Mehmet Ali Ilıcak: Ben dindarım!
Abone olİnternet Haber'in bu haftaki röportaj konuğu, Mehmet Ali Ilıcak. Ilıcak, 'dinci medya' diyenlere kızdı, askeri övdü, Mehmet Emin Karamehmet'e mesaj gönderdi.
18 yaşında, babasının kurduğu Tercüman Gazetesi'nde yönetici idi.. Akranlarının jeeplere binip bar pavyon gezdiği bir dönemde, yani 24 yaşında iken Akşam Gazetesi'ni çıkardı. O gazete ki, tirajı tam 1 milyona çıkınca, işler tersine döndü. Çünkü genç gazetecinin rakipleri rahatsız olmuştu.. Her eve bir televizyon kampanyası başlattığında1 milyon tirajla en çok satan gazetenin patronu olması, rakiplerinin tedbir almasına neden olmuştu. Hal böyle olunca; ani bir karar verildi ve Akşam Gazetesi'nin dağıtımı durduruldu. Bu karar, Mehmet Ali Ilıcak için kötü günler'in başlangıcı oldu. Önce gazetesini sattı, sonra yurt dışına gitti, "artık dönmez" denilen bir dönemde döndü ve "artık gazete patronluğu yapmaz" denilen bir dönemde Dünden Bugüne Tercüman'ı, yani babasının eserini yeniden ayağa kaldırdı..
Şimdi yeni bir kampanya ile tekrar doruğa çıkmanın hesaplarını yapıyor. Bugüne kadar hiçbir medya kuruluşuna bu kadar dobra, bu kadar çarpıcı açıklamalar yapmadı Mehmet Ali Ilıcak. İnternet Haber yazarlarının karşısına oturdu, yaşadığı o zor günleri, asker hakkındaki görüşlerini bir bir anlattı. İşte İnternet Haber yazarlarının sorduğu sorular, işte Ilıcak'ın çok konuşulacak cevapları:
-Hadi Özışık- Tercüman son kampanyasında çok iddialı. Bu yani yaz döneminde havaların sıcak olduğu dönemde niye böyle bir kampanya aldınız?
-Aslında okulların kapanması ile birlikte o rehavet başlıyor. Daha okulların kapanmasına 15-20 gün var. Tercüman'ın sıkıntısı şu; Tabi dünyada aynı isimle iki gazete örneği yok. Bu sadece Türkiye'de var.. Bizim farklılığımız, reklamlarda da öne çıkarttığımız, yani benim reklamlarda oynamam o farklılığı insanlara okurlarımıza yansıtabilmek. Çünkü Tercüman 30 küsur yıl bir ailenin markasıydı. Rahmetli babam 1975'de Tercüman'ı aldığında Tercüman bin 500 satan bir gazeteydi. 100 binlerce tirajlara geldiği nokta, Tercüman'ı Tercüman yapan 70'li ve 80'li yıllar arasındaki devre. Bir ailenin düşünce yapısından ortaya çıktı. İsmin değerini anlatmaya çalışıyorum. Kemal Ilıcak Tercüman'ın sahibi değil de ne bileyim solcu birisinin gazetesi olsaydı Tercüman'ın yayın politikası çok farklı olurdu. Dolayısıyla biz bunu anlatmaya çalışıyoruz. Biz muhafazakar demokrat merkez sağı kucaklamaya çalışan bir yayın politikası izliyoruz. Kampanyamızda da bu noktada okurlarımıza daha fazla okuyacak sayfa vermek olacak. Esnaf gazetemizi okuduğunda bulmacasından da yararlanmalı, evine götürdüğünde eşlerinin okuyacağı bir gazeteyi ulaştırmak istedik. Bunun için bu kampanyayı yaptık.
-Hadi Özışık- Hedefiniz nedir?
-En çok gönlümüzden geçen herhalde ne kadar olursa olsun şeklinde.. Tabi takdir Allah'a mahsustur, biz gaibi bilemeyiz, bizim gönlümüzden geçen daha fazla okunmak. Ama inanıyorum ki kalıcı olan bir markanın daha iyi olması. Bu olmasa bile mevcut kitlemize daha dolu, okunur bir gazete sunabilmek.
"Biz her zaman öteki Tercüman'ın yaşamasını isteriz. Sonuçta orda da emekçiler var. Hepsine bir ekmek kapısı olsun. Ne kadar çok işyeri açılsa o kadar mutlu olurum. Ben buraya geliyorum ve iftihar ediyorum. 5 kişi 10 kişi 20 kişi neyse ekmek yiyor. Dolayısı ile bunların hepsi basın emekçisi. Tercüman kapansın veya batsın diye aklımdan geçmez."
BANKAMIZ YOK, OLSA DA HORTUMLAMAYI BİLMEYİZ
-Hadi Özışık- Diğer Tercüman'la arasında bir fiyat farkı var. Sanırım gazetenin gerçek fiatı da bu değil. Siz rekabet için mi bu rakamda tutuyorsunuz gazetenin fiyatını?
-Tercüman Ocak 17'de çıktığında 150 bin liraydı. 200 bin yaptık. Tercüman büyük bir gazete, Türkiye'deki bir çok gazete 250 bin lira.. 2 gazete ki bu Hürriyet ve Sabah 350 bin liraya satılıyor. Dolayısı ile arada büyük fark yok. Diğer Tercüman 150 bine satış yapıyor. Biz bir gazeteci aileyiz, varımız yoğumuz bu. Biz burda bir pasta fabrikası kuramayız. Bankacılıktan anlamayız, bankacılık yapsakta hortumlamayız. Diğer Tercüman'ın yan işleri var. Devlete olan maliyetleri 6,5 milyar dolar. Bunu 15 yıla yaydılar. Onlar 150 bine de 50 bine de gazete çıkarabilirler. Ancak bu demek değildir ki okurla örtüşebilirler. Satış farklarını da hepimiz görüyoruz zaten. Bir gazetenin ucuz olması çok satacağı anlamına gelmez. İnsanlar gazeteyi tuvalet kağıdı olarak kullanmıyorlar ki. Yazarlarını okuyorlar içeriğine bakıyorlar, Yapısına para veriyorlar. Biz her zaman öteki Tercüman'ın yaşamasını isteriz. Sonuçta orda da emekçiler var. Hepsine bir ekmek kapısı olsun. Ne kadar çok işyeri açılsa o kadar mutlu olurum. Ben buraya geliyorum ve iftihar ediyorum. 5 kişi 10 kişi 20 kişi neyse ekmek yiyor. Dolayısı ile bunların hepsi basın emekçisi. Tercüman kapansın veya batsın diye aklımdan geçmez. Keşke Mehmet Emin Karamehmet, başka bir isimle mesela Memleket diye bir gazete çıkartsaydı. Daha fazla satış şansı olsaydı ve Türk basınında farklı bir marka olsaydı.
-Süleyman Özışık- Şu anda bir dava varmı süren Karamehmet'le?
-Onlarla aramızda 40'a yakın dava var.
-Süleyman Özışık- Herhangi bir uzlaşma yok. Bir inat mı var hadisenin içinde?
