler bizi kabul ettiniz. Gündeme hep Nazlı Ilıcak ve oğlu Mehmet Ali Ilıcak olarak geliyorsunuz. Ama ben önce 1 AN televizyonu soracağım. Gazeteci Rauf Tamer'in oğlu Emir Tamer ile birlikte bir kanal kurdunuz. “Ben medyadan elimi ayağımı çekiyorum, hiç bir şey yapmayacağım” demiştiniz halbuki. Sonra 1 AN TV ile bir anda karşımıza çıktınız. Neden?
Mehmet Ali Ilıcak: Şimdi medyadan çıkıyorum derken, “gazetecilik yapmayacağım” anlamında demiştim. Televizyonculuk zaten yaptığımız bir işti. Bizim bir kaç tane yabancı televizyon kanalımız vardı, Azerbaycan'da vardı mesela. Aklıma hiç gelmemişti Türkiye'de yayıncılık yapmak. Hatta üç tane kanal kurduk esasında. Biri film kanalı, western filmlerini yayınlıyoruz; siyah beyaz klasik filmler. Bir diğeri dini ağırlıklı bir kanal. Üçüncüsü de 1 AN TV. Şunu istedim. Birkaç televizyon kanalı kapandı biliyorsunuz. Medyada bir şeylerin üzerine binmek lazım büyüyebilmek için, yükselen değerlerin, ya da kaybolan akımların üzerine binmek lazım. Biraz onların yerini tutabilir miyiz diye... Mesela kapanan TGRT, yayını sonlandırılan Samanyolu, Kanal Türk... Bunların kendine göre bir seyirci kitlesi vardı. Bizim 1 AN TV'yi oturtmak istediğimiz yer muhafazakar bir life style kanalı. Bu TGRT'nin, Kanal Türk'ün olduğu yer. Oraya konumlandırmaya çalışıyoruz. Böyle bir ihtiyaç olduğunu hissettim.
MEDYA PATRONUYKEN ÇOK GÖZÖNÜNDEYDİM
H.A.: İhtiyaç olduğunu mu hissettiniz yoksa bir yerden bir çağrı mı geldi?
M.A.I.: Bir çağrı değil. Bizim öyle eskisi gibi önde olma, görünme gibi bir şeyimiz yok. Ben 1 AN TV için röportaj bile vermiyorum. Gözönünde olmayı seven bir insan değilim ben. Ben 1988'de işe başladığımda odama mobilya filan almıştım. Rahmetli babama gösterince “Oğlum biz bunları geçeli çok oldu” demişti. NE dediğini anlayamamıştım. Şimdi bakıyorum ki, odanın, ofisin, bunların hiç birinin manası yok. İnsanın yaptığı herşey kendi beyninde. Biraz daha mütevazi bir hayat yaşamayı tercih ediyorum artık.
H.A.: Sizin hayatınız ama zaten mütevaziydi.
M.A.I.: Ama çok gözönündeydik. Gazete sahibiyken çok gözönünde oluyor insan. İstemiyorum artık. Şu rahatlığımı tercih ediyorum. Hayalimde bir medya patronu olmak gibi bir şey yok artık. Geçtik, o defterleri kapattık. Gazeteyi sattık, Bugün gazetesini. O aktif medya hayatına da dönmem bir daha artık.
BUGÜNE KADAR 8 GAZETE KURDUM KÂR ETMEYİNCE SATTIM
H.A.: Gazeteleri alıyorsunuz, kuruyorsunuz hatta, belli bir yaşa getiriyorsunuz, belli bir yere getiriyorsunuz ve satıyorsunuz.
M.A.I.: Yap-İşlet-Devret. Hep öyle oldu. Akşam'ı yaptık sattık, Güneş, Alem, Platin...
H.A.: Bunlar marka da oldular.
M.A.I.: Ben 8 üzerinde gazete kurmuşumdur bugüne kadar her halde. Hepsiniz de sattık. Satma sebebimiz de ekonomik. Ben ticari olarak bakarım. Bir iş ticari olarak para kazanmıyorsa, ben onu sürdüremem. Bakıyoruz bizim yayınlara dünya kadar para harcanmış, zarar etmişiz. Ee napıyorlar, gazete sırtından, onun verdiği güç ile başka işler yaparak para kazanıyorlar. Bu iş de bana göre bir iş değil. Ben hükümeti gazetemle destekliyorum diye bana bilmem ne ihalesi ver demek benim tarzım değil. Hiçbir zaman da...
H.A.: Devletle işiniz olmadı.
M.A.I.: ... Devletle işim olmadı diyen vatandaş olmaz. Sizin de vardır, benim de. Ama bir ricacı olarak, yani bu işim zarar etsin, ama bana müteahhitlik işi verin, para kazanayım demedim hiç bir zaman. Ben bu işi yapmadım, yapamam da. O yüzden bir yayın zarar ederse, ben satarım. Tercihim o. Ticari bakarım hadiselere.
H.A.: 1 AN TV şu an emekliyor. Nasıl ayağa kalkacak? Neler var içinde?
M.A.I.: Henüz bir ay oldu. Emir ile beraber yapıyoruz. Muhafazakar bir life-style kanalı oluşturmaya çalışıyoruz. Daha çok erken, içinde Memiş Hoca da var, ilahiyatçılar da program yapıyor. Her gün dini soruları olan insanlara yanıt veren bir platform veriyoruz, İlim Yolu diye. Bizim Meyra (Ilıcak) program yapıyor haftada 4 gün, kadın programı, konuklar geliyor. Haftada 6 gün sağlık kuşağı var. Doktorlar, operatörler geliyor, katılıyor. İnternete yönelik Sosyal Adam diye programımız var. İnternet sitelerini okuyoruz. Her akşam saat 10'dan itibaren farklı bir canlı yayınımız var. Türkü programı var, şiir programı var, 21. yüzyıl diye tarih programı var.
H.A.: Siz program yapacak mısınız?
M.A.I.: Şu an düşünmüyorum, belki Eylül'de düşünürüm ama. Yeni yayın döneminde düşünürüz belki.
HAYATIMDA 3 TEMEL DEĞİŞİKLİK TAYYİP ERDOĞAN SAYESİNDE OLDU
H.A.: Anneniz ve sizin adınızı sıklıkla bir arada duyuyoruz. Anneniz sizin çok sevdiğiniz bir adama, 'diktatör' diyor. Siz de muhteşem bir lider olduğunu söylüyorsunuz demeçleriniz arasında. Şimdi bu farklılıktan biraz konuşalım mı?
M.A.I.: Annem hep uçlarda yaşayan bir insan. Başlarda Tayyip Bey'e çok destek oluyordu. Geçen sizde yayınlanan röportaja ben de cevap vermiştim. Annemle aynı siyasi kişide, sadece Tayyip Bey'de buluştuk bir süre için. 5-6 sene ya da 10 sene Tayyip Bey'i çok destekledi annem. Onun dışında ne Çiller'de, ne Özal'da, ne Demirel'de, ne Erbakan'da hiç bir zaman aynı yerde durmadık. Ama o zaman internet yoktu. Bu kadar çok televizyon kanalı yoktu. Dolayısıyla bu farklı düşünceler kamuoyuna bu kadar yansımıyordu. Bugün internet var, öyle bir şey ki artık en hızlı, en dinamik habercilik, internet haberciliği. Dolayısıyla bir söz söylüyorsun, Twitter'a bir şey yazıyorsun, fikrini beyan etmek için yazıyorsun. Eskiden başka şeyler de yapıyordum ama artık sadece fikrimi yazıyorum. O da genelde annemin görüşlerini yanıtlamak için oluyor. Çünkü insanın üzerine yapışıyor. Cevap vermezsen, ya da kendi fikrimi ortaya koymazsam, Nazlı Ilıcak ile Mehmet Ali herşeyi paralel düşünüyor... Paralel deyince de işte başka bir yere çekiliyor hadise. Bunu önlemek amacıyla yazıyorum. Çünkü bana rahatsızlık veriyor. Ben de bir bireyim, bir iş adamıyım. Benim siyasetle ilişkim oy vermekten oy vermeye... Ben AK Parti genel başkanı Davutoğlu için bir şey dedim mi? Demedim, çünkü tanımıyorum kendisini, ama Tayyip Erdoğan'ı tanıyorum. Rahmetli Erbakan tanıştırdı bizi 1991 senesinde. Ben Erbakan Hoca'yı ziyarete gitmiştim. Dönüşye beraber döndük. Tayyip Bey de Erbakan Hoca'yı karşılamaya gelmişti. Orada tanıştık, bir abi kardeş ilişkimiz oldu. Erdoğan bir muhalefet partisinin Refah Partisinin İstanbul il başkanıydı. Bir siyasetçi olarak çok önemli bir isim değildi. Daha belediye başkanı bile olmamıştı. O dönemde bir diyalogumuz oluştu. Hayattımda üç temel değişikliğin olmasına vesile olan insan. Birincisi içkiyi bırakmama vesile olan insan.
H.A.: Ne dedi de içkiyi bıraktınız siz?
M.A.I.: Bana içiyor musun dedi? İçiyorum dedim. Niye dedi? Valla etrafımdaki herkes içiyor, ben de içiyorum dedim. Yaradan o kadar güzel şeyler yaratmış ki ağacında yetişen meyveler, sular... Bu kadar güzel şeyler varken niye içki içiyorsun dedi bana. Güldüm geçtim. Gece bir yemeğe gittim. Söylediği laf aklıma geldi. İçki söyledik. O gün bıraktım. 1991'di, 25 sene olmuş. Benim için yeri çok farklı. Tayyip Erdoğan'ın yaptıkları yapmadıkları başka şeyler. Tayyip Erdoğan Türkiye'yi ileri götürdü, bu dünya için iyi. Benim için Mehmet Ali olmamda, çok önemli bir isim. İçki içseydim belki hayata bakışım çok farklı olacaktı. İlk cuma namazına Tayyip Bey ile beraber gitmiştim mesela. Kasımpaşa'daki bir camiye onunla beraber gittik. Orada bir dilenci para istiyordu hatta. Buna para ver dedi. Ben bunlar buradan içmeye gidiyor dedim. Allah adıyla istiyor, sen de o niyetle vereceksin. Sonrası onunla Allah arasında demişti. 25 sene geçiyor, kimseyi küçümsemek için söylemiyorum. Ben o zaman Tercüman gazetesinin sahibinin oğluydum. Önemli bir konumdaydım, babamdan dolayıyla. Tayyip Erdoğan ise muhalefet partisinin il başkanıydı. Konumundan dolayı değil yani... O kadar etkilemiş ki sözleri, 25 sene sonra da hatırlayabiliyorum. Bugün söylediği herşey kelam diye geçiyor. Ama o gün değildi. Onu demek istiyorum. Benim diyalogum o zaman başlamış. Ben ne başbakan olacağını bilirim ne de aklımın ucundan geçer. Nereden geçsin, 21 yaşındayım. Üçüncüsü de bana bir Kur'an-ı Kerim hediye etti o dönemde. Ahmed Davutoğlu Hoca, Başbakanımız değil, onun tercümesiyle basılmış bir Kur'an. Evde okumaya başladım. Türkçe okuyorum. 28-29 defa hatim indirmişimdir herhalde. Her okuduğumda da benim hayata bakışımı daha farklılaştırıyor.
“MODERN AMA İÇKİ İÇMİYOR, NAMAZ KILIYOR” DESİNLER YETER
H.A.: En çok ne değişti? 21 yaşında tanımışsınız Tayyip Bey'i. Ve şimdiki Mehmet Ali Ilıcak. Aslında hayat çizginiz değişiyor sizin. En farklı özelliği ne oldu?
M.A.I.: Hayat Sliding Doors filmi gibi. Bilemiyorsun. Filmi seyrettiniz ise o trene bindiğin ve binmediğin zaman olan farkı bilmiyorsun. Trene biniyor, bambaşka bir hayata devam ediyor. Binemiyor, daha başka bir hayat. Nasıl bir hayat olurdu bugün bilemiyorum. Ama o farklılıklar beni bugün bu hale getirdi. “Olmasaydı ne olurdu”nun cevabını bilemiyorum.
H.A.: Eşiniz ile birlikteliğiniz bu kapsamda mı devam etti. Bu tarz söylemlerden rahatsız oluyor muydu Meyra hanım.