-Bizim için bir hayat tarzı inat olamaz. Ben gözümü açtığımda Tercüman vardı. 3 yaşımdayken elimde Tercüman vardı. Bir isim markayı ölümsüzleştiremiyor. Bir fikir markayı ölümsüzleştirir. Biz Ilıcak ailesi olarak Cumhuriyetin sahibi olsak ne yapabiliriz? İstersem 50 bin lira yapayım fiatını. Ben altyapısını vermem ki Cumhuriyet'in. Milliyetçi muhafazakar düşünceyi ben Cumhuriyetin içine taşısam, bugünkü noktada olabilir mi Cumhuriyet? Hadi Bey, siz bugün İnternet Haber'i yoktan var ettiniz. "Hadi sayfası" deseydiniz ne farkedecekti? Bu çok önemli değil. Ben yarın İnternet Haber'i alıp politikasını değiştirsem İnternet Haber ne olur, bir süre sonra çok gerilere düşer. Nitekim biz internet sayfası yapmaya çalıştık. Hiç bir zaman sizlerin noktasına getiremedik. Bizim çünkü işimiz değil, yapabildiğimiz bir iş değil. Zamanında ben Akşam Gazetesi'ni yaparken o da Tercüman gazetesi çizgisindeydi. Milliyetçiydi muhafazakardı demokrattı, çağdaştı ve öyle bir kitlesi vardı. Polisini destekleyen ordusunun yanında olan. Bugün aynı çizgiyi bu Tercüman'ın içine taşıdık. İsim ünvan gelip geçicidir.
ORDU BİZİM CANIMIZ AMA..
-Hadi Özışık- Eski Tercüman veya Akşam'ın yapısı milliyetçiydi, muhafazakardı. Bugünkü Tercüman da öyle diyorsunuz. Ama askerin Akredite konusunda bir bakışı var.. Bunun önüne nasıl geçeceksiniz?
-Yaşar Nuri Öztürk'ün sabah bir televizyon programını seyrettim. Diyor ki "CHP dinden çok uzaklaştı". CHP'yi idare edenlerin uzaklaştığını söyledi. CHP kadrolarından bahsediyor yani.. Şimdi ordumuz derken doğuda 10 binlerce hayatını kaybeden mehmetçiğin sınırlarda bizleri koruyan askerin yanındayız sonuna kadar. Vatanımızın bölünmez bütünlüğünden yanayız sonuna kadar. Ordumuzun yönetim kademelerinde de Türk insanının diniyle demokrasisiyle serbest bıraktığı noktaya kadar yanındayız. Aksini düşünebilir miyiz? Ama bir genç kızımızın veya delikanlının üniversiteye alınamaması noktasında kim olursa olsun karşısındayız. Ama bu demek değil ki biz bu kuruma karşıyız. Biz ordunun karşısında değiliz. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Bizi geceleyin rahat uyutan ordumuz, mehmetciğimiz, askerimiz değil mi? Bunları birbirinden ayırmak lazım. 700 bin kişilik büyük teşkilatın içinde 10 kişinin 20 kişinin fikriyatına karşı olmak tümü ile sistemin karşısındayız demek anlamına gelmiyor. Biz özgürlüklere karşı gelenlerin karşısında oluruz. Dediğimiz ve yayın politikamız bu.
AKREDİTE AYIBI
-Hadi Özışık- Bu sefer koca bir kurumun önüne bir yasak konuluyor. Bu nasıl kaldırılacak?
-Akradite mi?
-Hadi Özışık- Evet
-Hiç önemli değil. Bu benim ayıbım değil. Eğer TSK'nın yönetimindeki insanlar bizi akredite etmiyorlarsa, Anıtkabir'e resmi törenlerde bizi almıyorsa bu benim ayıbım değil. Bizi almayanların ayıbıdır. Genelkurmay bizi çağrmazsa biz ajanstan alırız haberimizi yaparız. Bir de bizi çağırsa, belki bizim bilmediğimiz doğruları varsa ve biz onu alıp görebilsek daha iyi yansıtabilme şansına sahip oluruz. Ama bir Genelkurmay toplantısına bir gazetenin çağrılmaması çok ayıp. Ne demek dinci? Dinci demek nedir? Bunun açıklaması nedir? Ben önce dindarım. Sen dinsiz misiniz? Biz hepimiz inançlı insanlarız.. Bu kötü bir şey değil. Kötü bir şeyse yine ısrar ediyorum. Bir gazeteyi dincidir diye ayıramazsın. Böyle bir şey demokraside yok. Bir çok düzen var. Teokratik yönetim var, diktatörlük var. Bu düzenlemelerde belli yasaklamalar var. Atatürk'ün kurduğu cumhuriyette yapılamaz. Ondan önceki padişahlık döneminde bunlar yapılabilirdi. Bu düzene karşı çıkmış Atatürk. Ordunun referans noktası Atatürk değil mi? Demokrasiyi getirmiş Türkiye'ye Atatürk.. Çoğulcu demokrasiyi getirmiş, Özgürlükleri getirmiş. Atatürk, Türk halkının özgürlük anlamında önünü açmış. Referans noktanı burdan alacaksın. Ondan sonra "Ben seni garnizonlara sokmayacağım" diyeceksin. Bizim gazetemizi garnizonuna sormayacaksın. Her şeyi bırak TC'nin kurucusu Atatürk'ün Anıtkabir'ine belirli gazeteleri almayacaksın. Böyle bir şeye kimsenin hakkı yok. Türkiye gerçek anlamda demokrasiya kavuştuğu noktada herkes bunların hesabını verir. Herkes kendi ayıbı ile yaşamaya da mahkumdur. Hatırlayın.. Türkiye'de bir Andıç meselesi çıktı bir dönem. Herkes bu Andıç lafının ayıbı altında ezildi. Yarın bu Anıtkabir meselesi de ortaya çıkar. Sokulan gazeteler de sokulmayanlar için boykota başlarsa, yani insanlar birbirine destek olmak zorunda o ayıbın altında da bu yasaklamayı yapanlar kalırlar.
BEN DİNCİYİM
-Süleyman Özışık- Şu ana kadar medyanın tavrını nasıl buluyorsunuz? Yani bu akredite konularında?
-İşte medyada destek yok. Bir kaç kişi medyamızın içerisinde bu dinci gibi ifadeleri kullanıyor. Dinci dedikleri bir kaç gazete var. Pek de önemsediklerini zannetmiyorum. Ben de dindarım. Dinci demek Türkçe'de islam kurallarına göre yaşayan insan demek, ben memnunum. Dinci denen gazetelerin de etkileneceklerini zannetmiyorum . Basında birlik yok. Bugün oraya alınan gazeteciler destek olmuyor. Her kutbun aşırısı var. Laiklerin de dindarların da aşırısı var. Biz bunların hepsine karşıyız. Referans orta olmak. Ben içki içmiyorsam, namazımı kılıyorsam, ramazan ayında orucumu tutuyorsam başımı örtüyorsam sen bana karışma. Sen istediğini yap. Ben senin mini etek giymene, içki içmene karışıyor muyum? Bu noktayı çok iyi tespit etmemiz lazım. Müslümanlığın en önemli noktası, hiç bir zaman kul ile Allah arasına girilememesi. Kimsenin kimseye namaz kılmıyor diye karışmaya hakkı yok. Referans Allah ile kul arasındadır. Ama gazeteler ezilenlere ses çıkartmadığı için bir şey olmuyor. Onlar da bunun ayıbı altında ezilirler. Neler yaşadı Türkiye neler oldu. Bunlar çok önemli değil.