M.A.I.: Yok. Hiçbir zaman. 19 sene bitti çok şükür. Biz umreye de gittik Meyra ile Allah nasip ederse hacca da gideceğiz. Meyra zaten benim gibi düşünüyordu. 18 yaşındaydı. Ben biraz daha büyüktüm. Dolayısıyla 8 yaş fark var aramızda. Zaten Meyra'nın biraz hayatının şekillenmesi de benimle birlikte oldu diyebilirim. 19 sene içinde bir kırgınlık, bir kavga hiç olmamıştır aramızda. Karşılıklı sevgi saygı her zaman bakidir. Allah korkusu, inanç hep içinde var olan bir insandır. Namazını kılar, ama afişe etmez. Hiç öyle bir şeyimiz olmadı. Bazen bunları söylemenin, nasıl Tayyip Bey bana vesile oldu, başkasına vesile olabilirim diye düşünüyorum. Bu adam da böyle düşünüyor ama denilebilir. İçki içmediğimi o yüzden vurguluyorum mesela. Adam belki modern ama bak içki içmiyor, namaz kılıyor diyebilirler. Bir kişiye dokunsam yeter.
H.A.: Tayyip Bey size içki içiyor musun diye sormuş Siz de çevremden dolayı içiyorum demişsiniz. O çevre değişti mi?
M.A.I.: Hayır. Benim çevrem değişmedi. Aynen kaldı dostluklarımız. Bir kereden bir şey olmaz da dendi, günahı bize yazılsın, bir kere iç de dendi. Ama benim çocukluk arkadaşlarım, çok şükür 40 yıldır beraberiz. Ama artık alıştılar.
H.A.: Sizin yönlendirdiğiniz kimse oldu mu? 'Artık içme' diye?
M.A.I.: Ben karışmam kimseye. Eşime bile karışmam. Söylerim, düşünürüm. Oğlum var, içsin istemem. Ona söylerim. Meyra zaten içmez. Gerisine de karışmam.
BABAMIN EKSİK YAŞADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM
H.A.: Kemal Ilıcak'ı anlatır mısınız bize? Nasıl bir gazeteciydi? En büyük özelliği neydi? Kulağınızda çınlayan bir lafı var mı?
M.A.I.: Onu söyleyemem şimdi. Ama rahmetli babam, iyi bir insandı. 23 sene olmuş kaybedeli babamı. Babamla hayata bakışımız çok farklı. O hep “senin beni geçmen lazım” derdi. “Ben Kızsekili Ali Çavuş'un oğluyum, sen Kemal Ilıcak'ın oğlusun...” derdi. Ben babamın hem çok varlıklı hem de çok sıkıntıda olduğu zamanı yaşadım. Yaşadığım her dönemde, çok şey öğrendim. Ama o gün anlamadım. Geriye baktığımda çok şey öğrendiğimi gördüm. O zaman gençsin, delikanlısın, her şeyi kendinin en iyi bildiğini zannediyorsun. Ben 18 yaşında babamla beraber çalışmaya başladım. 2 sene sonra ben kendi işimi yapacağım dedim ayrıldım. Tecrübe dediğiniz şey biraz da bunlar. Rahmetli babam iyi insandı, kimseye kötülük yapmamış bir insandı. Zaten arkasından da hiç kimse kötü konuşmadı. Hala da gururla ismini taşıyorum. Geçen gün de onun ölüm yıldönümüydü, 9 Nisan. Babamın hayatı eksik yaşadığını düşünüyorum. Ne torun gördü, ne damat, ne gelin gördü. Hayatı eksik yaşadı. İnsanın hayatını tamamlaması, kazandığı para ile değil, bıraktığı miras çocukları, torunları. İsterdim, babam beni bu halimde görsün. 23 senedir oğlu tek başına ayakta, mücadele ediyor. Bize babamızdan para miras kalmadı. Bir tek onurlu bir soy ismi kaldı.
H.A.: Siz küçükken hem anne gazeteci, hem de baba. Ne görürdünüz siz evde? Nasıl büyüdünüz? Hıncal Uluç mesela bize verdiği röportajda, “siyasetçiler o kadar çok evimize geliyordu ki hiç siyasetçi olmak istemedim” dedi. Mehmet Ali Ilıcak ne düşünürdü mesela?
M.A.I.: Bizim evimiz büyük bir evdi. Yalıda büyüdük zaten, dolayısıyla mütevazilik yapmayayım ama boğazın en büyük eviydi. Dolayısıyla ben hafta arası annemi-babamı pek görmezdim açıkçası. Çok da görmek istemezdim. Derslerime karışacaklar diye. Ben haşarı bir çocuktum zaten. Dersler nasıl diye sorulsa dersler kötü. O yüzden görünmezdim mümkün mertebe. Ama bizim ev tabi hep kalabalık oldu. Siyasetçiler geldi hep. Babamın da annemin de çok dostu vardı. Annem daha çok bu işleri çekip çevirirdi. Herkesi tanıdık. O yüzden benim bir siyasetçi ile görüşmem çok önemli değil. Makamlarına saygı duyarım ama hep şunu gördüm, o koltuklar baki değil. 4 sene sonra gidebiliyor. Bunları görüyorsun. Benim dostluklarım koltuk bazlı olmamıştır. Bugün milletvekili, yarın bakan değil diye bakmadım.
ŞAN DERSİ ALDIM, HER GECE
SAHNEYE ÇIKTIM
HATTA ALBÜM YAPMAYI
İSTİYORDUM
H.A.: Albüm yapmayı hiç düşündünüz mü?
M.A.I.: Eskiden çok eskiden düşünmüştüm. Şimdi düşünmüyorum, eksikliği tamamlamak için albüm yapan hanım aldım. Eskiden sesim güzel zannederdim. Bizim Alem Klübü vardı o zaman. Gençtim. 90'da mıydı neydi. 89'da mıydı yoksa. Erdem Siyavuşgil'den gittim ders filan aldım. Ajda'nın hocasıydı hatta. Gülben filan da ondan ders almıştı. Baya şan eğitimi filan aldım. Haftada üç gün filan. O zaman istiyordum. Sesim bayağı kötüymüş yani aslında. Ama her gece çıkıp klüpte şarkı söylerdim. Müziği her zaman sevdim, güzel sesi sevdim.
NEDİM ŞENER BU YAPTIĞI İLE SAYGIMI KAZANDI
H.A.: Nedim Şener ile yaptığımız bir röportajda bize dedi ki “Nazlı Ilıcak ve oğlu kasaba uyanıklığı yapıyor. Ana oğlu Ilıcakların twitter atışması Mehmet Ali Ilıcak'ın iktidara selektör yapması anlamına gelir...” Böyle bir cümlesi var. Bir yandan da sizin Tayyip Erdoğan'a inancınız var. Twitter'dan da cevap verdiniz ama, eklemek istedikleriniz var mı?
M.A.I.: Şöyle; ben Nedim Bey'i hiç tanımıyordum. Yani hapse girene kadar da ismini duymamıştım açıkçası. Sadece Uzan ile ilgili galiba bir şeyde ismini duymuştum. Binlerce muhabir var, hepsinin ismini bilmeniz, hepsini tanımanız mümkün değil. Birkaç çıkış yapmıştı Uzan'lar ile ilgili. Hapse girme ve çıkma sebebini hiç takip etmedim. Ama annemle bayağı sıkıntı yaşıyorlar. Hiç de girmem. Girmedim de beni alakadar etmiyor çünkü. Kendisi benim Twitter'da yazdıklarımı retweetlediği için şimdi söylemeyeceğim bir çok şeyi, orada saygı duydum. Kendisini düzelttiğim bir yazı yazmıştım. Onu kendi takipçileri ile paylaştı. Saygı duydum ben de. Kanaatim biraz farklılaştı. Yorumsuz koymuş ama saygı duydum. İnsanın kendini eleştireni öne çıkartması saygı duyulacak bir hareket. Söylediklerine gelince, benim iktidara selektör yapmam, ben annemle aynı düşünmüyorum demeye ihtiyacım yok ki. Haklı olduğu bir şey var, oturur annenle konuşursun diyor. Konuşurum zaten. Günlerce konuşuyorum. Kanal Türk kapandığı zaman aradım dedim ki, gitme sakın kanala. Torunların var, gel Kemal ile oyna vakit geçir. Annem çıktı aynen bunu söyledi televizyonda. Dedi ki, Mehmet Ali böyle diyor ama ben torunlarıma iyi bir gelecek için buradayım dedi. Benim anneme yalnızken söylediğimi annem televizyona çıkıp söylüyor. Benim o noktada...
H.A.: O an ne yapıyorsunuz?
M.A.I.: O an Yaradan'a sığınıyorum. Çünkü annemle ben eskiden çok dehşetli kavgalar ederdim. Bilhassa Akşam gazetesi zamanı. Tercüman'ın ilk çıktığı zamanlar. İşle ilgili çok kavga ettim. Çok zor bir karakterdir. Anne oğul olarak değil, çalışan patron ilişkisinde çok zor. Dediğim dedik, çaldığım düdük. Ama gazete senin olduğu zaman bu olmuyor.
ANNEM DUVAR GİBİ, ANLATIRSIN DİNLER AMA YAPMAZ!
H.A.: Bir inancı var ama...
M.A.I.: Ama annemin inancı da... İnsan bir yere inanır. Devamlı oraya, buraya, şuraya... Olmuyor yani. İnanç başka bir şey. Doğru başka bir şey. Ben çok kavga ettim, sonra çok üzüldüm. Amerika'ya gittikten sonra farkettim ki anne, baba, evlat, bunlar giderse geri gelmiyor. Ben şu an daha da dikkatliyim. Oğlum daha 4 yaşında, ufacık bir şey söylüyor içim buruluyor. Bilerek söylemiyor ki. Bilmeden söylüyor. 46 yaşında bir adamım. Üzerimde bu kadar yıl emeği var. Benim ona bir saygısızlık yapmam... Ne diyebilirim, benim annem yani. Diyebileceğimi diyorum zaten. Ama daha ötesini diyemem. Benim annem. Kur'an “of demeyeceksin” diyor. Hz. İbrahim'e “Sadece seni benden uzaklaştırırsa onlara itiraz et” diyor. Ben o noktada anneme başka ne diyeyim. Yanlışlarını söylüyorum, yapmaması istediğim şeyleri söylüyorum. Rasim de bilir Nagehan da bilir, bu paralel olayı yokken daha. 17 Aralık'ın başında uyarımı yaptım. Daha Gezi döneminde yavaş yavaş AK Parti'den uzaklaştığı dönemde çok konuştum. Bunların hiç birini yazmadım ama hep söyledim. Duvar gibi anlatırsın, dinler ama uygulamaz. Annem kimse için durmaz, böyledir tarzı. En güzeli kendimi ayırayım. Çünkü eğer böyle yapmazsam hepsi aynı düşünüyor olacak. Öyle düşünmüyorum. Tamam oğluyum ama... Siz de anne ve babanızla aynı mı düşünüyorsunuz her şeyi? Anne baba sorun değil ama bizimki siyasi bir figür. Ev kadını olsa anneme neden laf yetiştireyim? Siyaset konuşmayalım, sinirim bozuluyor diyorum bir araya gelince. Aile yemeğinde filan hemen siyaset konuşuluyor. Konuşmayın. Stres oluyorum. Ailem ile otururken neden stres olayım. Ev kadını değil ki... İnanın yazdığı gazeteyi daha okumadım. Özgür bi'şey... Bak adını bile bilmiyorum. Bir kere alıp okumuşluğum yok. Okuyup sinirimi bozacağıma... Bir gün daha programını seyretmedim. Bugün TV'dekini de şimdi Erzincan televizyonundakini de... Samimi söylüyorum. Sadece CNN'de Nagehan ile olan programını seyrediyordum. O da Rasim de arkadaşım. Bak bunu dedi, şunu dedi diye arıyordu. Seyretmiyorum ama mecbur kalıyorum. Arada kalıyorum çünkü. Rasim'e de diyordum. Bana bunu söyleme... Gecenin bu vakti uykum kaçıyor çünkü. Gece saat 2'lere kadar sinir basıyor. Ben kendimi kafamca ayırdım. Anneme yazmak için yazmıyorum Twitter'da da, insanlara şunu diyorum: Ben, aynı düşüncede değilim. Annem ev kadını olsaydı tabi bunu buradan yazmazdım. Geri zekalı olmam lazım zaten. Ama annem de o zaman sadece yemekte konuşabilirdi zaten o zaman.
ERDOĞAN DİKTATÖR DEĞİL
AMA TÜRKİYE'DE DİKTATÖR OLMAK LAZIM
H.A.: Cumhurbaşkanı ile olan ilişkinizden söz ettik ama insani olarak ilk 5 saniyede siz ne hissettiniz? Bazıları der ki 'diktatördür'. Bazıları der ki 'çok duygusal bir insan...'