-Fikri Akyüz- Bir trafik kazası sonucu hayatını kaybeden birinin üzerine Cumhuriyet Gazetesi örtülebiliyor. Mesela bir şahsın trafik kazasında ölmesi durumunda üzerine Tercüman, Zaman gibi gazeteler örtülmesi konusunda akreditasyon uygulayabilir mi?
-Yok o kadar olmaz. Bir ölünün üzerine gazete örtülmesinin akreditasyonla çok alakalı bir durum olmasını düşünmüyorum. Demokratik Türkiye'de böyle bir şey olmaz.
-Fikri Akyüz- Efendim bunu şu açıdan soruyorum. 10 sene önce imam hatip lisesinde Kur'an dersi verilirken başörtülü öğrenci alınmıyacak denmiş olsaydı buna inanmazdım. Dolayısı ile artık şu memlekette her türlü olayın gerçekleşmesini düşünmeye başladım.
-O açıdan bakarsanız ben bu memlekette yaşayamam. Böyle bir memlekette ben yaşamam. Özgürlüklerin inançların, engellendiği bir ülkede kimse yaşamak istemez. Artık oraya kadar gelinen noktada insanların yapabileceği bir şey kalmaz.Oraya gelindiğinde bizleri zaten yaşatmazlar da ben de zaten yaşamam. Olacağına ihtimal vermiyorum. Ama siz de haklısınız. İnsan bazen, “Burası Türkiye. Her an herşey olabilir” diyor..
BENİ ÇEKEMEDİLER
-Baki Karakol- Sizin bazı kampanyalarla bir hayli başınız ağırdıı. Akşam gazetesinin başında iken düzenlenen kampanyalardan bahsediyorum. Bu kampanyalar yüzünden neredeyse ülke dışına çıkmak zorunda kaldınız
-Çıktık zaten.
-Baki Karakol- Oradan da bir bakış alabilir miyiz niye oldu tüm bunlar. Nasıl oldu?
-Ben geçmişi konuşmaktan hayatım boyunca kaçmadım. Akşam gazetesini kurduğumuz noktada yoktan bir gazete ortaya çıkarttık. Bir televizyon kampanyası yaptık. Her şey Türkiye'de normal gidemiyor. Biz başladığımız noktada çok büyük tepkiler aldık. Daha yolun başında hem de. Çok büyük trajlara ulaştık. Çok büyük mali imkanlara ulaştık. Karşımızdaki gruplar daha kampanyanın başlarında bizi çok rencide edecek yayınlar yaptılar. Hepsi kayıtlarda mevcut. Bayağı yara aldık. Televizyonları dağıtmadığımız söyleniyor. İnsanlar şunu anlıyamıyor. Biz bir milyon traja ulaşıp 350 bin televizyon dağıttık. Niye biliyor musunuz? 1 milyon kişi devam etmedi ki 12 ay boyunca kampanyaya. Bir çoğu o yayınlarla güvenini yitirip zaman içinde bıraktı kupon biriktirmeyi. Sonunda gelinen noktada 350 bin kişiye televizyonlarını verdik. 11 bin televizyon dağıtamamıştık. Bunun nedeni de, hatırlayın o dönem Hürriyet gazeteleri dağıtıyordu ve bizim dağıtımımız durdu, durduruldu. Yeni bir dağıtım ağı kurmaya başladık. Borç yükü içindeydik. Karamehmet’le yapmış olduğumuz protokolde 11 bin televizyon borcumuz olduğunu bildirdik. Bu şart altında Karamehmet’e gazeteyi sattım. Yani televizyonları dağıtmasını şart koşarak verdim gazeteyi ona.. İlk kampanyadaki bütün televizyonlar dağıtıldı. 3 ay daha kupon biriktirirlerse 37 ekran hakkı olanların 51 ekran televizyon alabileceklerini duyurmuştuk. 11 bin kişi ona yöneldi. Tam o sırada Akşam'ın dağıtımı durduruldu. Bu bir gazetenin gelir kaynakları ne demektir. Ben o noktada televizyonları dağıtıp gazeteyi kapatabilirdim. Ama o noktada bin 200 kişinin çalıştığı bir müesseseyi yaşatmak için bir dağıtım şirketi kurdum tek başıma. Bu tarihleri hatırlarsanız, sokaklarda gazete dağıttık. Çok büyük yükümlülükleri vardı. Bizim bankamız da yoktu tabi dolayısı ile "gönder bankadan 100 milyon dolar" diyemediğimiz için bütün kaynakları bu gazeteyi yaşatmaya ayırdık. Dolayısı ile dayanamadığımız için de dağıtımın durduruluşundan 6 ay sonra gazeteyi bir başka gruba satmak zorunda kaldık. Bunu yaparken de şu kararı vermek istedim. Mehmet Emin Karamehmet'i seçtim. O zaman Erol Aksoy’la ortaktı. Erol bey gazetede yaptığı toplantıda herkes varken "1 kuruş bile almadan Mehmet Ali Ilıcak gazeteyi devretti" dedi. Yoksa ben de maceralara girebilirdim. Hatırlayın. Korkmaz Yiğiet, Yeni Yüzyıl Gazetesi'nin sadece isim hakkını 75 milyon dolara aldıo zaman. Benim matbaam vardı, binam vardı, gazetem vardı, dergim vardı, radyom vardı. Yani mecareya girsem, değil 75 milyon dolar, 275 milyon dolara satardım. Ama ben farklı düşündüm. Karamehmet'in de bu işi götürebileceğine inandım. Hala da için için mutluyum. Ben Karamehmet Bey'i bu Halka ve Olaylara Tercüman olayı olana kadar her bayram aradım. Ülke dışında olmama rağmen hatırını sordum. Pamukbank hadisesi olduğu zaman dualarımın onunla olacağını söyledim. Bir mektup yazdım ve Akşam adına teşekkür ettim. Benim ondan bir beklentim yoktu. Amerika'da yaşıyordum ve Türkiye'ye dönme arzusunda değildim. O noktada dedim ki "Sana teşekkür ediyorum. Niye diye sorarsan.. Ordaki bin 200 kişiye hala ekmek verdiğin için" dedim. Önemli olan o çünkü.. Ben Akşamı ziyaret ettiğim zaman, her seferinde gözüm dolmuştu. Benim kurduğum bir çocuktu çünkü Akşam. Şimdi sizin bakmanız, yürütmeniz önemli değil. Onun iki ayağı üzerinde durmasını sağlayan ben olmuşum sonucunda. Benim Mehmet Emin Bey'e karşı esasında bir art niyetim yok. O marka yaşadığı müddetçe insanlar bilir bilmez ben biliyorum ki o markayı bir değer haline getiren benim. Alem dergisi büyüdü iftihar ediyorum. Akşam gazetesi bizim devrettiğimizde 110 bin satıyordu şu an 170 bin yapmışlar ne güzel.