M.A.I.: Çok duygusal bir insan. Balık burcu zaten Tayyip Bey, aynı gün doğmuşuz. 26 Şubat. Tayyip bey çok duygusal. Diktatör değil. O diktatör ise ben de diktatörüm. Bizim Türk insanına dizgini bıraktın mı yandın yani. Üstüne çıkar herkes. Bir Amerikalı ile fark... Bunları söylenince kızılıyor ama bizim toplumda çok demokrat olunmaz. Biraz daha dizginleri elinde tutmayı bilmen lazım. Bizde atasözü var, İngilizcede böyle bir söz var mı: At sahibine göre kişner. Bizde belli, becermiş, atalar düşünmüş, söylemiş. Bu iş böyledir. Tayyip Bey duygusal bir insan. Biz siyaset konuşmazdık o zaman. Ben onu o zamanlar sevdim. Samimi olarak. Ama sonra belediye başkanı, sonra başbakan, sonra Cumhurbaşkanı oldu. Nereden bileyim ben onun ne olacağını? Tayyip Bey'i ben düğünümde şahit yaptığımda Tayyip Bey hapisten yeni çıkmıştı. AK Parti yoktu. İftihar ediyorlar şimdi, beraber fotoğraf çekiyorlar, benim düğünümde Tayyip Bey'in yanına gitmek istemiyorlardı. Düşünün. Tansu Çiller, Meyra'nın şahidiydi, aman beni Tayyip bey ile yan yana getirme diyordu. Hürriyet'in manşetini hatırlayın, Muhtar bile olamaz diyorlardı. Ben onu ileride ne olacağını bilerek düğünüme şahit olmasını istemedim ki...
H.A.: Anneniz o zaman ne dedi?
M.A.I.: O zaman araları çok iyiydi. Çok yakın görüşüyorlardı. Annem, o hapisteyken ziyaret etmişti. Annemin şimdiki düşüncesi 17 Aralık ve Gezi ile başladı. Bu ayrılıklar ondan evvel yoktu.
AYDIN DOĞAN O KADAR HAKARETİ HAKETMİYOR
H.A.: Biraz medyadan bahsedelim. Kemal Ilıcak zamanından sadece Aydın Doğan var medyada şu an. Hükümetler değiştikçe medya patronları da değişiyor. Hatta medya patronları değiştikçe, alt kadrolar da değişiyor, spikerler de, editörler de, muhabirler de değişiyor. Siz Tercüman'ın patronuyken böyle bir değişikliği hissettiniz mi? Aydın Doğan'ın medya patronluğunu nasıl bulursunuz?
M.A.I.: Şimdi Aydın Bey ile iki hayatımız var. Bir sıkıntı yaşadığımız dönemler var bir de bana ağabeylik yaptığı dönem var. Şimdi o dönemdeyiz. Bir dönemler çok büyük kavgalarımız oldu. Akşam gazetesi zamanında, Dinç Bey, Aydın Bey, biz çok mücadele ettik. Sonra Aydın Bey bana sahip çıktı, 15 senedir. İyi bir diyaloğumuz var. Ben onun hakkında hiç bir şey söyleyemem. Bana destek oldu. Biz de onunla hala ticaret yapıyoruz. Onun hakkında bir şey diyemem. Ama Aydın Bey'in durumu da çok zor. 80 yaşında Aydın Bey. Bu kadar hakareti de hakettiğine inanmıyorum. Her iş adamı oportünisttir. Sadece A, B, C, olarak düşünmeyin bunu, her iş adamı. İş adamı olmak demek biraz faydacı olmaktır. Başka türlü olamazsın, o zaman iş adamı olamazsın çünkü. Bu Türklere mahsus da değil. İngilizi de Almanı da böyledir. Tüccar hadiselere başka türlü bakar. Ay başında senin maaşını ödemesi gereken kişi odur, faturaları ödeyecek olan odur. Medya patronu iş adamı olunca biraz zor oluyor. Çünkü fabrikan varsa, CHP'li olduğun halde AK Partiye bayılıyorum diyebilirsin. Oyun da gizli olduğu için sıkıntı yok. Ama sen iş adamı-medya patronu olunca bu yayınlarına yansıyor. O zaman da çıkış noktan yok. Aydın Bey bu sektörün duayeni. Rahmetli babamlar zamanından kalan kimse yok artık. Bir tek Aydın Doğan. Markaları elinde olduğu müddetçe de devam edecek.
HÜKÜMETE YAKIN OLAN MEDYA
PATRONU YÜKSELİR
KARŞI OLAN DÜŞER! BU HEP
BÖLYEDİR
H.A.: Hükümet tarafından bir baskı olduğu söyleniyor.
M.A.I.: Her zaman vardır.
H.A.: Sizin zamanınızda da var mıydı? Uyarı...
M.A.I.: Uyarı mı? Rahmetli babamın bütün mal varlığına el koydu devlet. Böyle bir şey yok. Türkiye'de daha önce de vardı. Hep böyle olmuş. Her gazete sahibi iktidara yakınsa yükselmiş, değilse düşmüş. Bir dönem Asil Nadir vardı. Tüm medyayı satın alıyordu. Kimin dönemiydi? Rahmetli Özal'a yakındı. Onun sayesinde. Sonra kim geldi? Mustafa Özkan'lar vardı Son Havadis... Bir dönem Demirel'e yakındı, Demirel iktidardayken büyüdü, gidince küçüldü. Babam, Demirel'e yakındı, büyüdü. Özal ile kavga etti, küçüldü. Bunların hepsi her zaman vardı. Tansu Hanım iktidardaydı, Akşam gazetesi olarak biz ona yakındık. Karşısında olsak bir sürü sıkıntı yaşardık. O dönem internet yok, sosyal medya yok. Kimse bunları yazamıyor. Google'e giriyorsun arşivler 2000'de başlıyor. 1995 yok. Orada yaşananlar yok. Orada yaşananlar olsa, 95'de, 98'de olanlar olsa. O zamanlar sadece yaşayanların hafızalarında var. AK Parti gibi 13 senedir Türkiye'nin başında olan bir parti de yok. Bu kadar istikrarlı bir partinin kendi medyası da çıkacak, destekçisi gazeteciler de yetişecek. Eski düzene aykırı davrananlar da olacak. Özal'da da oldu, Demirel'de de oldu. Ecevit zamanında da Hüsamettin Özkan'lar vardı, onlar organize etti. Ama kısa dönemlerdi. Bir senede medyaya hakim olamazsın.
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ FİLAN LAFTA OLUR
H.A.: “Anayasa mahkemesi kararına saygı duymuyorum” dedi Cumhurbaşkanı Erdoğan, tutuklanan gazeteciler var... Sizce basın özgürlüğü var mı Türkiye'de?
M.A.I.: Genç arkadaşlar Basın Özgürlüğü filan... Okullarda böyle okutuluyor galiba. Ben öyle bir şeye inanmıyorum. Dünyanın her yerinde basın patronun denetimindedir. Avrupa'da Amerika'da belki daha serbesttir ama bizde hiç bir zaman böyle bir şey olmaz olamaz. Her gazete sahibi bugün iş adamı. Devlet ile işi olan insanlar. Basın Özgürlüğü filan lafta olur. Herkes patronun verdiği sınırlarda özgürdür. Ben açıkça söylüyorum. İnsanlar bana kızıyor. Benim gazetemde yazı yazıyorsun, benim Ahmet ile ilişkim var. Sen Ahmet'in aleyhine nasıl yazacaksın.
H.A.: Yanlış bir şey yapmışsa, yazılmasın mı?
M.A.I.: Yazılmaz, yazılmıyor da. Yok böyle bir şey. Patronun sınırlarında özgürlük var. Ama lafa geldi mi özgürlük... Gerçeği başka bu işin. Benim bir arkadaşım aleyhine bir gazetemde yazı çıkabilir mi? Çıkamaz. Ama kitaplarda basın özgürdür, her bulduğunu yazar... Ben buna inanmıyorum. Ben medya sahibiyken, ben ne sınır belirlediysem o kadardır. Ben yazacağım diye ısrar ediyorsan buyur başka yerde yaz. En özgür yer Twitter. Orada yazıyorlar. Sınırsız bıraktın mı ne oluyor? En büyük problem de bu. Herkes birbirine küfür ediyor. Sınırsızlık bu. Biraz daha diktatörlük lazım. Diktatör belki kötü kelime olarak ama otoriter olmak gerekiyor. Serbest bir alan bıraktığında Türkler eksik olmasın, hemen küfür. Zannediyor ki görünmüyor... Küfür ediyor onun için.
H.A.: Nazlı Ilıcak, oğlunun gazetesinde yazamadı diye haberler çıkmıştı. Neden böyle oldu, hükümet size baskı mı kurmuştu?
M.A.I.: Nazlı Ilıcak'ın yazılarını sansürlüyordum. Kızdı kitap yaptı, Akşam da sansürlenen yazılarını kitap yaptı hattı. Can Aksın vardı hatta, yazma diyorum yazıyor. O yazınca ben koymuyorum yazıyı. Can Aksın'a “Abi yazılarını oku, eğer problemliyse çıkarın koymayın” o da sonunda kitap yaptı. O zaman da farklı düşünüyordum demek ki annemle.
NAZLI ILICAK CEMAATÇİ Mİ
BİLMİYORUM
AMA BANA GÖRE DEĞİL
H.A.: Yazılarını okumuyorsunuz Nazlı Ilıcak'ın.
M.A.I.: Tercüman'dayken okuyordum. Şu an okumuyorum. Okumam. Bir twttier'da yazdıklarını okuyorum.
H.A.: Nazlı Ilıcak'ın Cemaat'e yakınlığını nasıl değerlendiriyorsunuz. Ya da bu yanlış bir söylem mi? Biz mi cemaate yakın diye abartıyoruz? Düşünceleri mi uyuşuyor yoksa? Nazlı Ilıcak Cemaatçi mi?
M.A.I.: Nazlı Ilıcak Cemaatçi değil diye düşünüyorum. Gülen Hoca'yı filan gayet iyi tanıyor. Ben de tanıyorum. O camiadaki insanlara sempatisi var. Ama bir Cemaatçi kimliği var mı? Zannetmiyorum. Demirel ile arası iyi olmakla beraber, bir dönem Mehmet Yazar'ı desteklemişti Demirel'e karşı. Tansu Çiller ile çocukluk arkadaşı olmasına rağmen Çiller'in aleyhine olmuştu. Tayyip Bey ile bu kadar yakınken şimdi düşman oldu. Necidir annem bilmiyorum. Cemaatçi midir bilmiyorum. Ama bana göre değil. Peki niye yapıyor? Bilemiyorum. Bana öğrettiği hiç bir şeyi uygulamıyor. Ben ona haber götürsem, illa teyidiniz alırdı o haberin. Şimdi mesela hiç kontrol etmeden tweetliyor. Yeter ki içinde AK Parti aleyhine bir şey olsun. Annem araştırmacı bir gazeteciydi, o özelliğini de kaybetti. 17-25 aralık onu da çok şaşırttı bence.
H.A.: Sizi şaşırtmadı mı?
M.A.I.: Ben fotoğrafını çekebiliyorum o dönemin. Neden olduğunu, ne olduğunu anlayabiliyorum. Bunlar çok başka kavgaların tezahürü. Güç burada sonu sınırsız güç hükümetin. Cemaat kendini o güce ortak etmek istedi. Hatta çoğunluk payını kendisine istedi. Benim düşüncem bu. Bu olayların çıkmasında mutlaka üst akıl denilen, yabancıların da parmağı var. Bunları kullanarak ortalığı yaygaraya vererek. Kavgalar, savaşlar neden çıkar? Hiç romantik sebepten çıkmaz. Savaşlar hep ekonomik sebeplerden çıkar. Paylaşamamaktan çıkar. Şeytan'ın bulduğu en güzel şey para. İnsanı kötü yola düşüren de, savaşı çıkaran da... Bence cemaatteki insanlar, bazıları, hepsini katamam bunun içine... bir güç savaşı oldu ve Tayyip Bey de kazandı.
TÜRKİYE'NİN EN GÜÇLÜ İNSANI
TAYYİP BEY
YOLSUZLUĞUN İÇİNDE NEDEN
OLSUN
H.A.: 17-25 aralık tapelerine inanmış mıydınız yoksa altında bir şey var demiş miydiniz?