-Hadi Özışık- Siz burda Karamehmet'in hakkını teslim ederken yine Tercümanlarla ilgili son günlerde konuşulanları söyliyeyim. Bir takım diyalog iddiaları var. Mahkeme ne aşamada..
-Mahkeme sürer buna bir şey diyemem
Hadi Özışık- En son ne zaman görüştünüz Karamehmet'le?
-Ankarada 3 ay önce görüştüm "Meraba meraba". O benim büyüğüm. Keşke bir yol bulabilsek iki Tercüman'ı birlikte bir noktaya getirsek ben bundan mutlu olurum. Ben bir gün bu Tercümanı yaşatamayacağım noktada öldürmem. Tercüman'ı mutlaka götürebilecek bir insana teslim ederim. Benim hayatım boyunca koltuk kompleksim olmadı. Ben Akşam'ı 24 yaşında kurdum. Sattığım yaş 27. Yani dünyayı ben yarattım dediğim yaşlar. Bir senede profesyonel yönetici olarak o grupta çalıştım. Ben hayatım boyunca böyle bir şeyin kompleksini yapmam. Mehmet Emin Bey yarın "Gel buraya bir nokta bulalım" derse konuşurum. Tabiiki demin söylediğim çizgiden asla taviz vermeden. görüşmeye açığım.
KAÇMADIM, HEVESİMİ KIRDILAR
-Baki Karakol- Yurtdışına bir sıkıntıdan dolayı mı yoksa 28 Şubat'ta başıma bir şey gelir düşüncesi ile mi çıktınız?
-28 Şubat'ın benimle alakası yok. Daha çok annemin yazıları ve olaylara bakışı... Refah Yol'u deskeklememiz ayrı bir etken. O dönem benim için Mesut Yılmaz faktörü vardı. Benim orda yaşadığım sıkıntı Mesut Yılmaz hükümetinin başıma getirdiği hadiseler. Gazeteyi Karamehmet'e satmışım ve profesyonel bir yönetici olarak çalışıyorum Karamehmet Bey'in yanında.. Dakika bir gol bir, Mesut Yılmaz Başbakan olmuş. Beni biri aradı isim vermeyeceğim. "Memduh Bayraktaroğlu'nun işine son vereceksin" diye. "Niye verelim" diye sordum. İşte yazıları beğenilmiyormuş.. Tabi ben gazetenin sahibi olsam hiç dinlemezdim ve bu çıkışı onaylamazdım. Orada gazeteyi yöneten ve maaş alan bir yöneticiyim. Bir veda yazısı yazdım Memduh'un adına ve çıkışı verildi.. Yani bizim sıkıntımız Mesut Yılmaz döneminde başladı. Bu TRT kurumu ki o zaman Cavit Kavak başında. Şimdi Zeynep Özal ile maceralarını gazetelerden takip ediyoruz. TRT'den sorumlu Devlet Bakanı mıydı neydi o zamanlar...TRT'nin o günkü Genel Müdürü bize bir dolandırıcılık davası açtı. Hiç bir mahkeme oluşmadan savcı tutuklama çıkardı. Can Aksın, Emin Şirin ve benim hakkımda. Olay o kadar yanlıştı ki.. Yani tamamen Mesut Yılmaz'ın hırsı... İşte tabi Allah o kadar büyük ki, biz beş yıl yaşadık sıkıntıları onlar 50 yıl yaşayacaklar onun acısını. O noktada bir mahkeme açıyorlar bizim hiç haberimiz yok. Savcıya Emin Çölaşan'ın yazılarını götürüyorlar. Benim hakkımda dolandırıcı diyorlar. Şudur budur diyorlar. Biz o zaman bir sürü şirket kurmuşuz. Saçma sapan bir iddia ile savcı tutuklama müzekkeresi çıkardı. Bana da hiç haber vermiyorlar. Bir gün gazeteye polisler geliyor. Can'ı evine götürüyorlar. Beni de Atatürk havalimanında tutukluyorlar. Mahkemeye çıkmadan hem de.. Sanki biz kriminaliz. Ben 5 gün yattım Bayrampaşa'da. O zaman sağolsun bize Mehmet Ağar sahip çıktı. Ordaki bazı insanlar sahip çıktı. Biz banka hortumcusu değiliz. Bunların hiç birisini algılayacak durumda değiliz. Biz kavgamızı sayfamızda sütunumuzda yaparız. Başka türla kavga veremeyiz. Mahkeme serbest bıraktı. Sonra Ankara'da ağır cezada görülmeye başladı dava. Ben serbest kaldıktan 1 hafta sonra yurtdışına gittim. O dönemde benim üzerime çok geliniyordu. Günah keçisi ben ilan edilmiştim. Niçin? Genç bir adamım o dönemde.. Hatasız mıydım? Tabi ki değil.. Hatalarım oldu, ama bir tek benim mi? Türkiye'deki bütün basın patronları arasında bir ben mi hata yaptım? Hayır. Binlerce promosyon malzemesi dağıtmayan patronların sesi çıktı mı?. Bir zamanlar camları kırılmadı mı bu patronların? Gazeteleri basılmadı mı okurları tarafından. Hiç kimse bahsetti mi bundan? Günaydın gazetesi "buzdolabı vereceğim" dedi hiç bir tane vermedi. Adamın adını bilen var mı? Niye? Adam zaten gelmiş yolunu yapıp gidecek. Biz bu sektörde kalıcı olduğumuz için benim çok üzerime gelindi. Bizde ar damarı diye bir şey var. Ben yüzüne bakamıyorum ki insanların. Her bakan dolandırıcı görüyor. Böyle bir şey yok. Hatalarımız olmuştur ama haysiyetsiz değiliz. Dolandırıcı değiliz. Bir şeyi bilerek yapmak dolandırıcılıktır. Yanlışlıkla adamdan 10 milyar borç almışım. O sıra trafik kazası geçirmişim para gitmiş ya da biri beni soymuş. O noktada ödeyemiyorsam dolandırıcı olmam. Bizim Akşam Gazetesi'nde dağıtımımız durdurulmasaydı o tarihlerde daha farklı olurdu. Bugün de çok daha farklı bir noktada olurduk. Hapishaneden sonra ben psikolojik olarak hiç burda yaşamak istemedim. Hiç dönmeyeyim dedim. Çünkü kırıldım. Sonra bütün mahkemelerden beraat ettik. Bir kere daha Türkiye'ye geldim. Tutuklama kararım kalkmış olmasına rağmen hakim televizyondan geldiğimi görüyor tekrar tutuklama kararı çıkarıyor. Vaki değil böyle bir şey. Açıkçası bir ay boyunca gizlenmek durumunda kaldık. 50-100 milyon dolarlar götürmüş olsak, "Bir ay yat 3 ay yat 4. ay sonra zaten zenginsin" dersin.. Öyle bir şey de yok. Biz ne yaptıysak tırnaklarımızla yapmışız.