M.A.I.: Bir kere nasıl çıktı anlayamadım zaten. Çok enteresandı. Tayyip Bey'in bu konuşulan paraları aldıklarına hiç bir zaman inanmadım. Böyle bir şeye ihtiyacı yok. Bir insan akıllı olmaz bunu yapar. Ama akıllı bir insan. Türkiye'nin en güçlü adamı zaten. Para pulu ne yapacak. Ne isterse yaptırabilir. Bakan filan öbürlerini bilemem. Tanımam da. Egemen'i tanırım bir tek. Bilemem de diyalogları... Tayyip Bey'in içinde olduğuna da hiç bir zaman inanmadım. Millet de inanmamış. Adama aylarca hakaret edilecek, çocuğuna karşı bu kadar laf edilecek. En son Aralık ayında bir araya geldim Tayyip Bey ile. Bilal Erdoğan ismi anıldığında gözleri doluyor. Ailesine bu kadar bağlı bir insan bunlara denmedik hakaretler kalmadı. Bir partiyi, bir kitleyi ayakta tuttu. Bir tane çatlak ses çıkmadı. Gitti seçimi kazandı. Bu adam lider. Herkes yapamaz. Tayyip bey çok güçlü bir liderdir. Biraz otoriter olur zaten güçlü lider. Ama insani olarak benim bildiğim Erdoğan, hiç bir zaman böyle şeylere tevessül etmez. Kur'an kaidelerinin dışına çıkabileceğine inanmıyorum. Vakıflar ile okul inşa ediliyor. Bu kötü bir şey değil ki? Cemaat yaparken iyi de Bilal Erdoğan yapınca mı kötü. Ben de o pozisyonda olsam ben de gücümü, kendimin kontrolde olabileceği yapılarda döndürebilirdim. Tayyip Bey Türkiye'de gelmiş en güçlü lider. Ama ondan sonra ne olur bilmem. Otoriter deniyor, diktatör deniliyor. Sen gir siyasete. Tayyip Bey'in alternatifi CHP'de, MHP'de çıkabiliyor mu?
H.A.: Ama çok güçlü bir yapı var ve o yapı karşısındakileri eziyorsa...
M.A.I.: O parti de bir zamanlar yoktu. 2000 yılında yoktu. Sen oluşumunu doğru kur. Alternatif çıksın. Ama sen beceremiyorsan, karşındakini de kötüleme. Gittiler Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmelettin İhsanoğlu'nu aday gösterme. MHP ve CHP'nin beraber meclis başkanı seçemediği bir ülkede AK Partiyi suçlamaya kimin hakkı var. Adam söz veriyor yapıyor. Yol diyor yapıyor. Türkiye'nin 13 senede geldiği yere bak. İyi giden şeyler var, kötü giden şeyler de var. Ama iyi gidenler fazla ise, kötü gidenleri söyleymeyeceksin.
ÇÖZÜM SÜRECİ DEVAM ETSİN İSTERDİM
H.A.: İyi gidenler tamam, peki kötü gidenler neler?
M.A.I.: Yani... Hepimiz daha sakin bir ülke isteriz. Ben sakin bir ülkede, terörün olmadığı bir ülkede yaşamak isterim. Çözüm sürecinin devamını isterim. Ne kadar az kan dökülürse, o kadar huzur olur. Kavga ile savaşla milyonlarca doları helak ettik. İnsanların canı hariç. Onlar para ile mukayese edilmez zaten. Türkiye terörle mücadelede başarılı olamadı maalesef. Terörden kurtulamadık.
SEN HUKUKUN İÇİNE EDERSEN, YARIN HİÇ BİR HAKKIN KALMAZ
H.A.: PKK ile uğraşırken bir de IŞİD çıkmıştı. Şimdi ise Gülen Cemaati ile PKK'nın işbirliğinden söz ediliyor. Bir de FETÖ diye bir örgütten söz ediliyor. Gülen Cemaati bir terör örgütü müdür?
M.A.I.: Tabi bizde herşeyi terör içinde değerlendiriliyor. İlker Başbuğ'u da eski Genel Kurmay Başkanı terör örgütü diye içeri aldılar. Terörist miydi? Başbuğ darbe yapmak istiyor diyebilirsin. Buna inanırım. Bizdeki bütün askerler darbe yapmak ister. Bizim asker hep böyle yapar zaten. Ama terörist mi? Değil. Yok böyle bir şey. FETÖ... Ergenekon, Balyoz gibi kavramları, gizli tanık filan... bir dönemin cemaat ağırlıklı yapıları üretti bunları. Sen bir sistemin içine edersen, bir gün gelir, senin de içine edebilir. Sen gidip Genel Kurmay Başkanını terör örgütü lideri diye içeri atarsan, yarın gelir bir başkası seni terör örgütü diye içeri atar. Kapı açılmıştır çünkü. Hukukun bağımsız olmadığı ülkede hiç bir hakkın yoktur. Hukukun da içine edersen, hiç bir hakkın kalmaz. Gelir adam seni alır. Mahkeme sisteminin içine edildiyse kendi hakkını kendin arayacaksın. Onun adı da anarşi zaten. Hukuk sistemi son 10 senede yara aldı. Bunun da sebebi Cemaatin yaptıkları. O yapılar bozuldu, başka yapılar geldi, şimdi onlar da yanlış şeyler yapabilir. Bugün FETÖ deniyor. Yarın da başka bir şey çıkabilir. Kendi kendilerinin başını yaktılar yani. Devir değişti kendilerini vurdu.
BEN LAİK DEĞİLİM DEVLET MİYİM LAİK OLAYIM
H.A.: Cemaat ile Hükümet arasındaki uyumsuzluk yaşandı. Bir iş adamı olarak Türkiye bundan etkilendi mi? Olmasa mıydı daha mı iyiydi?
M.A.I.: Bugün geriye bakıp o yapılanmayı görünce olmasaydı korkardım. 3 sene önce hiç birini bilmiyorduk. Böyle bir şey yoktu. Ama bu tehlikeli bir yapılanma. Ama din işleri... Laiklik kavramı böyle. Reha Muhtar bana laik misin sen diye sordu, değilim dedim. Ben devlet miyim? Devlet Laik olur. Ben Şeriatçıyım, Kur'an kaidelerine uymaktan yanayım birey olarak.
H.A.: Şeriatçıyım diyorsunuz. Ben bunu manşet olarak kullansam çok farklı anlaşılır.