-Baki Karakol- Kalıcı olmanız ve tiraj yüzünden mi saldırıldı size?
-Sonuçta kalıcıyız. Nasıl olmasın?
Baki Karakol- Yeni bir kampanya başlatıyorsunuz.Tirajınız patlar ve doruk noktaya ulaşırsa ne olacak?
-Bir şey olmaz.. O olaylar bir daha yaşanmaz.
YARIN: AYDIN DOĞAN'LA ELELE TUTUŞTUK VE BİZİ AFETTİ
Şimdi yeni bir kampanya ile tekrar doruğa çıkmanın hesaplarını yapıyor. Bugüne kadar hiçbir medya kuruluşuna bu kadar dobra, bu kadar çarpıcı açıklamalar yapmadı Mehmet Ali Ilıcak. İnternet Haber yazarlarının karşısına oturdu, yaşadığı o zor günleri, asker hakkındaki görüşlerini bir bir anlattı. İşte İnternet Haber yazarlarının sorduğu sorular, işte Ilıcak'ın çok konuşulacak cevapları:
-Hadi Özışık- Tercüman son kampanyasında çok iddialı. Bu yani yaz döneminde havaların sıcak olduğu dönemde niye böyle bir kampanya aldınız?
-Aslında okulların kapanması ile birlikte o rehavet başlıyor. Daha okulların kapanmasına 15-20 gün var. Tercüman'ın sıkıntısı şu; Tabi dünyada aynı isimle iki gazete örneği yok. Bu sadece Türkiye'de var.. Bizim farklılığımız, reklamlarda da öne çıkarttığımız, yani benim reklamlarda oynamam o farklılığı insanlara okurlarımıza yansıtabilmek. Çünkü Tercüman 30 küsur yıl bir ailenin markasıydı. Rahmetli babam 1975'de Tercüman'ı aldığında Tercüman bin 500 satan bir gazeteydi. 100 binlerce tirajlara geldiği nokta, Tercüman'ı Tercüman yapan 70'li ve 80'li yıllar arasındaki devre. Bir ailenin düşünce yapısından ortaya çıktı. İsmin değerini anlatmaya çalışıyorum. Kemal Ilıcak Tercüman'ın sahibi değil de ne bileyim solcu birisinin gazetesi olsaydı Tercüman'ın yayın politikası çok farklı olurdu. Dolayısıyla biz bunu anlatmaya çalışıyoruz. Biz muhafazakar demokrat merkez sağı kucaklamaya çalışan bir yayın politikası izliyoruz. Kampanyamızda da bu noktada okurlarımıza daha fazla okuyacak sayfa vermek olacak. Esnaf gazetemizi okuduğunda bulmacasından da yararlanmalı, evine götürdüğünde eşlerinin okuyacağı bir gazeteyi ulaştırmak istedik. Bunun için bu kampanyayı yaptık.
-Hadi Özışık- Hedefiniz nedir?
-En çok gönlümüzden geçen herhalde ne kadar olursa olsun şeklinde.. Tabi takdir Allah'a mahsustur, biz gaibi bilemeyiz, bizim gönlümüzden geçen daha fazla okunmak. Ama inanıyorum ki kalıcı olan bir markanın daha iyi olması. Bu olmasa bile mevcut kitlemize daha dolu, okunur bir gazete sunabilmek.
"Biz her zaman öteki Tercüman'ın yaşamasını isteriz. Sonuçta orda da emekçiler var. Hepsine bir ekmek kapısı olsun. Ne kadar çok işyeri açılsa o kadar mutlu olurum. Ben buraya geliyorum ve iftihar ediyorum. 5 kişi 10 kişi 20 kişi neyse ekmek yiyor. Dolayısı ile bunların hepsi basın emekçisi. Tercüman kapansın veya batsın diye aklımdan geçmez."
BANKAMIZ YOK, OLSA DA HORTUMLAMAYI BİLMEYİZ
-Hadi Özışık- Diğer Tercüman'la arasında bir fiyat farkı var. Sanırım gazetenin gerçek fiatı da bu değil. Siz rekabet için mi bu rakamda tutuyorsunuz gazetenin fiyatını?
-Tercüman Ocak 17'de çıktığında 150 bin liraydı. 200 bin yaptık. Tercüman büyük bir gazete, Türkiye'deki bir çok gazete 250 bin lira.. 2 gazete ki bu Hürriyet ve Sabah 350 bin liraya satılıyor. Dolayısı ile arada büyük fark yok. Diğer Tercüman 150 bine satış yapıyor. Biz bir gazeteci aileyiz, varımız yoğumuz bu. Biz burda bir pasta fabrikası kuramayız. Bankacılıktan anlamayız, bankacılık yapsakta hortumlamayız. Diğer Tercüman'ın yan işleri var. Devlete olan maliyetleri 6,5 milyar dolar. Bunu 15 yıla yaydılar. Onlar 150 bine de 50 bine de gazete çıkarabilirler. Ancak bu demek değildir ki okurla örtüşebilirler. Satış farklarını da hepimiz görüyoruz zaten. Bir gazetenin ucuz olması çok satacağı anlamına gelmez. İnsanlar gazeteyi tuvalet kağıdı olarak kullanmıyorlar ki. Yazarlarını okuyorlar içeriğine bakıyorlar, Yapısına para veriyorlar. Biz her zaman öteki Tercüman'ın yaşamasını isteriz. Sonuçta orda da emekçiler var. Hepsine bir ekmek kapısı olsun. Ne kadar çok işyeri açılsa o kadar mutlu olurum. Ben buraya geliyorum ve iftihar ediyorum. 5 kişi 10 kişi 20 kişi neyse ekmek yiyor. Dolayısı ile bunların hepsi basın emekçisi. Tercüman kapansın veya batsın diye aklımdan geçmez. Keşke Mehmet Emin Karamehmet, başka bir isimle mesela Memleket diye bir gazete çıkartsaydı. Daha fazla satış şansı olsaydı ve Türk basınında farklı bir marka olsaydı.
-Süleyman Özışık- Şu anda bir dava varmı süren Karamehmet'le?
-Onlarla aramızda 40'a yakın dava var.
-Süleyman Özışık- Herhangi bir uzlaşma yok. Bir inat mı var hadisenin içinde?
-Bizim için bir hayat tarzı inat olamaz. Ben gözümü açtığımda Tercüman vardı. 3 yaşımdayken elimde Tercüman vardı. Bir isim markayı ölümsüzleştiremiyor. Bir fikir markayı ölümsüzleştirir. Biz Ilıcak ailesi olarak Cumhuriyetin sahibi olsak ne yapabiliriz? İstersem 50 bin lira yapayım fiatını. Ben altyapısını vermem ki Cumhuriyet'in. Milliyetçi muhafazakar düşünceyi ben Cumhuriyetin içine taşısam, bugünkü noktada olabilir mi Cumhuriyet? Hadi Bey, siz bugün İnternet Haber'i yoktan var ettiniz. "Hadi sayfası" deseydiniz ne farkedecekti? Bu çok önemli değil. Ben yarın İnternet Haber'i alıp politikasını değiştirsem İnternet Haber ne olur, bir süre sonra çok gerilere düşer. Nitekim biz internet sayfası yapmaya çalıştık. Hiç bir zaman sizlerin noktasına getiremedik. Bizim çünkü işimiz değil, yapabildiğimiz bir iş değil. Zamanında ben Akşam Gazetesi'ni yaparken o da Tercüman gazetesi çizgisindeydi. Milliyetçiydi muhafazakardı demokrattı, çağdaştı ve öyle bir kitlesi vardı. Polisini destekleyen ordusunun yanında olan. Bugün aynı çizgiyi bu Tercüman'ın içine taşıdık. İsim ünvan gelip geçicidir.
ORDU BİZİM CANIMIZ AMA..
-Hadi Özışık- Eski Tercüman veya Akşam'ın yapısı milliyetçiydi, muhafazakardı. Bugünkü Tercüman da öyle diyorsunuz. Ama askerin Akredite konusunda bir bakışı var.. Bunun önüne nasıl geçeceksiniz?
-Yaşar Nuri Öztürk'ün sabah bir televizyon programını seyrettim. Diyor ki "CHP dinden çok uzaklaştı". CHP'yi idare edenlerin uzaklaştığını söyledi. CHP kadrolarından bahsediyor yani.. Şimdi ordumuz derken doğuda 10 binlerce hayatını kaybeden mehmetçiğin sınırlarda bizleri koruyan askerin yanındayız sonuna kadar. Vatanımızın bölünmez bütünlüğünden yanayız sonuna kadar. Ordumuzun yönetim kademelerinde de Türk insanının diniyle demokrasisiyle serbest bıraktığı noktaya kadar yanındayız. Aksini düşünebilir miyiz? Ama bir genç kızımızın veya delikanlının üniversiteye alınamaması noktasında kim olursa olsun karşısındayız. Ama bu demek değil ki biz bu kuruma karşıyız. Biz ordunun karşısında değiliz. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Bizi geceleyin rahat uyutan ordumuz, mehmetciğimiz, askerimiz değil mi? Bunları birbirinden ayırmak lazım. 700 bin kişilik büyük teşkilatın içinde 10 kişinin 20 kişinin fikriyatına karşı olmak tümü ile sistemin karşısındayız demek anlamına gelmiyor. Biz özgürlüklere karşı gelenlerin karşısında oluruz. Dediğimiz ve yayın politikamız bu.
AKREDİTE AYIBI
-Hadi Özışık- Bu sefer koca bir kurumun önüne bir yasak konuluyor. Bu nasıl kaldırılacak?
-Akradite mi?
-Hadi Özışık- Evet
-Hiç önemli değil. Bu benim ayıbım değil. Eğer TSK'nın yönetimindeki insanlar bizi akredite etmiyorlarsa, Anıtkabir'e resmi törenlerde bizi almıyorsa bu benim ayıbım değil. Bizi almayanların ayıbıdır. Genelkurmay bizi çağrmazsa biz ajanstan alırız haberimizi yaparız. Bir de bizi çağırsa, belki bizim bilmediğimiz doğruları varsa ve biz onu alıp görebilsek daha iyi yansıtabilme şansına sahip oluruz. Ama bir Genelkurmay toplantısına bir gazetenin çağrılmaması çok ayıp. Ne demek dinci? Dinci demek nedir? Bunun açıklaması nedir? Ben önce dindarım. Sen dinsiz misiniz? Biz hepimiz inançlı insanlarız.. Bu kötü bir şey değil. Kötü bir şeyse yine ısrar ediyorum. Bir gazeteyi dincidir diye ayıramazsın. Böyle bir şey demokraside yok. Bir çok düzen var. Teokratik yönetim var, diktatörlük var. Bu düzenlemelerde belli yasaklamalar var. Atatürk'ün kurduğu cumhuriyette yapılamaz. Ondan önceki padişahlık döneminde bunlar yapılabilirdi. Bu düzene karşı çıkmış Atatürk. Ordunun referans noktası Atatürk değil mi? Demokrasiyi getirmiş Türkiye'ye Atatürk.. Çoğulcu demokrasiyi getirmiş, Özgürlükleri getirmiş. Atatürk, Türk halkının özgürlük anlamında önünü açmış. Referans noktanı burdan alacaksın. Ondan sonra "Ben seni garnizonlara sokmayacağım" diyeceksin. Bizim gazetemizi garnizonuna sormayacaksın. Her şeyi bırak TC'nin kurucusu Atatürk'ün Anıtkabir'ine belirli gazeteleri almayacaksın. Böyle bir şeye kimsenin hakkı yok. Türkiye gerçek anlamda demokrasiya kavuştuğu noktada herkes bunların hesabını verir. Herkes kendi ayıbı ile yaşamaya da mahkumdur. Hatırlayın.. Türkiye'de bir Andıç meselesi çıktı bir dönem. Herkes bu Andıç lafının ayıbı altında ezildi. Yarın bu Anıtkabir meselesi de ortaya çıkar. Sokulan gazeteler de sokulmayanlar için boykota başlarsa, yani insanlar birbirine destek olmak zorunda o ayıbın altında da bu yasaklamayı yapanlar kalırlar.
BEN DİNCİYİM
-Süleyman Özışık- Şu ana kadar medyanın tavrını nasıl buluyorsunuz? Yani bu akredite konularında?
-İşte medyada destek yok. Bir kaç kişi medyamızın içerisinde bu dinci gibi ifadeleri kullanıyor. Dinci dedikleri bir kaç gazete var. Pek de önemsediklerini zannetmiyorum. Ben de dindarım. Dinci demek Türkçe'de islam kurallarına göre yaşayan insan demek, ben memnunum. Dinci denen gazetelerin de etkileneceklerini zannetmiyorum . Basında birlik yok. Bugün oraya alınan gazeteciler destek olmuyor. Her kutbun aşırısı var. Laiklerin de dindarların da aşırısı var. Biz bunların hepsine karşıyız. Referans orta olmak. Ben içki içmiyorsam, namazımı kılıyorsam, ramazan ayında orucumu tutuyorsam başımı örtüyorsam sen bana karışma. Sen istediğini yap. Ben senin mini etek giymene, içki içmene karışıyor muyum? Bu noktayı çok iyi tespit etmemiz lazım. Müslümanlığın en önemli noktası, hiç bir zaman kul ile Allah arasına girilememesi. Kimsenin kimseye namaz kılmıyor diye karışmaya hakkı yok. Referans Allah ile kul arasındadır. Ama gazeteler ezilenlere ses çıkartmadığı için bir şey olmuyor. Onlar da bunun ayıbı altında ezilirler. Neler yaşadı Türkiye neler oldu. Bunlar çok önemli değil.