M.A.I.: Bravo. Millet bilmiyor çünkü. Kur'an hükümleri desem, zannederler ki kadı mahkemesi istiyorum. Sonuçta benim dinimin kuralları şeriat demektir. Laiklik din ile devlet işlerinin ayrılması. Ben devlet miyim laik olayım. Laik devlet düzeninden yana mıyım? Evet. Laik değilim. Olamam da zaten. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması lazım. Bir dini cemaatin devlet içinde bu kadar etkili olmaması lazım. Sen Allah adına benden para istiyorsan ben veririm ama sen devletin içinde etkin olmak için kullanma. Çok dostlarımız da var, sevdiğim insanlar da var. Üzülüyorum ama yapacak bir şey yok. Hayat böyle bir şey.
CEM KÜÇÜK CESUR BİR
ADAM,
BAŞKA BİR GAZETEDE DEVAM EDER
H.A.: Havuz medyası, tetikçi... Böyle kavramlar yeni çıktı. Son üç yıldır var.
M.A.I.: Tetikçi hep vardı. Ama havuz medyası 17-25 aralık tapelerinde vardı. Havuzda toplanan paralar filan var diye. Tetikçi eskiden de vardı. Birilerinin adına yazı yazan isimler için. İsim vermek istemiyorum.
H.A.: Cem Küçük. Star gazetesindeki köşesi kapatıldı. Cem Küçük için siz “cesur bir adam” diyordunuz.
M.A.I.: Başka bir gazeteye geçer. Hayatını devam ettirir. Üslubu çok sert. Bir kere tanışıp telefonla konuştuk. Bana göre Erdoğan'ı samimi olarak seven, yaptıklarını takdir eden bir insan. Cem tarzı yazarları taşımak kolay değil. Hergün birine vuruyor. Patronun serbestliğinde basın özgürlüğü vardır dedim ya. Ethem Ağabey'in de sıkıntıları olmuş demek ki Cem'in yazıları yüzünden. Herkes küfe taşıyamıyor. Hammallık diye bir şey var. Ben taşıyamam. Yazarlık da, siyasetçilik de taşınması zor ünvanlar. Hammal da 50 kilo ile başlamıyor işe. Yavaş yavaş. Sindire sindire gitmek lazım.
KÖŞE YAZARLARI BANA BİR ŞEY
VERMİYOR!
NE YAPAYIM BEN SENİN AKLINI
H.A.: En beğendiğiniz köşe yazarı?
M.A.I.: Çok okumuyorum, bana bir şey vermiyor çünkü. İnternet Haber okuyorum, En Son Haber okuyorum. Magazin haberleri yapıyorlar. Kısa ve öz... Uzun yazan haberleri okumam. İki gazete okuyorum Sabah ve Hürriyet. Ne var diye bakıyorum. Bakıyorum, Ahmet Hakan'ı da, Özkök'ü de, Selvi'yi de Yavuz Donat'ı da okuyorum. Bakıyorum yani. Ama bana ne veriyorlar? Bir şey vermiyorlar. Selvi'den haber alıyorum genelde. Eskiden gazete sahibiyken her gün tüm gazeteleri okurdum. Siyasetçi değilim. Türk insanı da gazete okumuyor ki? Haber veren köşe yazısı kaç tane var mı? Hep yorum. Ne yapayım senin aklını? Bizde köşe yazısı ahkam kesmek. Her gün ben senin fikrini okumaktan ne alayım. Haber veriyorsan benim için kıymetli. Fehmi Koru haber verirdi eskiden. Yavuz Donat haber verirdi. Ne okuyayım diğerlerini. Çok okuyan bir kişi değilim zaten.
H.A.: O zaman Fehmi Koru'nun son kitabını da okumadınız?
M.A.I.: Bir kere tek okuduğum kitap Kur'an dedim bana kızdılar. İnanın okumam. Film seyrederim ama kitap okumam.
HAYALİM EMEKLİ OLMAK! BELKİ YURT DIŞINA GİDER YAŞARIM
H.A.: Son olarak hayalinizi soracağım?
M.A.I.: Emekli olmak! Hayalin sonu yok ki... Bir yere gidiyorsun görgün artıyor. Dergilere bakıyorsun hayalin artıyor. Bir şey seyrediyorsun isteğin artıyor. Sonu yok. O yüzden elindeki ile mutlu olmayı öğrenmek bence herkesin yapması gereken şey. Allah'a ben hep “Allahım beni gördüğümden eksik etme ya Rabbim” diye dua ederim. Büyük servetim yok ama hiç bir şeyden eksik değilim. Halimden memnunum. En iyi tatile gidiyorum kendime göre, en iyi işi yapıyorum kendime göre. Bana kimse dokunmasın, ben kimseden bir şey istemiyorum. Ben işime bakayım, kazanırsam kazanırım, kaybedersem kendim kaybederim. Dışarıdan her hayal güzel görünür. Biri gibi olsam derim, bilmiyorum ki onun başka dertleri vardır. Hayalim emekli olmak o yüzden. Sakin stressiz bir yeri tercih ederim. Türkiye'den de gidebilirim emekli olursam. Ben 18 yaşımdan beri kravat ceket giydim. Büyük insanlar ile iş yaptığım için bir rol oynuyordum. Şimdi 46 yaşındayım. Ama Avrupa'da filan kendim oluyorum. Lokantaya gidiyorsun kuyruk bekliyorsun mesela. Rol yapmıyorum. Burada bir ismim, bir konumum var. Daha farklı bir hayat yaşıyorsun. 5 sene Amerika'da yaşadım, çok mutluydum. Niye geldim bilmiyorum. AK Parti iktidar oldu döndüm. Huzurum kaçtı ama. 13 senedir hayatla mücadele ediyorum. Amerika'da rahat yaşadım. Bir matbaa kurdum orada. AK Parti iktidara gelince annem istiyordu dönmemi. Ben Mesut Yılmaz döneminde ayrıldım. Başıma çok sıkıntılar geldi. Hapse gidim filan. Bunlar silinince geldik. Burası benim vatanım tabi. Ama Amerika'da yaşasaydım, stres olmayacaktım. Dert yok en büyük dert kriz. Bizim için farketmiyor. Bizde dolar iner çıkar... Emekli olunca yine yurt dışında yaşayabilirim yani.