-Fikri Akyüz- Bir trafik kazası sonucu hayatını kaybeden birinin üzerine Cumhuriyet Gazetesi örtülebiliyor. Mesela bir şahsın trafik kazasında ölmesi durumunda üzerine Tercüman, Zaman gibi gazeteler örtülmesi konusunda akreditasyon uygulayabilir mi?
-Yok o kadar olmaz. Bir ölünün üzerine gazete örtülmesinin akreditasyonla çok alakalı bir durum olmasını düşünmüyorum. Demokratik Türkiye'de böyle bir şey olmaz.
-Fikri Akyüz- Efendim bunu şu açıdan soruyorum. 10 sene önce imam hatip lisesinde Kur'an dersi verilirken başörtülü öğrenci alınmıyacak denmiş olsaydı buna inanmazdım. Dolayısı ile artık şu memlekette her türlü olayın gerçekleşmesini düşünmeye başladım.
-O açıdan bakarsanız ben bu memlekette yaşayamam. Böyle bir memlekette ben yaşamam. Özgürlüklerin inançların, engellendiği bir ülkede kimse yaşamak istemez. Artık oraya kadar gelinen noktada insanların yapabileceği bir şey kalmaz.Oraya gelindiğinde bizleri zaten yaşatmazlar da ben de zaten yaşamam. Olacağına ihtimal vermiyorum. Ama siz de haklısınız. İnsan bazen, “Burası Türkiye. Her an herşey olabilir” diyor..
BENİ ÇEKEMEDİLER
-Baki Karakol- Sizin bazı kampanyalarla bir hayli başınız ağırdıı. Akşam gazetesinin başında iken düzenlenen kampanyalardan bahsediyorum. Bu kampanyalar yüzünden neredeyse ülke dışına çıkmak zorunda kaldınız
-Çıktık zaten.
-Baki Karakol- Oradan da bir bakış alabilir miyiz niye oldu tüm bunlar. Nasıl oldu?
-Ben geçmişi konuşmaktan hayatım boyunca kaçmadım. Akşam gazetesini kurduğumuz noktada yoktan bir gazete ortaya çıkarttık. Bir televizyon kampanyası yaptık. Her şey Türkiye'de normal gidemiyor. Biz başladığımız noktada çok büyük tepkiler aldık. Daha yolun başında hem de. Çok büyük trajlara ulaştık. Çok büyük mali imkanlara ulaştık. Karşımızdaki gruplar daha kampanyanın başlarında bizi çok rencide edecek yayınlar yaptılar. Hepsi kayıtlarda mevcut. Bayağı yara aldık. Televizyonları dağıtmadığımız söyleniyor. İnsanlar şunu anlıyamıyor. Biz bir milyon traja ulaşıp 350 bin televizyon dağıttık. Niye biliyor musunuz? 1 milyon kişi devam etmedi ki 12 ay boyunca kampanyaya. Bir çoğu o yayınlarla güvenini yitirip zaman içinde bıraktı kupon biriktirmeyi. Sonunda gelinen noktada 350 bin kişiye televizyonlarını verdik. 11 bin televizyon dağıtamamıştık. Bunun nedeni de, hatırlayın o dönem Hürriyet gazeteleri dağıtıyordu ve bizim dağıtımımız durdu, durduruldu. Yeni bir dağıtım ağı kurmaya başladık. Borç yükü içindeydik. Karamehmet’le yapmış olduğumuz protokolde 11 bin televizyon borcumuz olduğunu bildirdik. Bu şart altında Karamehmet’e gazeteyi sattım. Yani televizyonları dağıtmasını şart koşarak verdim gazeteyi ona.. İlk kampanyadaki bütün televizyonlar dağıtıldı. 3 ay daha kupon biriktirirlerse 37 ekran hakkı olanların 51 ekran televizyon alabileceklerini duyurmuştuk. 11 bin kişi ona yöneldi. Tam o sırada Akşam'ın dağıtımı durduruldu. Bu bir gazetenin gelir kaynakları ne demektir. Ben o noktada televizyonları dağıtıp gazeteyi kapatabilirdim. Ama o noktada bin 200 kişinin çalıştığı bir müesseseyi yaşatmak için bir dağıtım şirketi kurdum tek başıma. Bu tarihleri hatırlarsanız, sokaklarda gazete dağıttık. Çok büyük yükümlülükleri vardı. Bizim bankamız da yoktu tabi dolayısı ile "gönder bankadan 100 milyon dolar" diyemediğimiz için bütün kaynakları bu gazeteyi yaşatmaya ayırdık. Dolayısı ile dayanamadığımız için de dağıtımın durduruluşundan 6 ay sonra gazeteyi bir başka gruba satmak zorunda kaldık. Bunu yaparken de şu kararı vermek istedim. Mehmet Emin Karamehmet'i seçtim. O zaman Erol Aksoy’la ortaktı. Erol bey gazetede yaptığı toplantıda herkes varken "1 kuruş bile almadan Mehmet Ali Ilıcak gazeteyi devretti" dedi. Yoksa ben de maceralara girebilirdim. Hatırlayın. Korkmaz Yiğiet, Yeni Yüzyıl Gazetesi'nin sadece isim hakkını 75 milyon dolara aldıo zaman. Benim matbaam vardı, binam vardı, gazetem vardı, dergim vardı, radyom vardı. Yani mecareya girsem, değil 75 milyon dolar, 275 milyon dolara satardım. Ama ben farklı düşündüm. Karamehmet'in de bu işi götürebileceğine inandım. Hala da için için mutluyum. Ben Karamehmet Bey'i bu Halka ve Olaylara Tercüman olayı olana kadar her bayram aradım. Ülke dışında olmama rağmen hatırını sordum. Pamukbank hadisesi olduğu zaman dualarımın onunla olacağını söyledim. Bir mektup yazdım ve Akşam adına teşekkür ettim. Benim ondan bir beklentim yoktu. Amerika'da yaşıyordum ve Türkiye'ye dönme arzusunda değildim. O noktada dedim ki "Sana teşekkür ediyorum. Niye diye sorarsan.. Ordaki bin 200 kişiye hala ekmek verdiğin için" dedim. Önemli olan o çünkü.. Ben Akşamı ziyaret ettiğim zaman, her seferinde gözüm dolmuştu. Benim kurduğum bir çocuktu çünkü Akşam. Şimdi sizin bakmanız, yürütmeniz önemli değil. Onun iki ayağı üzerinde durmasını sağlayan ben olmuşum sonucunda. Benim Mehmet Emin Bey'e karşı esasında bir art niyetim yok. O marka yaşadığı müddetçe insanlar bilir bilmez ben biliyorum ki o markayı bir değer haline getiren benim. Alem dergisi büyüdü iftihar ediyorum. Akşam gazetesi bizim devrettiğimizde 110 bin satıyordu şu an 170 bin yapmışlar ne güzel.
-Hadi Özışık- Siz burda Karamehmet'in hakkını teslim ederken yine Tercümanlarla ilgili son günlerde konuşulanları söyliyeyim. Bir takım diyalog iddiaları var. Mahkeme ne aşamada..
-Mahkeme sürer buna bir şey diyemem
Hadi Özışık- En son ne zaman görüştünüz Karamehmet'le?
-Ankarada 3 ay önce görüştüm "Meraba meraba". O benim büyüğüm. Keşke bir yol bulabilsek iki Tercüman'ı birlikte bir noktaya getirsek ben bundan mutlu olurum. Ben bir gün bu Tercümanı yaşatamayacağım noktada öldürmem. Tercüman'ı mutlaka götürebilecek bir insana teslim ederim. Benim hayatım boyunca koltuk kompleksim olmadı. Ben Akşam'ı 24 yaşında kurdum. Sattığım yaş 27. Yani dünyayı ben yarattım dediğim yaşlar. Bir senede profesyonel yönetici olarak o grupta çalıştım. Ben hayatım boyunca böyle bir şeyin kompleksini yapmam. Mehmet Emin Bey yarın "Gel buraya bir nokta bulalım" derse konuşurum. Tabiiki demin söylediğim çizgiden asla taviz vermeden. görüşmeye açığım.
KAÇMADIM, HEVESİMİ KIRDILAR
-Baki Karakol- Yurtdışına bir sıkıntıdan dolayı mı yoksa 28 Şubat'ta başıma bir şey gelir düşüncesi ile mi çıktınız?
-28 Şubat'ın benimle alakası yok. Daha çok annemin yazıları ve olaylara bakışı... Refah Yol'u deskeklememiz ayrı bir etken. O dönem benim için Mesut Yılmaz faktörü vardı. Benim orda yaşadığım sıkıntı Mesut Yılmaz hükümetinin başıma getirdiği hadiseler. Gazeteyi Karamehmet'e satmışım ve profesyonel bir yönetici olarak çalışıyorum Karamehmet Bey'in yanında.. Dakika bir gol bir, Mesut Yılmaz Başbakan olmuş. Beni biri aradı isim vermeyeceğim. "Memduh Bayraktaroğlu'nun işine son vereceksin" diye. "Niye verelim" diye sordum. İşte yazıları beğenilmiyormuş.. Tabi ben gazetenin sahibi olsam hiç dinlemezdim ve bu çıkışı onaylamazdım. Orada gazeteyi yöneten ve maaş alan bir yöneticiyim. Bir veda yazısı yazdım Memduh'un adına ve çıkışı verildi.. Yani bizim sıkıntımız Mesut Yılmaz döneminde başladı. Bu TRT kurumu ki o zaman Cavit Kavak başında. Şimdi Zeynep Özal ile maceralarını gazetelerden takip ediyoruz. TRT'den sorumlu Devlet Bakanı mıydı neydi o zamanlar...TRT'nin o günkü Genel Müdürü bize bir dolandırıcılık davası açtı. Hiç bir mahkeme oluşmadan savcı tutuklama çıkardı. Can Aksın, Emin Şirin ve benim hakkımda. Olay o kadar yanlıştı ki.. Yani tamamen Mesut Yılmaz'ın hırsı... İşte tabi Allah o kadar büyük ki, biz beş yıl yaşadık sıkıntıları onlar 50 yıl yaşayacaklar onun acısını. O noktada bir mahkeme açıyorlar bizim hiç haberimiz yok. Savcıya Emin Çölaşan'ın yazılarını götürüyorlar. Benim hakkımda dolandırıcı diyorlar. Şudur budur diyorlar. Biz o zaman bir sürü şirket kurmuşuz. Saçma sapan bir iddia ile savcı tutuklama müzekkeresi çıkardı. Bana da hiç haber vermiyorlar. Bir gün gazeteye polisler geliyor. Can'ı evine götürüyorlar. Beni de Atatürk havalimanında tutukluyorlar. Mahkemeye çıkmadan hem de.. Sanki biz kriminaliz. Ben 5 gün yattım Bayrampaşa'da. O zaman sağolsun bize Mehmet Ağar sahip çıktı. Ordaki bazı insanlar sahip çıktı. Biz banka hortumcusu değiliz. Bunların hiç birisini algılayacak durumda değiliz. Biz kavgamızı sayfamızda sütunumuzda yaparız. Başka türla kavga veremeyiz. Mahkeme serbest bıraktı. Sonra Ankara'da ağır cezada görülmeye başladı dava. Ben serbest kaldıktan 1 hafta sonra yurtdışına gittim. O dönemde benim üzerime çok geliniyordu. Günah keçisi ben ilan edilmiştim. Niçin? Genç bir adamım o dönemde.. Hatasız mıydım? Tabi ki değil.. Hatalarım oldu, ama bir tek benim mi? Türkiye'deki bütün basın patronları arasında bir ben mi hata yaptım? Hayır. Binlerce promosyon malzemesi dağıtmayan patronların sesi çıktı mı?. Bir zamanlar camları kırılmadı mı bu patronların? Gazeteleri basılmadı mı okurları tarafından. Hiç kimse bahsetti mi bundan? Günaydın gazetesi "buzdolabı vereceğim" dedi hiç bir tane vermedi. Adamın adını bilen var mı? Niye? Adam zaten gelmiş yolunu yapıp gidecek. Biz bu sektörde kalıcı olduğumuz için benim çok üzerime gelindi. Bizde ar damarı diye bir şey var. Ben yüzüne bakamıyorum ki insanların. Her bakan dolandırıcı görüyor. Böyle bir şey yok. Hatalarımız olmuştur ama haysiyetsiz değiliz. Dolandırıcı değiliz. Bir şeyi bilerek yapmak dolandırıcılıktır. Yanlışlıkla adamdan 10 milyar borç almışım. O sıra trafik kazası geçirmişim para gitmiş ya da biri beni soymuş. O noktada ödeyemiyorsam dolandırıcı olmam. Bizim Akşam Gazetesi'nde dağıtımımız durdurulmasaydı o tarihlerde daha farklı olurdu. Bugün de çok daha farklı bir noktada olurduk. Hapishaneden sonra ben psikolojik olarak hiç burda yaşamak istemedim. Hiç dönmeyeyim dedim. Çünkü kırıldım. Sonra bütün mahkemelerden beraat ettik. Bir kere daha Türkiye'ye geldim. Tutuklama kararım kalkmış olmasına rağmen hakim televizyondan geldiğimi görüyor tekrar tutuklama kararı çıkarıyor. Vaki değil böyle bir şey. Açıkçası bir ay boyunca gizlenmek durumunda kaldık. 50-100 milyon dolarlar götürmüş olsak, "Bir ay yat 3 ay yat 4. ay sonra zaten zenginsin" dersin.. Öyle bir şey de yok. Biz ne yaptıysak tırnaklarımızla yapmışız.
-Baki Karakol- Kalıcı olmanız ve tiraj yüzünden mi saldırıldı size?
-Sonuçta kalıcıyız. Nasıl olmasın?
Baki Karakol- Yeni bir kampanya başlatıyorsunuz.Tirajınız patlar ve doruk noktaya ulaşırsa ne olacak?
-Bir şey olmaz.. O olaylar bir daha yaşanmaz.
YARIN: AYDIN DOĞAN'LA ELELE TUTUŞTUK VE BİZİ AFETTİ